Yeşilçam'ın Urfalı Efsanesi
Yeşilçam'ın Urfalı Efsanesi
31 Temmuz, 2014 04:59
•Güncelleme: 31 Temmuz, 2014 04:59
Gazeteci-Yazar Yaşar Duru, Yeşilçam'ın unutulmaz isimlerinden Hüseyin Peyda ile ilgili bir makale kaleme aldı. Yaşar Duru, kaleme aldığı yazıda Urfalı Hüseyin Peyda ile anılarına da yer verdi.
Duru'nun ''Bir Hüseyin Peyda Geçti'' başlığıyla kaleme aldığı makale şu şekilde;
Ölümünden iki gün önce hastanede ziyaretine gittim.
Nefes alıp vermekte zorlanıyordu; hani deyim yerindeyse göğüs kafesi demirci körüğü gibi bir genişleyip bir daralıyordu.
Aklıma gelen bütün ortak dostlarımızın isimlerini sıralayarak selamlarını ilettim kendisine; söylediğim isimleri duydukça dumanlı gözleri daha bir ışıldadı, daha bir canlandı sanki.
Önce babamı sordu; mektep arkadaşım, nasıl? Yanında mı? diye.
Sonra; efe nasıl, iyimi diyerek sözü sevgili dostum Berker İnanoğlu'ya getirdi.
-Sen nasılsın amca? diye bir cümlecik sıkıştırdım araya.
-Nasıl olayım yeğen!.. Bize yol görünüyor.. jübilemi yapacaklar galiba dedi kesik kesik kelimelerle.
Jübilemi yapacaklar diyen adam, 40 yıllık sanat hayatında; 175 sinema filminde ve 50 civarında televizyon dizisinde oyuncu olarak rol almıştı.. 12 sinema filmine yapımcı, 18 sinema filmine senarist ve 20 yapıma da yönetmen olarak imza atmış ulu bir çınardı.
27 Ocak 1920'de merhaba dediği dünyaya, bu görüşmemizden 40 saat kadar sonra arkasından hoş bir seda bırakarak 30 Temmuz 1990'ın son saatlerine doğru veda etti.
***
Bize yol görünüyor.. jübilemi yapacaklar galiba diyen Adam, Tevfik Çavdar'ın, dumanlı bakışlı mecnun olarak andığı Hüseyin Peyda idi
Urfalı sanatçılar arasında en karizmatik olan, adam gibi adam değil, haza adamdı.
Ekmeğin karne ile satıldığı; gazın, şekerin, benzinin ve çayın karaborsaya düştüğü 40'lı yılların en karanlık günlerinde göçüp gelmişti İstanbul'a. Hem de Urfa gibi gözden ve gönülden ırak düşmüş küçücük bir güneydoğu şehrinden Osmanlı'nın payitahtına gelip yerleşti. Edebiyat Fakültesi'nde felsefe okumuştu birkaç yıl. Ne var ki diplomasını alamasına az bir zaman kala, ekmek kavgasına atılmak zorunda kalmıştı.
İlk olarak Bab-ı ali'nin aç kurtlarına sofraya bir tabak daha koyun, ben de varım diye seslenmişti Türkoğlu adıyla çıkardığı aylık dergi ile. Ne var ki ömrü uzun olmadı, tutunamamış, duramamıştı aç kurtların ve çakalların arasında.
1950'nin ilkbaharında, tiyatrocuların tekelindeki sinema dünyasına girmişti emin adımlarla. Kanlı Feryat.. ve Söyleyin Anama Ağlamasın derken üçüncü filmiyle yıldızlara çevirdmişti bakışlarını.
Mezarımı Taştan Oyun ile bileğinin, yüreğinin, sanatının ve sanatçılığının hakkını almayı başarmıştı ziyadesiyle.
İlk filmi Söyleyin Anama Ağlamasın'ın jenerik ve afişlerine; yapımcı-yönetmen Hüseyin Örmen; Senarist, Hüseyin Dedehayır ve aktör Hüseyin Peyda diye yazdırmıştı adını. İstanbul dışında çekilen ilk filmler arasında ilk sıralarda yer alan Söyleyin Anama Ağlamasın ile beyazperdeye yeni bir oyuncu kazandırmanın yanı sıra yepyeni bir soluk ve alışılagelmişin dışında bir sinema anlayışının da oluşmasına öncülük etmişti.
Muhsin Ertuğrul fırtınasıyla yelkenlerini dolduran Dar ül Bedayi sanatçılarının yıllardır senarist, yönetmen ve oyuncu olarak parselledikleri Yeşilçam'a girişinden bir yıl kadar sonra zirveye oturmuştu.
Karizmatik tipi ve abartısız oyunu ile bir anda Anadolu insanının idolü haline gelen Hüseyin Peyda, sağlam senaryo yazarlığı ve yalın yönetim diliyle de eleştirmenlerden tam not almıştı bu ilk üç filmiyle.
Mezarımı Taştan Oyun filmi, o güne kadar yabancısı olduğu karton kahramanların serüvenlerine alkış tutan ya da gözyaşı döken Anadolu insanından çok yoğun ilgi görmüştü.
Öyle ki Mezarımı Taştan Oyun'daki Abdo Beg ismi ve tiplemesi Hüseyin Peyda ile özdeşleşmişti kısa sürede. İstanbul'un en gözde eğlence merkezi olarak kabul edilen Beyoğlu'nun en muhteşem sinema salonlarında aylarca kapalı gişe gösterimde kalan film, inanılması güç hasılat elde etmişti.
Mezarımı Taştan Oyun Hüseyin Peyda ile birlikte Atıf Yılmaz gibi tiyatro dışından gelen genç yönetmenlerin de önünü açmıştı. Yeşilçam'ın en ünlü yapımcıları, Türkiye'nin İstanbul'dan ibaret olmadığını geç de olsa yine bu filmle farkedebilmişlerdi.
Sinema tarihçileri ve eleştirmenler; Hüseyin Peyda'nın Mezarımı Taştan Oyun filminin, elde kesin rakamlar olmamakla birlikte, Türk Sinema Tarihinde en fazla seyirci toplayan yerli yapımı olduğu görüşünde birleşmişlerdi.
Bu gerçeği filmin yapım ekibinde görev alan Peyda'nın yakın dostlarından Hüseyin Mısır da doğrulamış ve Akçakale'de yaptığımız bir görüşme sırasında, o günlere dair anılarını:
Biz sinemaları kiraladık.Hal böyle olunca, neredeyse bir ay ve her gece kiraladığımız ıstanbul sinemalarını iki koldan dolaşır, kesilen bilet koçanlarını ve elde edilen hasılatı şeker çuvallarına doldurur, bir arabanın bağajına atar ve Hüseyin Peyda'nın evinde buluşurduk sözleriyle anlatmıştı.
Benzer bir anektodu Mustafa Dişli'den de dinledmiştim bir kaç kere. Kendisine özgü esprili üslubuyla; kağıt para saymaktan parmaklarımın uçları nasır tuttu. Para çuvallarını taşımaktan belim fırk/fıtık oldu der kahkahayı basar ve mutlaka hey gidi günler hey diye de hayıflanırdı.
Sinema eleştirmeni Orhan Ünser;
O yıllardaki sinema salonu sayısı, koltuk sayısı, gösterimlerde kesilen bilet adedi ülke genelinde ne kadar değerlendirildi, bunu bugün kontrol etmek mümkün değil. 1951 yapımı Mezarımı Taştan Oyun'un (Hüseyin Peyda) değil gösterime çıktığı sezon kestiği biletin ne kadar olduğunu, kaç yıl gösterimde kaldığını belirleyebiliyor muyuz? Güneydoğu Anadolu'da bu sezon yıllar sürdü ve konu iki kere aynı adla, bir de Peyda'nin bir diğer filmi Söyleyin Anama Ağlamasın adı ile üç kez daha yeniden çekildi cümleleri Hüseyin Peyda'nın dostlarını yıllar sonra doğrular ve destekler.
O günlerin tanıklarından Gazeteci-Yazar Hıncal Uluç, Ülkü Tamer'in 'Alleben Anıları' isimli kitabını tanıttığı köşe yazısında;Ben mezuniyetimi "Mezarımı Taştan Oyun" ile kutlamıştım. Hüseyin Peyda'nın filmi.. Bugün Eşkıya nasıl efsane ise, Mezarımı Taştan Oyun, o zaman oydu. Akla hayale gelmez bir seyirci sayısına ulaşmıştı... Antep'te de en az 40 hafta oynamıştır diyerek Hüseyin Peyda'nın ve filminin gördüğü ilginin ve hasılatın altını çizer.
Tevfik Çavdar; Bir Lokma Bir Hırka'ya Mahkum Edilmek başlıklı yazısında; dumanlı bakışlı mecnun dediği Hüseyin Peyda'nın "Mezarımı Taştan Oyun" adlı filmi aylarca afişlerden inmedigini yazar.
Hüseyin Peyda'yı sinemada kalıcı kılan Mezarımı Taştan Oyun filminin başarısı, bilimsel araştırmalara da konu edilir.
Dönemin büyük gişe başarısı kazanan melodramlarından biri Anadolu'yu defalarca dolaşan, sinema önlerinden kuyruklar oluşmasına yol açan Hüseyin Peyda'nın yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı 1951 yapımı Mezarımı Taştan Oyun filmidir. Atıf Yılmaz'ın da yönetmen yardımcılığı yaptığı bu filmde Abdo Bey rolüyle Hüseyin Peyda efsaneleşmiştir. Dönem filmlerinde sık görülen dansöz, gazel, gözyaşı ve komedi öğleri bu filmde de vardır. Peyde bu filmi -baş rolde Nuri Sesigüzel ile- 1969'da tekrar çekecek, film aynı etkiyi yakalayamayacaktır. Bu durumun nedeni Peyda ile Sesigüzel 'in sinema oyuncusu karizmalarında aranabilir. Sesigüzel dönemin sevilen bir türkücüsüdür, ancak sinema seyircisi açısından önemli olan karizmatik yıldız tipi Peyda'da daha belirgindir. Filmin 1951 tarihli ilk çeviriminin beğenilmesinde Peyda'nın daha çok kadınlara çekici gelen bu yönünün etkili olduğu söylenebilir.
Burhan Ayeri, filmin vizyona girişinden 50 küsur yıl sonra; 10.10.2010 tarihli Akşam Gazetesi'nde çocukluk günlerinde ıskenderun'daki Kanatlı Sineması'nda seyrettiği filmleri anlatırken;ıçlerinden bir tanesi, 'Mezarımı Taştan Oyun'un yeri ayrıdır. Mavi gözlü merhum Hüseyin Peyda'yı unutmak mümkün değil. 'Aşk, entrika, ölüm' hepsi bir aradaydı. Kızın cenazesi omuzlarda taşınırken patlatılan uzun hava kulaklarımızdan çıkmaz. ıçeride, takılıp kaldı der.
Sema Çelebi, Türk Sinemasında Kürtler kitabının yazarı Müslüm Yücel'le yaptığı röportajın girişinde ve tabi söz konusu kitaptan öğrendiklerine dayanarak;
Tarih 1951. Atıf Yılmaz'ın yönettiği, Hüseyin Peyda'nın senaryosunu yazdığı ve başrol Abdo Ağa'yı oynadığı film Mezarımı Taştan Oyun büyük yankı uyandırıyor.
Urfa yöresine ait bir türküden yola çıkarak Yılmaz ve Peyda'nın yaptığı filmde ilk kez Kürtler adları anılmasa da başrole çıkıyor.
Atıf Yılmaz'ın anlatımıyla Abdo Ağa film piyasasına düşer düşmez ses getirir. Peyda başında örtüsü, sırmalı giysileri ve çizmeleriyle yeni bir tip getirir sinemaya.
Abdo Ağa'yla Kürtler Türk sinemasında boy göstermeye başlar.
Araştırmacı yazar Müslüm Yücel'in geçen ay yayımlanan Türk Sinemasında Kürtler kitabından öğreniyoruz ki, Mezarımı Taştan Oyun türküsü Kürtçe bir ağıttan Türkçeye çevrilmiş ve TRT arşivlerinde bu şekilde yerini almış; tıpkı Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden derlenen birçok türkü gibi.(**) bazı doğrularınyanında bazı yanlışlar da içerir.
Şöyle ki:
1-) Mezarımı Taştan Oyun filminin yönetmeni Hüseyin Peyda'dır.Atıf Yılmaz aynı tarihlerde Yapımcılığını Hüseyin Peyda'nın üstlendiği ve Diyarbakır'da çekimleri devam eden Kanlı Feryat filmini yönetmektedir.
2-) Gerek Mezarımı Taştan Oyun da, gerekse daha sonra çekilen Hüseyin Peyda filmlerinde canlandırdığı kahramanın adı Abdo Bey'dir ve hiçbir filminde bir kere bile Ağa sıfatıyla anılmamıştır. Beglik ve ağalık aynı şey değildir.
3-) Abdo Beg tipinin kostümleri; Atıf Yılmaz'ın anlatımıyla ..Peyda başında örtüsü, sırmalı giysileri ve çizmeleriyle sinemaya yeni bir tip getirir ama, bu giysiler her hangi bir etnik gruba mal edilemiyecek kadar karmadır. Ne Türktür, ne Araptır, ne de Kürt; yüzde yüz Osmanlı'dır. Özellikle başörtüsü, belirli bir etnik kimliği simgelemek kaygısıyla değil; Abdo Beg'in boyunu uzatmaya; pelerinler de heybetli gösterilmesine yönelik olarak bizzat Hüseyin Peyda tarafından tasarlanmıştır.
4-) En büyük gaf ise Abdo'nun mezarını kayadan oyun mısraı ile başlayan ağıt konusunda yapılmıştı. Abdo Beg, 20.Yüzyıla doğru Gaziantep'in Şahinbey Nahiyesi Mülk Köyü civarında yaşayan konar-göçer Türkmen Hamatlı aşiretine mensuptur. Bu ağıt Abdo Beg'in küçük kardeşi Ali tarafından ve Türkçe olarak yakılmışve yayılmıştır. Kürtlerle de Urfa ile de ilgisi yoktur.
Bu arada; söz konusu eseri hazırlayan Araştırmacı-Yazar Müslüm Yücel'in Atıf Yılmaz'a dair söylediği:
Atıf Yılmaz, dert sahibi biri, Kürtlerle ilgili bir sancısı var, kendi kişisel hikayesinde ve filmlerinde bu sancıyı görmek mümkün sözlerini fazla abartılı bulduğumuzu da belirtmek isteriz.
Sinemada geçirdiğimiz 10 yıl boyunca defalarca görüştüğümüz, çalışmalarını yakından takip ettiğimiz Atıf Yılmaz, Müslüm Yücel'in de belirttiği gibi der sahibi biridir. Ama Kürtlerle ilgili bir sancısı yoktur. Türklerin dertleriyle dertlendiği de görülmemiştir. Yılmaz'ın derdi servet, şöhret ve güzel kadınlar olmuştur.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Atıf Yılmaz Hüseyin Peyda'nın Mezarımı Taştan Oyun filmiyle yakaladığı şöhretin altında ezilmiş; aynı günerde ,aynı maddi ve manevi imkanlar ve daha ünlü isimlerle çektiği Kanlı Feryat filminin gölgede kalmasından rahatsız olmuştur. Hüseyin Peyda ile uzun yıllar bir araya gelmemeleri; ikilinin arasında kişisel sır olarak kalması gereken özel hayata dair bilgilerin -kokainmanlık iddiası gibi- ulu orta açıklanması da Atıf Yılmaz'daki bu ezilmişlik psikolojisinin sonucudur.
Kabul etmek gerekir ki Hüseyin Peyda, Yeşilçam Sineması'nı devrim sayılabilecek yeniliklerle tanıştırıp buluşturdu. Beyazperdeyi sahne ile birlikte götürmeye çalışan tiyatrocuların derme-çatma platolara sıkıştırdıkları film setlerini gerçek mekanlara ve İstanbul dışına taşıyan ilk yapımcı olarak Türk Sinema tarihine yazdırdı adını.
1952'de yapımcı ve oyuncu olarak imza attığı Kubilay filmi ile, o güne kadar basit aşk hikayeleri ve tercüme komediler arasında sıkışıp kalan senarist, yapımcı ve yönetmenlerin bakışlarını Türk tarihine çevirmelerine de öncülük etmiş oldu.
1953'te Bu Nasıl Aşk isimli yapımla seyirci karşısına çıkan Peyda, bu eserinde de sinemamızı ve sinemacılarımıza önemli ilklerle tanıştırdı. Hikayenin aynı kadına aşık iki uc kahramanını; Şeyh Fadıl bin Cafer ve Ahmet Bican tiplimelerini başarıyla canlandırarak, aynı filmde iki başrolü birden oynayan ilk aktörümüz oldu. Film o güne kadar küçük birkaç rolle kamera karşısına geçen Muhterem Nur'a da şöhretin yolunu açtı.
Ve yedinci sanaat adına daha neler neler!..
Özetlersek:
Hüseyin Peyda sinemayı çok seviyordu; mesleğinin aşığıydı.
Beyazperdeden kazandığını yine beyaz perdeye yatırdı.