Derinlik bir uçurumdur; yanı-başında durduğumuz. Derinlik bir algılamadır; öznel olduğu kadar sosyal/toplumsal ve tarihsel durakları bulunan. Öyle derinlikler vardır ki, limitsiz düşülür içine 4000 mt ve Ararat’ın gölgesi düşer üzerine. Yedi iklimin habercisi beşinci yöne yükselir kendi derinliğinde. Derinlik vardır yüceltilerden büyük ve içinden çıktıkları yüceltiye yıldız biriktirirler; sonrasında turnalar çark/semah dönerler Kup Gölü’nde; “ Ağrı’nın Derinliği” ...
Öykülenir, efsane odur ki, çobanların taht kurdukları; saraylara değişilmeyen; anıt gibi yükselirken derinliğine çöker. Bu çöküşten yeniden doğar Lilith, volkanik rahminden. İlk direnen kadın olur; Phoneix’tir beş-yüz-yılda bir doğar kendi küllerinden...
Öykülerin kucağında büyür insan. Her yaşanmışlığın kendince bir öyküsü vardır. Öyküler vardır ki, “ Hepimize, bütün dünya çocuklarına nereye, hangi acıya ait olduklarına dair bir hikaye öğretilir. Öğretme çabaları o kadar sıkıcı, hikayeler o kadar hamasidir ki giderek dalga geçersin. Dalga geçmeye başlayınca da senden uzaklaşır senin içine yerleştirmeye çalıştıkları duygu, aidiyet.” (1) Öykülerin dili büyüdükçe anlatıcısının yerini alıp gerçeğe bürünmeye başlarlar. Öyküler vardır; tınısı kulağa hoş gelen, öyküler vardır; yürekte acı iz bırakan, öyküler vardır; ezberden öteye geçmeyen, öyküler vardır; yaşar/ölür, öykülerdir insanı sonraki kuşağa aktaran; kadim ırmaklar gibi...Irmağı berraklaştıranlar da insanlardır, bulanıklaştıranlar da; öykülerin dili engereğin çatal diline benzerler; ya panzehir olup yarayı sağlatırlar ya da zehirleyerek öldürürler. “Ezberleri bizim ezberlerimizin bize olduğu kadar uzak mı acaba?” (2) sorusu kalır geride ve yanıtlanmaya muhtaç/gereksinen.
Yara sağalmaz/ne kabul/ne red/ne de yok saymak ile/acıyla yatıp kalkılmaz her gün/korkunun karanlık sesi duyulduğunda/koynunda titreyen Dünya çocukları/gün gelecek/yalnızca kendi şarkılarını söyleyecekler/dili,rengi,kültürü farklı/ezgisi bir olan şarkılar/”acıyı bal eyle”meden/mermiler yerine/şeker yiyebilecekler.
Anlamak denir; ötekileştirmeden anlamak. Her kes çabaladığını düşünür ve mangalda kül kalmamacasına bir üfürükte savrulur zaman. Anlaşıldığı savlanan gerçekte iz-düşülen olgu mudur? 84 yaşındadır Silva Gabudikyan ve der ki, “...Ararat sizin için bir yükseklik meselesidir. Bizim içinse bir derinlik meselesi.” (3) Bir şairin dilinden dökülen bu sözler, damıtılmış su gibi berraktır. Ağrı-sı çöker üzerine insanın; söz tükenir; ne kadar anlaşıldığının resmi çıkar ortaya; Dino’nun fırçası varmaz mutsuzluğun resmini boyamaya; zıtlar birdir ve çatışırlar sanki; göklere yek-ten ve bir koni gibi yükselen o görkemli kütle, bu sözleri duyduğunda, birden bire ters döner; yer-yüzü-cenneti’nin Ana-sı kucak açmış bir derinliktir ve devasa volkanik bir rahim taşır; “Ağrı’nın Derinliği”...
“Evet, toprağın bir belleği vardır. Doğurduğu çocukların hatırlamaktan korkmayacağı yaşı beklerken dağların dibinde uyuyan...Bazı dağların daha yüksek olması bu yüzdendir belki. Onlar dibinde daha çok hatıra taşırlar...” (4) Anımsamak, geçmiş ile kurulan düşünsel bir iletişimdir. Anımsanmadan tasarlamak/geleceği kurmak olanaklı değildir. Birey doğuş anında sahip olduğu tarihsel belleği ile ne denli özgür olsa da, topraksal ve toplumsal belleğin bir o kadar da kölesidir. Anlamak için tanıklıkların sesine yürekten kulak vermek gerekir; abartısı varsa da kendine hastır; her şeyini topraktan alan insan unutmamalıdır ki her şeyini ona geri vermek durumundadır. “üryan geldim, üryan giderim” sözü/deyişi öylesine söylenmemiştir. Doğa-ana kendince hassas bir denge kurar ve hiçbir kültürü yok etmek için yeşertmez; tarihsel, toplumsal belleğini unuttuğu içindir ki insan bu dengeyi bozar ve kültürler bir-bir yok olmaya başlarlar; kaybeden kimdir? .../insan!
“Hikayeler çığlıklardan daha güçlüdür. Hikayeler, gürültülerden daha uzun sürer” (5) Bu noktada durup düşünmek gerekiyor. Hikayeleri kimler yaşar ve kimler anlatır? Gücü ve uzunluğu bilinen bu söylemlerin/anlatıların yeni kuşaklar üzerindeki etkileri düşünülmeden ve ezberci bir tonla dillendirilmeleri bir yönüyle gelecek kuşaklardan çalınan yaşamlar olduğu nasıl bilinmez!/Görülmez!/Anlaşılmaz! Derinliğin Zirvesi-nde yankılanarak çoğalan çığlıkların, günü geldiğinde bir çığ gibi akıp, tüm ezberleri sileceği nasıl umursanmaz ki?! Darı ekenin nohut biçtiği hiç görülmüş müdür? “Ne ekersen onu biçersin”, “neyi önemser isen, onun sesini duyarsın” ana/ata sözleri yüz-yıllarca anlatılan hikayelerden damıtılmış olsa gerek.
Unutmak belki de en büyük haksızlıktır. Unutmayı bir alışkanlık/süre-gelen bir davranış biçimine dönüştürmek ise, yarınsızlıktır; bir hiç-lik...Geçmiş ne değiştirilebilir ne de tarih tekerrürden ibarettir. Dünyanın tüm çocukları eş-düzeyde masum ve fakat farklı düzeylerde korunmasızdırlar; en zor koşullarda bile oyuna duran bu saf/temiz yüreklerdeki sevgiyi yok etmek/çalmak, onları doğdukları gün öldürmektir!
15/19 Kasım 2009, Batı
Nejdet Evren
Kaynak Kitabın Künyesi:
Ağrı’nın Derinliği
Ece Temelkuran
Everest Yayınları
3.Basım, Mayıs 2008
321 Sayfa
(1) Adı Geçen Eser, Sy: 51
(2) Age, Sy: 51
(3) Age, Sy:103
(4) Age, Sy: 113
(5) Age, Sy: 239