İnsanların dağa çıkmasına yol açan şartları ortadan kaldırmadıkça PKK hiçbir zaman silahsız kalmayacaktır.
Bugün Güneydoğu'da dökülen kanı durdurmak için hükümetin pek çok fikri ama tek bir şartı var. Onu da artık hepimiz ezberledik: PKK silah bırakırsa!.. Güya PKK bir silah bırakırsa hükümet Kürtlere bugüne kadar istedikleri her türlü hakkı verecek, bölgeye görülmemiş yatırımlar yapacak ve özerklikten kültürel haklara kadar her şeyi tartışmaya açacak. Yeter ki PKK silah bıraksın!
Oysa son 30 yıldaki gelişmelere baktığımızda, Öcalan'ın yakalandığı süreci buna eklediğimizde, hatta Oslo sürecinde atılan onca olumlu adımı da yanına koyduğumuzda görülen tek şey, PKK'nın silah bırakmaya niyetli olmadığı.Böyle olunca hükümetin eli kolu bağlanıyor. Hükümetin eli kolu bağlanınca PKK'nın eli kolu açılıyor.
Peki, nedir PKK'nın bir türlü bırakmadığı bu silah envanteri?
Bildiğimiz kadarıyla PKK'nın tankı, topu, uçağı, heronu, kosteri yok! En ağır taşıma aracı katır. En büyük silahı roketatar, Bixi, hadi bilemediniz Kaleşnikov
Dünyanın en büyük ordularından birine karşı işte bu silahlarla kafa tutuyor.
Şimdi bu silahları bıraksa n'olur, bırakmasa n'olur!
Hepimizin bildiği ortak sırrı bir kez daha hatırlayalım. PKK'nın en büyük silahı, bitmek bilmeyen insan gücüdür. 30 yıldır dağda böylesine büyük bir ordu karşısında tutunabilen bir PKK varsa bunun en büyük nedeni Türkiye'de dağa çıkacak ortamın var olmasıdır.
Eğer siz PKK'yı gerçekten silahsızlandırmak istiyorsanız ilk olarak PKK silah bırakırsa... nakaratından vazgeçmeniz gerekiyor.
Bu, içi boş bir söylemdir.
Dağa giden en büyük silah insandır. İnsanların dağa çıkmasına neden olan şartları ortadan kaldırmadığınız sürece PKK hiçbir zaman silahsız kalmayacaktır.
Bakar mısınız, geldik yine aynı noktaya!
Bölgeye yönelik yapılması gereken reformlar, yatırımlar, alınması şart olan cesur politik, demokratik kararlar...
Hiç kendimizi kandırmayalım, bugün PKK silah bırakırsa... şartına bağlanan her reform doğmadan ölmüş demektir.
PKK hiçbir zaman silah bırakmayacak. Ta ki o silahı PKK'nın elinden siz alana kadar.
Biraz cesaret.
Mustafa Koç'un Mehmet Ağar'ı ziyareti
Mehmet Ağar'ın cezaevindeki son ziyaretçisinin Mustafa Koç olduğunu görünce şaşırmadım. Bugüne kadar sanırım gazetecisinden futbolcusuna, işadamından siyasetçisine kadar Mehmet Ağar'ı ziyaret etmeyen kalmadı. Ziyaretçilerin profiline baktığınız zaman Mehmet Ağar'ın yıllar içinde hangi çevrelerle nasıl bir ahbaplık kurduğunu da görüyorsunuz. Ziyarete giden herkesin Mehmet Ağar'ın cezaevine girmesine neden olan davranışlarını onayladığını, hatta aynı siyasi görüşte olduğunu düşünmüyorum. Tam tersi, aynı masaya otursalar siyasi konularda aralarında büyük tartışmalar çıkabileceğini düşündüğüm isimler de var.
Yine de bu, önemli bir gerçeği değiştirmiyor. Mehmet Ağar bugün bir siyasi partinin lideri değil. Bildiğimiz kadarıyla siyasete girmeyi de planlamıyor. İş dünyasında da başkalarının beklenti içine girebileceği bir noktada değil.
Bu ziyaretçiler Mehmet Ağar'ın geleceğinden nemalanmak için değil geçmişte kurduğu insani ilişkilerin vefası olarak ziyaret ediyorlar.
Ziyaretçi defterindeki isimlerden görüyoruz ki Mehmet Ağar yıllar içinde müthiş bir network kurmuş.
Siyasi görüşlerini, terörle mücadeledeki tutumunu benim de sık sık eleştirmekten geri kalmadığım Mehmet Ağar'ın cezaevindeki ziyaretçi defteri bize hayat, ilişkiler ve vefa üzerine çok şey anlatıyor. Elbette ulusalcıların moda deyimiyle 'anlayana'...
Altın Koza'dan çıkan altın mesajlar
Türkiye'de yıllardır sinema festivali denilince akla ya İstanbul Film Festivali ya da Antalya Altın Portakal Film Festivali gelirdi. Özellikle Türk filmleri Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yarışırdı. Sinema ile ilgilenen her gazeteci de bu festivali izlemek için Antalya'ya gider ve Yeşilçam emekçilerine kucak açan bu festivali kaçırmazdı. İtiraf edelim, Adana Altın Koza Film Festivali'ne birkaç yönetmen ve sinema eleştirmeni dışında ilgi çok azdı. Adana bir anlamda Antalya'nın gölgesinde kalan, unutulan bir Anadolu festivaliydi.
Antalya'nın AK Partili Belediye Başkanı Menderes Türel geçen yıllarda büyük bir hamle yapmış ve Altın Portakal'ı bir Yeşilçam emekliler kulübü havasından kurtarıp uluslararası bir festivale dönüştürmeye bile başlamıştı. Yılların Altın Portakal'ına bir hareketlilik gelmiş, hem katılımcı profili hem de basının ilgisi artmıştı. Ne zaman ki Antalya'dan AK Parti gitti, yerine CHP belediyesi geldi, Altın Portakal'da işler tersine döndü.
Portakal orda kal denildi.
Önce bütçe kısıldı, uluslararası boyut neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Ucuz popülizme dümen kırıldı.
Buna ilk tepkiyi de sinemacılar gösterdi. Öyle yüksek sesle değil; tam tersi, sessizce. Bu yıl Türkiye'nin bütün saygın sinemacıları filmlerini Antalya yerine Adana'ya götürüp yarıştırdılar. Kendileri de bizzat kalkıp Adana'ya gittiler. Adana da bu pası çok iyi değerlendirdi. Ufak tefek aksaklıklara rağmen tarihinde görülmemiş bir festivale imza attı.
Bu yüzden Adana'da sinema konuşuldu, Antalya'da ise bu yıl hâlâ Jüri Başkanı Hülya Avşar konuşuluyor.
İtiraf edelim, böylesine renkli bir başarısızlığa imza atmak da bir başarı!
CÜNEYT ÖZDEMİR / RADİKAL