İngilizceden Türkçeye çeviren: Mustafa GÜNEŞ
1945-46 Mahabad Kürt Cumhuriyeti, modern Kürt tarihinin köşe taşlarından biridir. Mahabad’ın yegane önemi, Kürdistan’ın görece küçük bir parçasında da olsa ve bir yıldan kısa bir süre yaşasa da, Kürtlerin tarihlerinde ilk kez başarılı bir şekilde özerk bir Kürt devleti kurmalarında yatar. Bu dönem, Kürt tarihinde farklılığıyla öne çıkar, çünkü Kürt ulusalcı hareketinin özlemleri bu kısa dönem içinde kristalize olmuştur. Mahabad Cumhuriyeti’nin tarihi üzerinde çalışmak ve analiz yapmak, birkaç nedenden ötürü önemlidir:
İran’daki Kürt halkı, ulus-devlet yaratma yolunda tarihinde ilk kez kendi kendini temsil ve kendi kaderini tayin etme fırsatını bulmuştur;
Mahabad Cumhuriyeti, Kürtler ile Kürdistan’ı işgal eden devletler arasındaki karışık ve çapraz ilişkileri göstermektedir;
Aym zamanda, bu dört devletin kendi aralanndaki siyasal ilişkilerinin belirli bir düzeyde ve kısmen Kürt ulusalcı hareketi tarafından belirlendiğini gösterir;
Mahabad Cumhuriyeti açığa çlkarmaktadır ki, Kürt sorunu uluslararası bir sorundur ve büyük güçler, daha belirgin olarak ABD, Britanya ve eski SSCB Kürdistan’daki politik gelişmelerde Kürt ulusalcı hareketinin başarısı ve yenilgisi üzerinde her zaman etkili olmuştur;
Mahabad Cumhuriyeti deneyimi, bugünkü Kürt ulusalcı hareketine dersler çıkarmak baklmından rehberlik etmektedir;
Birleşik Devletler ve Sovyetler Birligi’nin başmı çektiği iki kamp arasındaki soğuk savaşın [i]ilk evresi, denebilir ki, ikinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından ilk olarak genelde İran ve özelde de Mahabad Cumhuriyeti üzerinde kendini göstermiştir.
Bu çalışmadaki amacım, Mahabad Cumhuriyeti’nin 1941’den İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren İran’daki Anglo-Sovyet işgali ile ortaya çıkan siyasal boşluktan yararlanmaya çalışan Kürt ulusalcı hareketinin bir sonucu olduğu düşüncesini analiz etmektir. Kürt Cumhuriyeti’nin bir Sovyet kuklasl olduğu veya Sovyet ajanlarının Kürt ulusalcılığını[1] geliştirip harekete geçirdiği şeklindeki görüşlerin aksine, Kürt1erin kendi çıkarlarından yola çıktıklarını ve bu çıkarlar arasında kendi kaderlerini tayin etmek ile kendi bölgelerini kendilerinin yönetmesinin de bulunduğunu savunmaktayım. Bu amaçlarına ulaşmak için Kürtler her türlü güce ve kaynağa açık olmuşlardıf. Bu bakımdan Kürtler, uluslararası siyasal ilişkilerde deneyimsiz olmalarına rağmen, sozü geçen bütün büyük güçlerle siyasal ilişkiler kurmaya çalışmışlardır. Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluşunu Sovyetler’in İran’daki ve özellikle İran Azerbaycan’ındaki dış politikalarına indirgemek yanlış bir sonuç olacaktır. Şu da görülmelidir ki, bu tarz bir açıklama ABD’nin de desteklediği İran politikası açısından kabul gören ve yansıtılan bir açıklama biçimidir. B. Yassin’e göre, Cumhuriyet’in yükselişi ve düşüşü, “birbirine sıkı sıkıya bağlı birkaç gelişmeden kaynaklanan tarihsel bir vaka olarak gorülmelidir. Bunlar, Kürt ulusalcılığı içinde meydana gelen gelişmeler, İran’daki politik durumdaki dramatik değişim, ve ‘Üç Büyükler’in birbirleriyle, İran ve Kürtler ile ilişkileridir.”[2] İkinci Dünya Savaşı boyunca ve sonrasındaki süreçte, Orta Doğu, üç büyük güç; İngiltere, ABD ve SSCB bakımından büyük öneme sahip bir bölge olmuştur. Genel olarak İran ve özel olarak Kürdistan, bu güçler bakımından hayati bir bölge haline gelmiştir. Böylece, bu güçler ile İran ve Kürtler arasında olağanüstü bir karmaşık ilişkiler süreci ortaya çıkmıştır. Mahabad Cumhuriyeti’nin Doğuşuna bu karmaşık ilişkiler açısmdan bakılmalıdır. Bu nedenle, zamanın büyük güçleri İngiltere, ABD ve SSCB’nin politikaları ve bunların Kürt ulusalcı hareketine ve Kürtlere yaklaşımı üzerinde durmak oldukça önemlidir.
Bu çalışmayı dört bölüme ayırmış bulunuyorum. Birinci bolümde ulus ve ulusalcılk kavramları ve bu kavramların Kürt sorunundaki görünümleri üzerinde yoğunlaşacağım. İkinci bölümde, İkinci Dünya Savaşı’ndaki İran ve İran Kürdistanı üzerinde duracağım. Bu bölümde Kürtler bakımından İran’ın resmi etnik politikasını çözümleyeceğim. Aynca İran’ın İngiltere, ABD ve SSCB ile ilişkilerini inceleyeceğim. Bu bölümde, İngiltere, ABD ve SSCB’nin Orta Doğu ve özelde İran ve Kürdistan’daki dış politikalarını çozümleyeceğim. İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin Kuzey ve Güney İran’ı işgal etmelerindeki hedefleri nelerdi? Sovyet politikasını oluşturanlar Kürt sorununa nasıl yaklaşıyorlardı ve hangi nedenlere dayanıyorlardı? Bölgedeki ABD yetkilileri neden Kürt taleplerine fiziksel veya moral destek vermediler? Bu bölümde, Kürt sorunu etraflnda ABD ve SSCB arasındaki soğuk savaşın tohumlarlnı açıklamayı deneyeceğim. Ezilen halkların hamisi olarak tanınan SSCB ile faşizm ve diktatörlüğe karşı demokrasi ve özgürlük savaşçısı olarak tanınan ABD ve İngiltere, temel talepleri demokratik haklar ve kendi kaderlerini tayin etmek olan Kürtlerin ellerini boş bırakmışlardır.
Mahabad Cumhuriyeti 6rneginde, Kürt politikacllarl ve Kürt liderleri adl geçen güçlere nasIl yaklaşmlşlardlr ve onlardan beklentileri neler olmuştur? Üçüncü b6lümde; Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, Azerbaycan, İran ve Kürdistan’m diger parçalan ile olan ilişkilerini inceleyecegim. Aynca Kürt ulusçulugunun yükselişinin Mahabad Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile olan baglantlsml da inceleyecegim. Son b6lümde; büyük güçlerin b61gedeki politikalarl sonucu Mahabad Cumhuriyeti’nin ç6küşünü ç6zümleyecegim. Yamtml vermeye ça1Işacaglm hayati soru; Mahabad Cumhuriyeti’nin neden ç6ktügü, başka bir deyişle neden daha fazla yaşayamadlgl olacaktlr .
Mahabad Cumhuriyeti’ni incelemenin önemine rağmen, Kürt tarihi bakımından altı çizilmesi gereken bir sorun bulunmaktadır. Bu sorun, Kürtlerin Kürdistan hakkında yeterli bir arşiv kaynağına sahip olmamasıdır. Kürtler bir devlete sahip olmadıkları için, ulusal bir arşivleri ve diplomatik kayıtları bulunmamaktadır. Bu durum son derece önemlidir, çünkü olaylara Kürt tarafının yaklaşımı eksik kalmaktadır. Elbette, İbrahim Ahmed, Kadri Cemilpaşa (Zinar Silopî), Mela Mustefa Berzanî gibi olaya tanık1ık edip Mahabad hakkında yazılı malzeme verenler bulunmaktadır. Bu malzemeler paha biçilmez değerde olmakla birlikte, Kürtlerin bakış açısından Mahabad Cumhuriyeti’nin bir resmini çizmek için yeterli değildir. 1943 ve 1946 yılları arasında yayınlanan ve birincil kaynaklar olarak a1ınabilecek iki tane Kürt süreli yaymı bulunmaktadır: Kürt Komela partisinin yayın organı olan Niştiman (Anayurt), ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin (İran) yayın organı olan Kurdistan. Bu çalışmada, ayrıca ABD ulusal arşivi ve Kamusal Kayıt Bürosu (Public Record Office)’deki birincil kaynaklara atıflarda bulunacağım. Bu her iki birincil kaynak da ihtiyatla ele a1ınma1ıdır, çünkü bu kayıtlar bö1gedeki olayları çoğu kez kendi dış politikalarına göre sorunları çarpıtarak resmi bakış açısından yansıtmaktadır. Soruna daha iyi bir bakış açısı için hayati önemi haiz yerel devletlerin arşivlerinin de Kürt sorunu nedeniyle yaşanan problemlerden dolayı ulaşılabilir olmadığnı da belirtmek önem taşımaktadır. Şimdiye kadar, Kürt Cumhuriyeti hakkında yaymlanmış resmi bir Sovyet belgesi bulunmamaktadır. Kendisinden bahsedilebilecek yegane kaynak, Prof. Olga Jigalina’nin 1997’de International Journal of Kurdish Studies’de yayınlanan makalesidir. Bu makalesinde Jigalina, resmi kayıtlara ulaşarak eski Sovyetler Birligi’nin Kürt sorununa yaklaşımını ele almıştır. Makale, dergide İngilizce bir özetiyle birlikte Rusça yayınlanmıştır. Sovyetler’in Kürtlere yönelik politikası İngiliz ve Amerikan resmi belgelerinden de ayrıca incelenebilir.
ULUS, ULUSÇULUK VE KÜRTLER
Kürt sorunu bakımından, “ulus” ve “ulusalcılık” kavramlarını çözümlemek bir zorunluluktur. Kürtlerin ve Kürt dilinin tanınması Kürt ulusalcılığnın merkezini teşkil etmiştir. Bu vurgu, kısmen Kürt kimliği ve dilinin inkarı şeklinde gelişen hakim (occupant) devletlerin resmi asimilasyonist politikalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye örneğinde, devlet tarafından yönlendirilen Türk akadernisyenleri ve “bilim çevreleri” Kürtlerin aslında Türklüklerini unutmuş Türkler olduklarmı kamılamaya ça1ışmışlardır.[3] Bu durum, apayrı bir öneme sahiptir, çünkü kimlik ve dil etnik yapının nesnel iki kriterini teşkil eder. Asimilasyoncu politika1ara bir tepki olarak, Kürtler, siyasa1 etkinlikler ve hareketler şeklinde Kürt kimliğinin ve Kürt dilinin farklılığına vurgu yapmışlardır. Hemen hemen bütün Kürt kurumları, Kürtleri bir ulus olarak kabul ederler. Yine de, Kürtlerin bir ulus olup olmadığı sorununu çözümlemeye ça1ışacağım, ama bundan önce ulus ve ulusalcılık kavramlarının farklı tanımlarına bir göz atacağım.
Ulus ve ulusalcılık kavramları kendi içlerinde önemli oranda çelişkiler barındırır ve üzerinde uzlaşılmaktan çok uzak bir görünüm arz eder. Margaret Canovan, bunun “kavramsa1 açıdan yaka1anması olaganüstü güç bir mevzu”[4] oluşturduğunu belirtmiştir. Bu konuda çeşitli yaklaşımlar ve tanımlar bulunmaktadır.[5]
Karl W. Deutsch, “ulusalllk”ı (milliyet) “ulus”tan (millet) ayrır. Deutsch’un düşüncesine göre, “ulusa1lık kendi üyelerinin davranışları üzerinde etkin bir kon- trol sağlamak için önlemler almaya çalışan bir insanlar topluluğudur. Ulusallık kendini güçle donatmak için can atan bir insan topluluğudur.”[6] Bir ulusallık, diye devam eder Deutsch, sadece “kendi öz1emlerini gerçekleştirmek için güce ihtiyaç duyduğu anda” kendini bir ulusa dönüştürebilir.[7] Bir başka deyişle, Deutsch’a göre ulus, bir devlete sahip insan topluluğudur. Bu tanım, Kürtler gibi kendilerinin ulus olduğunu iddia edip bir devlete sahip olmayan toplulukları öngörmemektedir. Deutsch’un tanımı, Kürtleri bir ulus olmaktan çok bir ulusallık olarak ortaya koyar.
Peter Alter, bu yaklaşımı eleştirir. Deutsch’un iddiasnın aksine, Alter’e göre, “bir ulus, kendisine ait bir devleti olmadan da var olabilir.”[8] 1871’de birleşik bir Alman devleti kurmadan önce de Almanların 18. yy.’da kendilerini bir ulus olarak gördüğünü kaydeder. Alter, bir milletin devletsiz de varolabileceğini kabul etmekle birlikte, yine de siyasal olarak kendi kaderini tayin etme talebinin önemine vurgu yapar.[9] Yassin, Alter’in tanımını temel alarak, ayrıca “bir ulus kendi devleti olmadan var olabileceği gibi, bir devlet de birleşmiş bir ulusa sahip olmadan var olabilir” sonucuna varmaktadır.[10]
Ulusun bir başka tanımı, sosyolog Anthony Smith tarafından ileri sürülmüştür: “tarihsel bir bölgeyi, ortak mitleri ve tarihsel anıları, ortak bir kültürü, ortak bir ekonomisi olan ve bütün üyelerinin ortak hak ve görevleri bulunan bir insan toplulugu.”[11] Smith’e göre, -akrabalık, sınfdaşlık, din, ortak kültür gibi bireyler arasında çeşitli unsurlarla oluşmuş olan- ulusal kimlik, kültürel bir kavram olup devletle hiçbir doğrudan bağı yoktur .
Ernest Gellner ulusu, “insanoğlunun inançları, baglı1ık ve dayanışmasınn bir sonucu”[12] olarak tanımlar ve şöyle der:
“i) iki insan, sadece ve sadece, sırasıyla işaretler ve düşünceler sistemi ile davranış ve iletişim biçimi anlamına gelen aynı kültürü paylaşıyorlarsa bir milletten sayılırlar.
ii) iki insan, sadece ve sadece, birbirlerini aym millete ait olarak görüyorlarsa bir milletten saytltrlar.”[13]
Benedict Anderson, milleti kapitalizmin gelişimiyle birlikte ortaya çıkan “imgelenmiş bir siyasal topluluk” olarak tanımlar.[14] Anderson, milletin dinsel topluluklardan basit bir şekilde büyüyerek ve onu degiştirerek oluşmadığını, aksine dünyaya yaklaşmada temelli bir degişikliğin sonucu olarak meydana geldiğini iddia eder. “Kapitalizmin ve yayın teknolojisinde meydana gelen dönüşümlerin insan dilinde meydana getirdiği karşı konulmaz degişimler yeni bir imgelenmiş topluluk biçimine imkan tanımıştır”, bu durum düşünmeye ve modern ulus aşamasına geçilmesini sağlamıştır.[15]
Eric Hobsbawn, ulusun ilkel ve degişmez bir varlık olmadığını iddia etmiştir. Öznel unsur olan siyasal oluşumun ve nesnel unsur olan kültürel oluşumun yeterli bir açıklama getirmediğini ve her ikisinin de eksik olduklanını ileri sürmüştür. Ulusun özel ve tarihsel bakımdan yakın döneme ait bir varlık olduğunu öyle ki yerel devletin özel bir türüyle, “ulus devlet”le ilişkili olduğunu ve bunsuz yapılan bir tartışmanın anlamsız olduğunu ileri sürmüştür.[16]
Ulus kavramı, ulusçuluk kavramı bağlamında bir çozümlemeye tabi tutulmalıdır. Hobsbawn ve Gellner, ulusu meydana getirenin ulusçuluk olduğunu ileri sürmüşlerdir: “Bazen daha varlık öncesi kültürü alıp onu ulusa dönüştüren ulusçuluk, bazen de onu bir sonuç olarak ortaya çıkarır, fakat sık olarak varlık öncesi kültürü kendisi yazar”[17] Gellner ayrıca, “başka bir biçimden çok, ulusun bir çağın ulusçuluğu olarak tanımlanabileceğini”[18] ileri sürmüştür. Ulusçuluğun, “siyasal ve ulusal birliğin somutlanması (congruent) gerektiğini savunan siyasal bir ilke”[19] olduğunu ileri sürmüştür Gellner. Ulusçuluğun ulusa önceliği hususu, “ulusçuluk ulusu kendi bilincine varması için uyandırmaz: henüz daha varolmadığı halde onu davet (orijinal metinde italik. ç.n.) eder”[20] diyen Anderson tarafından da paylaşılır.
Bohemya Doğumlu sosyolog Eugen Lemberg’in ulusçuluk tanımını uyarlayan Alter, ulusçuluğu “ulus ve egemen ulus-devletin hayati önemi haiz değerler olduklarnı savunan ve bir halkın veya bir insan topluluğunun büyük bir kısmını harekete geçirmeye çalışan bir ideoloji ve aynı zamanda bir siyasal hareket. olarak tanımlamıştır. Alter’e göre, siyasal bir güç olan ulusçuluk, “bireyin insan türünün bir üyesi olduğu ve bir dünya vatandaşı olduğu Aydınlanma Felsefesi”[21] ile karşılaştırılamaz. Elie Kedouri, ulusçuluğu “19. yy. başlarında Avrupa’da geliştirilen bir doktrin” olarak tanımlar ve akabinde ulusçuluğun, kendisine ait bir yönetime sahip olmaktan memnun bir insan topluluğunun belirlenmesi için bir çıkış noktası olduğunu ve ülkede meşru güç kullanımı ve devletler topluluğunu doğrudan orgütlemeyi sağlamaya çalıştığını”[22] ileri sürer. Başka bir deyişle, Kedouri yegane meşru yönetim biçiminin ulusun kendini yönetmesi olduğunu kabul eder.
Kürt Ulusçuluğu
Kemal Kirişçi ve Gareth M. Winrow Kürtlerin snıflandırılmasının kolay olmayacağnı, çünkü “bölgeye dağılmış olduklarınıl ve bağımsız devlet geleneklerinin bulunmadığmı”[23] ileri sürmüşlerdir. Kürtler arasındaki bölünmelerin ve kendilerini algılama konusundaki geniş bir aralığa yayılan görüş ve fikir ayrıllklarının “Kürtlerin Hroch’un çözümleme modeline göre gelişmenin C Aşaması’na tamamen girip girmediklerinin değerlendirilmesini”[24] güçleştirdiğini ileri sürmüşlerdir.
Kürtlerin ulus olup olmadıkları sorunu, çeşitli yaklaşım ve tanımların nasıl ele alındığına baglıdır. Kürt ulusçuluğu bakımından birkaç etken bir arada göz önüne alınmalıdır:
1. l639’dan Birinci Dünya Savaşı’na kadarki dönemde bölge Kürdistan olarak tanımlanmaktaydı ve Osmanlı ve İran imparatorlukları arasında bölünmüştü.
2. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kürdistan dört devlet tarafindan tekrar bölünmüştür.
3. Lozan (1923)’da çizilen sınırlarla birlikte Kürtler her bir devlette etnik bir azınlık olarak görülmüştür.
4. Nihayet, uluslar arası siyasal arenada Kürt sorununun çözümü etnik azınlıklar sorunu ile her bir hakim (occupant) devletin demokratik ilerlemesi bağlamlarında ele alınır olmuştur.
5. Hakim devletler kendi içlerinde Kürt kimliğini ve Kürt sorununu inkar etmişlerdir. Bu etkenler, hakim devletlerin akademik çevrelerinde Kürt kimligi konusunda sistematik araştırmaların yadsınmasına neden olmuştur.[25] Bu etkenler, Kürt kimliğinin tanımlamaya yarayan Kürt kültürü, gelenekleri, dili ve tarihinin sistematik erozyonunda önemli bir role de sahiptir.
Kürtlerin bir ulus mu? yoksa bir etnik köken mi? olduğu soyut bir sorundur. Bununla birlikte, Kürt ulusçuluğu bir vakadır. Ben, Gellner ve Anderson’un ulusçuluğun ulusa önceliği fikrini paylaşıyorum. Ulus, ancak ve ancak bir ulus-devleti inşa ettiği takdirde başarılı olacak olan ulusçuluğun bir ürünüdür. Yine belirtmeliyim ki, bir hareket eger bir ulus-devleti hedefliyorsa ancak o zaman ulusçu hareket olarak sınıflandrılabilir. Ulusun ortaya çıkışı öznel ve nesnel unsurların diyalektik birliğine bağlıdır. Objektif unsur olarak, dil, gelenek, toprak gibi ortak özellikleri taşıyan bir insan grubu ancak ulusçu savaşım boyunca siyasal bir birlik olarak örgütlenerek sübjektif unsurun devreye girmesi ile bir ulusa dönüşebilir. Öznel unsurun iki tane kesişen bileşeni kendi içinde barmdırdığnı belirtmeliyim. Birinci olarak, ulusal bilinç ve kendini algılamayı içerir. İkinci olarak da, ulus başkaları tarafindan tanımlanmalı (other-defined)[26] ve başka siyasal kurumlar, örneğin bir diğer devlet tarafından, tanınma1ı ki hedefine koyduğu kendi siyasi birliğini kurup koruyabilsin.
Kürtler kendilerini etkileyen bütün olumsuz koşullara rağmen, ortak bir kültüre, geleneğe, coğrafyaya, özlemlere ve dile, yani nesnel unsura sahiptirler.[27] McDowall’in belirttiği gibi, Kürtler bir topluluk duygusuna sahiptirler, başka bir deyişle 19. yy.’ın sonları ile 20. yy.’ın başlarından itibaren, Türkler ve Araplarla aynı zamanda, kendilerini Kürt olarak algılamaya başlamışlardır.[28] Bu topluluk duygusu modern Kürt tarihinin büyük bir bölümüne damgasnı vuran ulusalcı hareket olarak kendini ilan etmiştir. Bununla birlikte, Kürtlerin kendilerini bir siyasal birlik olarak dönüştürme istekleri başarıya ulaşmamıştır. Başarısızlığın nedeni, öznel unsurun olgunlaşmamış olmasıdır. Kürt ulusçuluğunun öznel unsuru olgunlaşmamıştır, çünkü:
1. Başka1arı tarafından ve diğer siyasal kurumlar tarafından tanınmış değildir.
2. Yukarıda bahsettiğim olumsuz koşulların bir sonucu olarak, Kürt ulusçuluğu kendi sesini yerel hareketler olarak duyurmuştur. Yani, Türkiye’deki, Irak’taki, İran’daki ve Suriye’deki Kürt ulusçu hareketi olarak… Bu bö1ünme, Mahabad örneğinde, Kürt ulusçu hareketinin dayandığı güçler aşiretler olduğu ha1de, liderliği şehirli seçkinler ve entelijansiya tarafından yapılması ile daha derine gitmiştir .
Sonuç olarak, Kürt ulusçuluğunun bu kadar zamandır Kürt toplumunu bir siyasa1 birliğe dönüştürmedeki başarısızlığının, öznel unsurun olgunlaşmamasının bir sonucu olduğunu söylemek istiyorum.
KÜRTLER İRAN VE BÜYÜK GÜÇLER: 1941-1945
İran Kürtleri
Kürdistan’ın ilk biçimsel bölünmesi, 1639 yılında Osmanlı ordusunun Şah İsmail Safevi kuvvetlerine Çaldıran’da galip gelmesi sonucu Sultan Murat ve Şah Abbas tarafindan imzalanan bir anlaşma ile Osmanlı ve İran imparatorlukları arasında gerçekleşmiştir.[29] Qasimlo, her iki imparatorluğun özerk Kürt beyliklerinin muhalefet gösterdikleri merkezi devletler arasında bir konsolidasyona gittiklerini belirtmiştir. Son 500 yıl boyunca Kürtler Isfahan (İran’ın eski başkenti)’a ve Tahran’a karşı sürekli olarak mücadele halinde olmuşlardır. En son özerk Kürt beyliği, Sinê vilayetinde 1865 yılında özerkliğini kaybeden Erdelan Beyliği’dir.[30]
İran Kürtleri, 1880 yılında şeyh Ubeydullah liderliğinde, İran hege- monyasına karşı baş kaldırmışlar ve tüm Kürdistan’ın özgürlüğünü hedeflemişlerdir. İsyan, Urmiye ve Van gölleri arasındaki bütün bölgeyi özgürleştirmeyi başarmıştır. Qasimlo, şeyh Ubeydullah isyanı’nın bir bütün olarak Kürdistan’ın özgürlüğü ve birliğini hedefleyen ilk Kürt hareketi olduğunu belirtir.[31] İsyan, başlarda başarılı olmasına rağmen, İran ve Osmanlı ordularının ittifakları ile ezilmiştir .
Yirminci yüzyılın başlarında, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından İran Kürdistan’ı Tahran’a karşı Şikak aşireti reisi Simko (İsmail Ağa) tarafindan liderliği yapılan bir başka büyük isyana tanıklık etmiştir. İsyan Urmiye Gölü’nün batısındaki bölgenin tamamını kurtarmaya çalışmış ve Kürdistan’ın tümünün bağımsızlığını talep etmiştir. İsyan, Simko’nun İranlı yetkililerin daveti üzerine katıldığı görüşmeler sırasında Uşnu’da İran askerleri tarafindan katledilmesinden sonradır ki, güçlükle yenilgiye ugratılmıştır.
İran siyasal Yaşamının en önernli gelişmelerinden biri, İngilizlerin destegi ile Rıza Şah’ın tahta çıkması olmuştur. Rıza Şah’ın ana siyasi hedefi, merkezi bir devlet kurmak ve modernizasyon yoluyla etnik grupları asimile ederek ulusal birliği sağlamaktı.
Rıza Şah’ın Modernizasyon Programı ve
Bunun İran Kürtleri Üzerindeki Etkileri
İran, Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını ilan etti. Bununla birlikte, çeşitli güçlerin İran içine el atmaları merkezi hükümetin güçlükle kontrol altında tuttuğu merkezkaç güçlerini harekete geçirdi. İran’ın merkezi hükümetinin zayıf düşmesinin önemli bir sonucu, aşiretlerin güçlenerek aşiret federasyonları kurma fırsatını yakalamaları oldu.[32]
Rıza Şah, ulusal bir kimlik yaratmayı amaçlayan bir modernizasyon programı başlattı. Rıza Şah tarafindan başlatılan bu modernizasyon programı, dinsel etkiyi azaltmaya ve İran’ı yabancıların müdahalelerinden, aşiret ayaklanmalarından ve etnik farklılıklardan kurtarmaya dönüktü. Bunu başarmak için, Avrupa tipi eğitim kurumları kurulacak ve fabrikalar, ulaşım ve iletişim ağları gibi modern ekonomik bir üstyapı oluşturulacaktı.[33] Ramazanî, modernizasyon programının yeni sosyal ve ekonomik grupların dogmasını hızlandırırken, toplumsal çelişkileri de derinleştirdiğini belirtmiştir.[34] Kürt bölgesi bu modernizasyon programında yer almıyordu, fakat yine de, belli bir oranda Kürtleri de etkilediğini belirtmiştir Yassin. Siyasal, ekonomik ve sosyal bir kurum olarak aşiretleri zayıflatmayı amaç edinen modernizasyon programının bir sonucu olarak, pek çok sayıda aşiret reisi Tahran’a ve İran’ın başka yerlerine sürgün edildiler; topraklarına el kondu ve kendi aşiretlerine karşı kullanılmak üzere rehine durumuna düştüler. Bununla birlikte, Lencowski’nin belirttiği üzere, Rıza Şah merkezi hükümetin aşiretler üzerinde otorite sağlaması bakımından başarılı olsa da, aşiretlerin temel yapıları olduğu gibi kaldı. Modernizasyon programı aşiretler arasında merkezi hükümete karşı önemli oranda bir düşmanlık yarattı. Bu düşmanlık, modernizasyon programının bir parçası olarak, Fars olmayan grupların, özellikle Kürtlerin ve Azerilerin asimilasyonu nedeniyle ileride daha da derinleşti. Modernizasyon programnın çekirdeğini, etnik yapı bakımından çoğul olan sosyal yapıyı bir tek halkı, ulusu, dili, kültürü ve siyasal otoritesi olan birleşik bir devlete dönüştürmek teşkil ediyordu. Bu amaca uygun olarak, İran parlamentosu 1928 yılında etnik grupların geleneksel giysilerini yasadışı ilan etti. Fars olmayan dillerin kullanılması engellendi ve sonuç olarak Farsların dışındakilerin okur-yazarlık oranı düştü. Merkezi hükümetin Farslaştırma ve asimilasyon politikası Kürdistan ve Azerbaycan’da aksi tepkilerle karşılaştı; Kürtlerin ve Azerilerin etnik farklılıklarının bilincine varmasına hizmet etti.[35] Bu durum, merkezi hükümete karşı Kürtler ve Azeriler arasında düşmanlık doğmasıyla sonuçlandı. Ayrıca, bu kesimlerdeki eğitim, sağlık ve kamu hizmetlerindeki eşitsizlikler,[36] düşmanlığın yanısıra İran merkezi hükümetinin modernizasyon ve asimilasyon programına karşı yoğun bir hoşnutsuzluk ve tatminsizliğe de neden oldu. Bu rahatsızlık, Tahran’a karşı isyanlarda ve otonomi isteklerinde her fırsatta kendini dışa vuruyordu. 1920’lerden Anglo-Sovyet işgaline kadarki İran tarihi, sürekli mücadele ve isyanlarla dolu geçmiştir .
Yassin ve Izady, Rıza Şah’ın modernizasyon programının “Türkiye, Irak ve Suriye’nin umarsız etnik-ulusal azınlklar arasından ulus-devletler yaratma”[37] şeklinde daha geniş bir bağlamda ele alınabileceğini belirtmişlerdir. Mustafa Kemal’in liderliğindeki Türk Cumhuriyeti’nin modernleşme ve batılılaşma politikası ile Rıza Şah’ınki birbiriyle çakışmaktadır. Bu iki ülkenin ortak ayırt edici yönleri, bağımsız Kürt kimliğini parçalamak ve asimile etmek olmuştur. Bu nedenle, bu iki ülkedeki Kürt milliyetçiliğinin hemen hemen aynı zaman aralığında birlikte ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Bütün Kürt isyanlarının ana özel1iği, kendi kaderini tayin etme hakkının yaı sıra, kültürel ve demokratik hakları talep etmek olmuştur.
Rıza Şah Rejiminin Sonu: İran İşgal Altında
25 Agustos 1941’de, İngiliz ve Sovyet güçleri sırasıyla güney ve kuzeyden İran’a girdiler. İran’ın Anglo-Sovyet işgalinin nedenleri sözde şeylerdi, bununla birlikte ana etkenler İran’daki Alman aktivitelerini engellemek ve İngilizlerle Amerikalıların Sovyetler Birliği’ne yardım yolunu olduğu kadar, Transkafkasya’daki petrol alanlarını da güvene almaktı.[38]
İşgal nedeniyle Rıza Şah rejiminin Eylül 1941’deki düşüşü, İran’ı siyasal bir kaos ve karışıklık ortamında bıraktı. İran ordusu çözüldü ve aşiretler bu dağılan ordudan silah ve cephane alarak kendilerini silahlandırdılar.[39] Daha önce sürgün edilen ve kendi bölgelerinden zorla uzak tutulan aşiret reisleri, kendi yerlerine geri döndüler ve yerel iktidarlarını tekrar ele aldılar. İşgalden sonra meydana gelen siyasal gelişmeler ve Rıza Şah’ın düşüşü, Kürtler arasında kendi geleneksel durumlarını tekrar tesis etmek açısından bir umut kaynağı oldu.
İşgal altındaki İran’da merkezi hükümete karşı ilk direnişler, liderliği aşiret reisleri tarafından yapılan ve siyasal olarak örgütlenmemiş bir hareketti. Roosevelt, “karışıklıkların ana merkezlerinin Mahmud Han’ın müthiş bir hegemonya kurduğu Mîrivan ve Hewraman (Awroman) dağları ile uzun süre Irak’ta sürgün kalan Kama Reşîd Han’ın Saqiz ve Serdeşt’i içine alan bir beylik kurduğu Banê olduğunu”[40] belirtir. Tahran’a karşı aşiret direnişlerinin yanısıra, İran Kürdistan’ında ikinci bölümde incelemiş olduğum siyasal örgütlenmeler de ortaya çıkmıştır.
İran’daki Kürt Aşiretleri
Kürt aşiretlerinin Kürdistan’ın sosyal, politik ve ekonomik hayatında belirgin bir önemleri vardı. İran’ın işgalinin ilk günlerinde Kürdistan’daki politik gelişmeleri aşiretlerin belirlediği ve Kürt ulusal hareketini etkileyen hayati bir etken olduğu söylenebilir. Aşiretler, aynı zamanda büyük güçlerin de İran’daki politikalarını kabul ettirmek için en başta muhatap aldıkları güçleri teşkil etmekteydiler. Sovyetler ve Britanya, aşiretlerin İran’daki güçleri ve önemlerini biliyorlardı. Roosevelt, merkezi hükümetin yokluğunda Sovyetlerin aşiretlerle doğrudan ilişkiler kurduğunu belirtir. Bunlar, kuzeyde Celalî’ler, Şahpur’un batısındaki dağlarda bulunan Şikakî’ler ve Rızaiye’nin batısmdaki Herkî’lerdir. Kirmanşah-Bağdat yolu civarını, İran Kürdistam’nın güney kesimlerini kontrol eden İngilizler, aşiretleri sessiz tutmuşlardır.[41] Eagelton, İran Kürdistan’nında nüfusları 120.000 ile birkaç bin arasında değişen altmıştan fazla Kürt aşireti olduğunu söylemiştir. İran Kürdistanı’ndaki en önemli aşiretler şunlardı:
Celalî’ler; 25.000 kişilik nüfuslanyla, Kuzey Doğu’nun en uç kısmında, Türk ve Sovyet sınırlarının birleştiği kesimde konumlanmışlardır. Eagelton, bu aşiretin sonradan Mahabad Cumhuriyeti’ne arka çıkmalarını da tavsiye eden Rızaiye’deki Sovyet Konsolosu tarafından etki altına alındığını belirtmiştir .
Şikakî’ler; 40.000 kişilik nüfuslarlyla o zamanki en büyük ikinci aşiret konumunda idiler. Bölgeleri, Azeri ve Kürt Cumhuriyetleri arasında sınır olan Hoy kentindeki Azeri Türklerini de barındırmaktaydı ve bir cephe teşkil etmekteydi.
Diger aşiretler, İran ve Irak arasında yerleşik olan 25.000 kişilik Herkî’ler, güneydeki 10.000 kişilik Milanî’ler, 5.000 kişilik Begzade’ler ve 8.000 kişilik Seyîd’ler idi.[42]
Aşiretlerin Kürt ulusçu hareketinin örgütleri ile ilişkileri ve Cumhuriyetin kuruluşu ve yıkılışındaki nihai rolleri, ilgili bölümlerde tartışılacaktır.
İran ve İran Kardistan’ındaki Büyük Güçlerin Politikaları:
1941-1945
İran’ın ve İran Kürdistam’nın jeopolitik konumlarına bağlı olarak, araştırmamızın konusu olan bölge, kendi dış politikalarını ve çıkarlarını kabul ettirmek ve uygulamak bakımından Büyük Güçler için son derece büyük bir öneme haizdi. Eski Sovyetler Birliği’nin, İngiltere’nin ve ABD’nin dış politikaları ve bunların birbirleriyle, İran ile ve Kürtler ile ilişkileri bu çalışmanın önemli bir yanını teşkil etmektedir. Cumhuriyetin kuruluşu ve çöküşü, Büyük Güçlerin genelde İran ve özelde İran Kürdistanı’ndaki politikaları ve birbirleriyle ilişkileri bağlamında çözümlenmelidir. Bununla birlikte, benim vurgum, Kürtlerle yakın teması nedeniy1e Sovyetler Birliği üzerinde olacaktır.
1- Eski Sovyetler Bir1iği’nin Kürt Politikası
SSCB’nin Kürt politikası, onun Orta Doğu’daki çıkarlarının ve İngiltere, ABD, İran ve Türkiye gibi diğer güçlerle ilişkilerinin bir parçası idi. Geniş anlamda, SSCB’nin Kürtlere yönelik politikası iki aşamaya sahipti: İşgalden 1944’deki petrol krizine kadar; ve o tarihten Cumhuriyet’in çöküşüne kadar.
Sovyet işga1inin ilk aşamasında, Sovyetlerin Kürtlere yönelik yaklaşımı onları korumak yönündeydi.[43] Sovyetler, İran kuvvetlerinin işgal bölgelerine girmelerine izin vermeyerek Kürtleri dolaylı olarak İran kuvvetlerinden koruyorlardı. 1941’in sonlarında, dikkat çeken bir olay oldu. Sovyet Azerbaycanı yetkilileri, Mahabad’dan 30 kadar Kürt aşiret reisi, toprak ağası ve dinsel şahsiyeti davet ettiler.[44] Bu Kürt liderlerinin Bakü’ye davet edilmeleri, İngiliz ve İran yetkililerince Sovyetlerin bağımsız bir Kürt devleti kurdurma çabası olarak değerlendirildi. İngiliz diplomatik kaynakları İngiliz yetkililerin Bakü’de gerçekleşen davetin bağımsız bir Kürt devletinin çekirdegi için “bir merkezi kurtuluş komitesi kurmak” olduğuna inanıyorlardı.[45] İran Başbakanı da bu seyahatin “tehlikeli propagandalara katılma1arı için eğitilmeleri ve daha sonra Sovyet sistemi ile karışık ayrılıkçı eğilimler lehinde açık nümayişler yapacakları cahil vilayetlere geri gönderilmeleri amacıyla Bakü’de birkaç başıbozuk unsur için”[46] düzenlendiği kanaatindeydi.
Sovyet yetkilileri, seyahatle ilgili İngiliz ve İran iddia1arını reddettiler ve seyahatin öncelikle kültürel olduğunu ve hiçbir siyasal önemi olmadığnı belirttiler. Gerçekten de, Sovyetlerin Kürt liderlerini bagımsız bir Kürt devletini desteklemek için çagırdıklarına ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Yassin, bu seyahatin “Sovyet Azerbaycanı yetkililerinin Kürt aşiretleri ile sürmekte olan barışçı ilişkileri korumak çabası”[47] olarak değerlendirmek gerektiğini belirtir. Eagelton’a göre de, delegeler fabrika1arı, tiyatroları, sinemaları ve çiftlikleri gezerek birkaç gün geçirmişler ve Azeri Başbakan ile görüşmelerinde kendilerine Sovyet dostluğundan ve Kürt-Azeri kardeşliğinden bahsedilmiştir.[48]
SSCB’nin Kürtlere yaklaşımı, Sovyetlerin genel politikası ve savaşın ilk safhalarındaki İran’daki çıkarlarının ışığı altında değerlendirilmelidir. İran, SSCB için Almanlarla mücadeleleri bakımından bir can damarı durumunda idi. Bu nedenle İran’nın güvenliği, özellike de İran’ın kuzeyinin güvenliği SSCB için ileri derecede önemli idi.[49] Kuzey İran’ı korumak için, SSCB bölgenin güvenliği için işbirliği edilebilecek olan bölge güçleri ile işbirliğine gitmek zorundaydı. Kızıl Ordu bölgeyi korumak için yeterince güçlü olmadığından SSCB’nin yerel güçlerle işbirliği yapmaktan başka bir seçeneği bulunmamaktaydğ.[50] Bu nedenle savaşın ilk evrelerindeki İran ve özellikle İran Kürdistanı’ndaki Sovyet politikası “Katkaslar ve Azerbaycan’a çekilen Sovyet ordularının gerisini korumak ve İran Körfezi’nden tankerlerle gelen Amerikan yardımlarının kamyonlarla yukarıya aktarılmasnı sürdürmek şeklindeydi. Bu nedenle, Sovyet politikası savaşın birinci yılında ve işgalin yarısına kadar dikkatli ve değişken bir seyir izleyerek elden geldiğince az sayıda kişi ve gruba müdahale edildi. Çünkü Türkiye’deki Miğfer Devletleri ajanlarının onları etkilemek istediklerine inanıldığı için Kürtlerin onlara ihtiyaç duymalarına neden olmak istenmiyordu.”[51]
Sovyetlerin İran politikası ve Kürtlere yaklaşımındaki ikinci aşama, 1944’deki İran-Sovyet petrol krizi ile birlikte başladı. 1944 yılı boyunca hem Amerikan ve hem de İngiliz petrol şirketleri İran petrol rezervleri üzerinde arama yapma imtiyazı almak istediler ve bu İran merkezi hükümeti tarafından kabul edildi. SSCB de benzeri bir arama imtiyazı almak istedi, fakat İran Başbakanı tarafından ret edildi.[52] Hemen akabinde gelişen Sovyet-İran ilişkileri sonucu Sovyetler İran içişleri için yaşamsal denecek meselelere geniş çapta karışmaya başladı.[53] İran’a petrol aramaları için baskı uygulamak amacıyla SSCB açıkça Azerileri ve Kürtleri desteklemeğe başladı.[54] Böylece, Kürtlerle iyi niyete dayalı ilişkileri sürdürerek kendi kontrolleri altındaki bölgenin güvenliğini sağlamak şeklindeki önceki dönemdeki Sovyet politikası, Kürt taleplerine açık destek vermek şeklinde dönüşüme uğradı. Yine de, Sovyet politikasındaki bu değişimi, bagımsız bir Kürt devleti için çalışmak veya onu desteklemek şeklinde bir değişiklik olarak anlamamak gerekir.[55] SSCB’nin bagımsız bir Kürt devletine taraftar olduğu biçimindeki iddia yanlıştır veya en azından İran’daki Sovyet varlığını dengelemek için ABD’nin desteğini almaya çalışan İranlı yetkililerin bir abartmasıdır.
Sovyetlerin İran Kürtlerine yönelik sınırları belli bir politikasının olmadığnı belirtmek gerekir. Tahran’daki Amerikan Konsolosu, SSCB’nin Kürtler tarafından İran hükümetine yöneltilen tehdidi sömürmek konusundaki politikası kesin olmakla birlikte, SSCB’nin Kürtlere dönük politikasının belirsiz olduğunu belirtmekteydi.[56] Eagelton’a göre, SSCB Kürt taleplerini bagımsız bir Kürt Devletinden çok, Azerbaycan Cumhuriyeti bağlamılnda değerlendirmekteydi. Bakü’ye ikinci ziyaretlerinde, Kürt delegeleri Sovyet Hükümeti ile görüşmek taleplerini ileri sürdüler. Bu talepler “ayrı bir devlet ve SSCB’den para ve silah şeklindeki yardım”[57] isteklerini içermekteydi. Azeri Başbakan Bagirov, Kürt delegelerine ayrı bir Kürt Devleti kurmak için acele etmeye gerek olmadığı tembihinde bulunmuştur. Kürt Devletinin sadece İran’da değil Türkiye ve lrak’ta da bir halk hareketine dayanması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu arada Bagirov, her nedense, “Kürtlerin özlemlerinin otonom Azerbaycan içinde başarıya ulaşabileceğini”[58] de ileri sürmüştür.
Sovyetlerin Kürtlerin özlemlerini Azerbaycan içinde karşılama politikası Mahabad Cumhuriyetinin kurulmasından sonra bile devam etmiştir. Kürt delegeleri Mart 1946’da[59] Tebriz’e Azerbaycan yetkililerini görmeye gittiklerinde, kendilerine Azerbaycan Cumhuriyeti ile birleşmeleri söylenmiştir.[60] Bununla birlikte, Kürt delegeleri Sovyet mantığını uygun bulmamışlar ve şöyle demişlerdir:
“Siz Ruslar bizden daha ilerisiniz ve bunun için biz size uyduk. Eger siz, bu duruma rağmen, bizi bizden ileri olmayan kimselere yöneltmekte ısrar ederseniz, bizim onlara uymak için hiçbir nedenimiz olamaz. Eger Kürtler zayif oldukları için bir başka devletle birleşmek zorunda iseler. neden tekrar İran ile birleşmesinler?”[61]
İngiliz Hükümetinin Kürt Politikası
Kürt aşiretlerinin önemine ve Kürdistan’ın İngilizlerin Orta Doğu’daki çıkarları bakımından jeo-politik konumuna rağmen, İngilizler Kürtleri doğrudan desteklemekten kaçınmışlardır. Araştırma konusu yapılan süreçte İran’daki İngiliz dış politikası, İran merkezi hükümetini desteklemek ve merkezi hükümet üzerinden aşiretlere bazı reformlar sağlayarak İran Kürdistanı’ndaki karışıklıkları en aza indirmekti.
İran Kürdistanı, özellikle, Almanlar 1941 yılında SSCB’ye saldırıp böylece Alman kuvvetlerinin Kafkaslara girmesi ihtimalinin İngiliz çıkarlarını tehdit etmesi ile stratejik bakımdan hayati derecede önemli olmuştur.
İran Kürdistanı’nın bu önemine rağmen, Kürt taleplerine İngiliz desteğinin olmamasının nedenleri daha agır basmıştır. İngiliz heyetinin Tahran’da 1942’deki[62] bir toplantısında, İngiliz yetkililer dışişlerine İngiliz politikasını şekillendirmesini istedikleri önerilerini sunmuşlardır. Bu öneriler şöyledir:
1. İran merkezi hükümeti güçlendirilmelidir;
2. Merkezi hükümet aşiretlerle doğrudan kendisi ilgilenmelidir;
3. Aşiretlerin Migfer Devletlerine karşı İngiliz savaş güçlerine yardımları önemsiz kalmaktadır [63] ve İngilizler aşiret kavgalarına karışmaktan kaçınmalıdır.[64]
İngilizlerin Kürtlere yönelik politikaları, komşu devletlerin Kürt sorunu konusundaki duyarlılıkları bağlamında da bir çözümlemeye tabi tutulmalıdır. İngilizler, İran’daki Kürtlere bir yardım durumunda bunun Türkiye’yi Migfer Devletleri yanında yer almak konusunda harekete geçireceğinden korkmuşlardır. Kendisi de bir Kürt sorununa sahip olan Türkiye, Kürdistan’ın her parçasındaki her türlü gelişmeye oldukça duyarlı idi. Bölgedeki İngiliz yetkililer, Türkiye’nin Kürt sorunu konusundaki kaygılarının “aşırı”[65] olmakla birlikte rahatlatılması gerektiğini, aksi taktirde Türkiye’nin “savaşa dönük politikası bakımından tepki gösterebileceği ve hatta bir Alman saldırısına direnişini bertaraf edebileceği”[66] şeklinde Dışişleri Bakanlığı’nı şiddetle uyarmışlardır.
İngilizler, ayrıca İran Kürtlerinin otonomi veya bağımsızlık türünde herhangi bir durum kazanmaları halinde bunun, iki taraf arasında kuvvetli bağlar olduğu için, Irak Kürtleri üzerinde büyük etkisi olacağından da korkmuşlardır.[67] İngilizler Irak’taki Kürtlerin İran Kürdistanı’ndaki gelişmeleri yakından izlediklerine ve herhangi önemli bir başarını Irak’taki siyasal durumu karıştrıp sıkıntılara neden olacağına inanmaktaydılar.[68]68
İran’daki sıkıntıları ve karışıklıkları en aza indirmek için, İngiliz yetkililer merkezi hükümeti aşiretlere uzlaşmacı bir yaklaşım geliştirmesi için çaba sarfettiler, Reader Bullard, örneğin, İran Başbakanına aşiretlerin şikayetleri ile ilgili bir soruşturma başlatılacağı sözünü içeren bir bildiri yayınlamasını önerdi.[69] Bullard, Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği telgrafında, İngiliz politikasını şöyle özetlemiştir: “…Kürdistan’daki otoritelerini yeniden kurmaları için İran Hükümetini cesaretlendirmek ve bütün meşru şikayetleri takip etmek”[70] İngilizlerin girişimlerine rağmen, İran yine de uzlaşmacı bir politika ve reform yolunda bir adım atmadı ve sadece taktiksel manevralarla yetindi.
ABD’nin İran Politikası
ABD’nin özel bir Kürt politikası yoktu. Bu nedenle, ABD’nin Kürt sorununa ilişkin yaklaşımını ABD’nin bö1gede İran ve SSCB’ye yönelik politikaları bağlamında ele alacağım.
George Lenczowski, ABD’nin İran politikasinin `bütünlü[e saygi, içişlerine karişmama, ekonomik yardim ve tavsiyeye hazir olmak ve Açık Kapı doktrini gibi soylu ilkeler”[71] temeline dayandığını belirtmiştir. Lenczowski’nin iddiasının aksine, Yassin İran’ın egemenlik ve bütünlüğünün korunması konusuna İran’daki Amerikan çıkarlarının ışığı altında bakılmalıdır. ABD’nin İran’daki politikasının temel ilgisini Amerika’nın Suudi Arabistan ile olan petrol konusundaki önemli gelişmeleri bakımından etkili sonuçlara neden olabilecek olan bir büyük gücün İran’a yerleşmesinin engellenmesi teşkil etmiştir.[72] İran’daki ABD politikası ülke üzerinde kontrol kurmak isteyen Sovyet girişimlerine karşı koymak için merkezi hükümetin güçlendirilmesi olmuştur. Elde bulundurma politikası olarak da adlandırılan bu politika, savaş sonrası dönem için de geçerli olmuştur.[73]
Bu bö1ümü özetlemek bakımından, Mahabad Cumhuriyetinin yıkılıp gitmesinde birkaç nokta büyük derecede önemi haizdir:
Birinci olarak; merkezi hükümetin modernizasyon ve asimilasyon programı Azeri ve Kürtler gibi etnik grupları yabancılaştırmış ve daha sonra da Tahran aleyhine ulusalcılığın düşmanca duyguların yükselmesine neden olmuştur.
İkinci olarak; İran’ın İngilizler ve Sovyetler tarafından işgali, hükümeti desantralize etmiş (merkezsizleştirmiş) ve İran ordusununun dagılmasına neden olmuştur. Merkezi hükümet tarafından tatmin edilmeyen ve hayal kırıklığına uğramış olan kesimler, bu durumdan yararlanmışlar ve kendilerini yönetmeyi istemişlerdir. Bu süreç, aşiret reislerinin dönmesi ve aşiretlerin dagılan ordunun silahlarına el koyarak hızla güçlenmesi ile ivme kazanmıştır.
Üçüncü olarak; İran’daki büyük güçlerin çıkarları, hedefleri ve ilgi odakları önemlidir. Hem SB ve hem de Britanya, müttefiklerin savaş gücü bakımından hayati derecede önemli olan savaş yardımlarını SSCB’ye ulaştıfmak için İran’ın korunmasını hedeflemişlerdir. SB ayrıca İran’daki petrol rezervlerine ilgi duymuş ve imtiyazlar almak için Kürt ve Azerilerin kendini yönetme veya otonomi gibi taleplerini kendi çıkarına kullanmıştır. Bununla birlikte, SB’nin Azeriler ve Kürtlere yönelik iki farklı politikası olmuştur. SB bir Azerbaycan Cumhuriyetinin teşkili ile daha çok ilgili olduğu için, Kürtlerin Azerbaycan içinde bir otonomi ile smırlandırılmasını tercih etmişlerdir.[74] Büyük Britanya ve ABD, diğer yandan merkezi hükümetin güçlendirilmesinden yana olmuşlar ve Kürtlere herhangi bir destek vermemekte ısrar etmişlerdir. ABD, SB’nin Kürtleri ve Azerileri desteklemek yoluyla Sovyetlere yakın bir İran hükümeti kurmak amacında olduğunu sanmıştır. Bu nedenle hem ABD’li ve hem de İngiliz yetkililer ve bazı akademisyenler yanlış bir şekilde Mahabad Cumhuriyetinin kuruluşunun SB tarafindan planlanarak hayata geçirildiğini kabul etmişlerdir.
KÜRT ULUSÇULUĞUNUN YÜKSELİŞİ VE MAHABAD CUMHURİYETİNİN KURULUŞU
Mahabad Kürt Cumhuriyetinin kuruluşu tarihsel bir olay olmuştur. Asıl mimarları Kürt milliyetçileri olmuştur. Kürdistan genelindeki ve İran özelindeki Kürt ulusalcı hareketi cumhuriyetin ortaya çıkmasında hayati rolü oynamıştır. Bununla birlikte, İran’daki siyasal durumdaki dramatik değişim ve büyük güçlerin birbirleriyle, İran’la ve Kürtlerle ilişkileri gibi iç içe geçmiş gelişmeleri dikkate almaksızın cumhuriyetin kuruluşunu tek başına Kürt ulusçuluğuna indirgemek yüzeysel bir bakış olacaktır. Bu bölümde Kürt milliyetçiliğini ve özellikle ileride Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) olarak yeni bir biçim alacak olan Komela olmak üzere, Kürt örgütlenmelerini incelemeye çalışacağım. Sonra da Kürt ulusçuluğunun büyük güçler, merkezi hükümet ve Azerilerle olan ilişkilerine göz atacağım.
Komela’nın Oluşturulnası
Mahabad uzun süren bir Kürt ulusçuluğu geleneğine sahip bir alan olmuştur.[75] 1942’deki İran’ın istisnai koşullarında Mahabad’daki Kürt ulusçuları Komela Jîyanewa’e Kurd’u, kısaca Komela’yı, yani Kürt Diriliş Dernegi’ni kurdular.[76]
Komela’ya şehirli seçkinler ve entellektüeller liderlik etmişlerdir. Bunların çoğu Mahabad’da etkin şahsiyetlerdir. Parti üyeliği sadece Kürtlerle smırlı tutulmuş ve örgütlenme biçimi olarak gizli hücre tipi temel alınmıştır.[77] Komela’nın temel siyasal amacı Kürtlere otonomi kazandırmaktı ve siyasal yaymı Niştiman’da yazıldığı gibi, nihai amacı parçalanmış olan Kürdistanı birleştirerek bağımsız bir Kürdistan kurmaktı. İran merkezi hükümetine verilen bir memorandumda Komela taleplerini şöyle formüle etmekteydi:
1. İran merkezi hükümeti 3 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Kürt bölgelerinde Kürt dilini resmi dil olarak kabul etmelidir,
2. Kürtçe, eğitim, idari ve adalet işlerinde resmi dil olmalıdır,
3. Kürdistan’daki devlet yetkilileri Kürt olmalıdır,
4. Kürdistan’dan elde edilen bütün mali kaynaklar Kürdistan’da okullar ve hastahaneler yapılmasına harcanmalıdır,
5.Bu talepler parlamentoya götürü1meli ve yasal statüye kavuşturulmalıdır,
6. Bunlar mevcut koşullardaki taleplerimizdir. Gelecekteki hedef, halkın meşru hakkı olan kendi kaderini belirleme temelinde kendini yönetmesidir. Bu konudaki görüşmeler savaş sonrasında yapılacaktır ve hiç şüphe yoktur ki, Kürtler kendi geleceklerin belirleyeceklerdir.
7. Kürt halkının kendi geleceğini belirlemesine izin verildiği takdirde, İran’a bir komşu gibi yaklaşılacaktır.[78]
Komela ulusalcı bir partiydi ve İran Kürdistanındaki Kürt ulusalcılarının harekete geçirmiştir. Komela’yı İran’daki Kürt hareketi içinde belirgin kılan şey, onun Kürdistan’ın diğer parçalarıyla bağlantılarıdır. Kürdistan’ın dört parçasında bir ulusal hareket yaratmaya ve Kürdistan’ı birleştirmeye verilen dikkat Komela’yı yerel bir hareket olmaktan ayrıp ona ulusal bir hareket karakteri vermekteydi. Bazı akademisyenler Komela’nın yerel bir hareket olduğunu ve Kürdistan’ın diğer parçalarıyla bağı olmadığını belirtmişlerdir.[79] Bu doğru değildir. Komela ve Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtler arasındaki ilişkiler iyiden iyiye kurulmuştur. Komela ile Hîwa[80] arasında ilişkiler bulunmaktaydı; öyle ki, MîrHac örneğinde olduğu gibi, Komela’nın oluşturulmasındaki aktif katılımcılar arasında Hîwa’nın bazı aktif üyeleri de yer almışlardır. Aynca Komela ve Türkiye Kürtleri arasında da ilişkiler bulunmaktaydı. Komela’dan çıkan bazı kollar Irak ve Türkiye’de kurulmuşlardır. Komela’ya Kürdistan’ın bütün parçalarından Kürt temsilciler gelmişlerdir.[81] Bu gelişen ilişkiler sonucunda, sembolik bir anlamı olan Türkiye, Irak ve İran sınırlarının kesiştiği noktada, Dalan Par Dağlarında bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantı Üç Sınır (Sê Sînor) Toplantısı olarak adlandırlmıştır. Kürt delegeler Peymanî Sê Sînor adlı bir pakt imzalamışlardır. Toplantının önemli yanı büyük Kürdistan’ın çıkarları için uygun destek sağlamak, maddi ve insan kaynaklarını paylaşmak kararı olmuştur.[82] Büyüyen Kürt ulusculuğunun Büyük Kürdistan’a dönük yoğunlaşması, yerel güçleri olduğu kadar büyük güçleri de gerek Kürtlere yaklaşımları bakımından ve gerekse birbirleriyle ilişkileri bakımından ilgilendirmekteydi.
Eagelton, “1944 yılı ile birlikte Komela’nın yeni olan faaliyetleri İran Kürdistanı’nın kuzeyinde, hem Mahabad yakınlarındaki tarafsız bölgede ve hem de Mahabad’ın kuzeyindeki Rus sınırına kadar olan bölgede yayılmaya başladığını”[83] belirtmiştir. Komela aşiretler içinde biraz taban bulmuştur. Eagelton’a göre, 1945 yılı ile birlikte neredeyse bütün Kürt aşiret reisleri ve pek çok ha1ktan kimse partiye katılmıştır. Bununla birlikte, bu durum tamamen doğru değildir. Komela aşiret reislerine ve toprak aga1arına çok eleştirel yaklaşmıştır. Bunlar partideki mevkilerden uzak tutulmuşlardır. Komela, aşiret reislerinin ve toprak ağalarının Kürtlerin geri kalmasının sorum1uları olduğuna inanmaktaydı. Bu nedenle Komela, “bir yandan Kürt entellektüelleri ve şehirli seçkinler ile diğer yandan geleneksel seçkinler arasında fonksiyonel bir simbiosis (birleşme, ç.n.)”[84] yaratmakta başarılı olmuştur.
Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Kurulması
Qasimlo, İran Kürdistam’ndaki demokratik hareketin mevcut siyasal yapı içinden çıktığını belirtmiştir. Çünkü, “daha geniş bir siyasa1 bakışa sahip kadrolara, zamanın gereklerine uygun bir siyasal programa ve onbinlerce üyeye onderlik edecek bir orgüt1enmeye”[85] ihtiyaç bulunmaktaydı. Sonuç olarak 1945’de[86] Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) adı verilen yeni bir parti kurulmuştur. KDP’nin kurulması meselesi bir hayli ihtilaflı bir konudur. Bazı akademisyenler, KDP’nin kuruluşunun Bakü’deki bir toplantıda Sovyet yetkililerinin işareti ile veya doğrudan direktifi ile olduğunu iddia etmişlerdir.[87] Kürtler ve SB arasında temasların olduğuna ilişkin şüphe olmamakla birlikte, yine de KDP’nin Sovyet direktifi ile kurulduğunu gösterecek açık bir delil bulunmamaktadır. Yassin, KDP’nin kuruluşunun asıl olarak “Kürt1erin ulusalcı ve demokratik bir partiye olan ihtiyacında”[88] temel bulduğunu belirtmiştir. Komela dağıldığında bütün Komela üyelerinin KDP’ye katıldığını ve Komela ile KDP arasındaki farkın sadece orgüt1enme yapısında ve üyelikte olduğunu ve programatik, ideolojik veya siyasal düzlem bakımından bir fark olmadığının ayırdına varmak önemlidir. Komela’dan farklı olarak, KDP halk içinde açık faaliyette bulunan lega1 bir örgüttür. Ve belki de daha önemlisi; KDP, toprak ağalarına ve aşiret reislerine eleştirel yaklaşarak onlara parti içinde yüksek mevkilerde görev vermeyen Komela’ya nazaran, aşiret reislerine ve toprak ağa1arına parti içinde önemli roller üstlenmelerine izin vermiştir. Bununla birlikte, Komela’dan KDP’ye geçişte siyasal bir değişim görmek mümkün değildir. Sekiz anahtar noktayı içeren KDP’nin programı bir karşılaştırmaya tabi tutulduğunda Komela’nınkiyle taşıdığı benzerlikler hemen fark edilebilmektedir:
1. İran’daki Kürt halkı kendi yerel işlerine kendileri bakmalılar ve İran sınırı içinde kendilerine bir otonomi verilmelidir.
2. Kendi ana dilleri ile öğrenim görmelerine izin verilmelidir. Kürt böl gelerinde resmi idari dil Kürtçe olmalıdır.
3. Ülke anayasası, bütün sosyal ve idari konular için seçilecek olan bö1ge temsilcileri için garantiler vermelidir.
4. Devlet yetkilileri yerel ha1ktan seçilmelidir.
5. Köylülerin ve toprak sahiplerinin geleceklerini teminat a1tına a1acak şekilde genel bir yasa ile her iki taraf arasında bir uzlaşma zemini sağlanma1ıdır.
6. KDP Azerbaycan halkı ve Azerbaycan’daki azınlıklar (Asuriler,
Ermeniler vs.) ile tam bir kardeşlik ve birlik için mücadele eder.
7. KDP; tarim ve ticaretin ilerletilmesini; sağlık ve eğitim hizmet1erinin geliştirilmesini; Kürt ha1kının maddi ve manevi iyiliğinin artırılmasını ve Kürdistan’ın doğa1 kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasını görev bilir.
8. KDP, bütün ülkenin ilerlemesi için İran’daki bütün halkın siyasal eylemlerinde onlar için özgürlük talep eder.[89]
KDP’nin bu programı, meşruluğa ve İran’ın bütünlüğüne bir dönüş olarak kabul edilmiştir. İran hükümeti KDP’nin kurulmasını ve programını nihai olarak SB’nin arkasında olduğu bağımsız bir devleti hedef alan ayrı1ıkçı bir hareket olarak değerlendirdiği için kutlamak konusunda endişeli davranmıştır. İran hükümeti, Sovyet1erin ülkedeki varlığına ve Kürtlere dönük politikasına ABD’nin desteğine ihtiyaç duymuştur. Ayrıca, Türkiye ve Irak’ın her ikisinin de oldukça duyarlı olduğu Kürt sorununa dikkat1erini çekmeye çalışmıştır. Daha önce de belirttiğim gibi, ABD’nin politikasğ İran’ın birliğini korumak ve burada hiçbir Sovyet kuruluşuna veya Sovyet destekli bir rejime izin vermemekti. Böylece, İran hükümetinin Kürt ulusalcı hareketi ve onun Sovyet1erle olduğu iddia edilen ilişkileri hakkındaki propagandaları İngiliz ve ABD’nin Kürt ulusalcı taleplerine muhalefet etmeleri konusunda önemli bir role sahip olmuştur.[90]
Bu süreçte önemli bir gelişme meydana geldi. Kürt delegeleri Bakü’yü ziyaret etmekte iken, Mela Mustafa Barzanî, Irak Kürdistanı’ndaki bir Kürt milliyetçisi, ve onu izleyenler, Irak’tan çıkarak sınırı geçip İran Kürdistanı’na geçtiler. Barzanî, Nisan 1945’te bir isyana liderlik etmiş fakat İran’a doğru geri çekilmek zorunda bırakılmıştı. Onun İran sınırını seçmesinin nedeni, asıl olarak İran ordusunun varlığının kalmadığı ve Mahabad’a yol veren gelişmelerin yaşandığı İran Kürdistanı’ndaki durum hakkında bilgi sahibi olmasıdır. İbrahim Ahmed’in anılarına göre, İran Kürtleri Mela Mustefa Barzanî’nin bir İngiliz ajanı[91] olabileceğinden şüphelendikleri için önce O’nu hoş karşılamadılar. Bununla birlikte, Barzanî İran Kürdistanı’na geçmeden önce Komela ile temasa geçmiş ve yanındakilerle birlikte İran Kürdistanı’na geçme arzusunu ifade etmişti. Komela buna olumlu yanıt verdi.[92] Qazî Muhammed ile görüşmesinde Barzanî, Qazî tarafından hoş karşılanan savaşçılarını Kürtlük için fedai olarak verdi.[93]
Mahabad Cumhuriyetinin Kuruluşu
1945 Ekimi’nin ortalarında İran Azerbaycanı’nda bir isyan patlak verdi. İsyanın başında Azerbaycan Demokratik Partisi (ADP) bulunmaktaydı. Silahlı ADP üyeleri ve gönüllüler, İran Azerbaycanı’nının en önemli kenti olan Tebriz’i ele geçirdiler. İran ordusu Tebriz’de konaklamış bulunuyordu. Tebriz’deki İran askeri müfrezeleri saldırıya uğradı ve silahsızlandırıldı, kamu bina1arı işgal edi1erek Tahran ile bağlantılar kesildi. Sovyet ordusu İran birliklerinden hiçbirine bö1geye girme izni vermedi. Kasım 1945’in sonu ve Aralık 1945’in başlarında ulusal bir konsey oluşturularak Azerbaycan Otonom Cumhuriyeti (AOC) i1an edildi ve yerel bir hükümet oluşturuldu.
Bütün bu zaman boyunca, İran merkezi hükümetinin Azerbaycan ve Kürdistan’da hiçbir kontrolü yoktu.[94] İran ordusu içinde bulunduğu koşullarda etkisiz kalmıştı. AOC’nin