SON DAKİKA

Ölümler başladığında bu makası kapatmak zor

25 Ekim, 2012 07:13 Güncelleme: 25 Ekim, 2012 07:13 Ölümler başladığında bu makası kapatmak zor

 

Bir siyasi eylem olarak açlık grevi ne anlatır? Bu radikal eyleme radikal kayıtsızlığın toplum ve devlet nezdinde bırakacağı kalıcı hasarlar nelerdir? Sosyolog Nazan Üstündağ uyarıyor...

 

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Nazan Üstündağ,Diyarbakır Cezaevi Gerçekleri Araştırma ve Adalet Komisyonu içinde de yer alan, mağdurlarla mülakatlara katılan bir isim. Cezaevlerinde 700'den fazla siyasi tutuklu ve hükümlünün sürdürdüğü açlık grevi 44. güne girerken ve dışarıda destek eylemleri artarken, Üstündağ'la hem akademik alanı hem de Kürt muhalefetine şahsi tanıklığı açısından açlık grevlerini konuştuk. Kendisi aynı zamandaBDP 'nin Akademik Siyasi Danışma Kurulu üyesi.

Bir eylem biçimi olarak açlık grevinin nasıl bir tarihi var?
Açlık grevinin hem Avrupa tarihinde, hem örneğin Hintlerde, Kürtlerde görüldüğünü söyleyebiliriz. İstenmeyen, zorla evliliklerde kadınların açlık grevi yaptıklarını biliyoruz. Yemekten vazgeçmek aynı zamanda bir çeşit yas türüdür. Ama yasınızın toplum olarak tanınmadığı hallerdir bunlar. 'Kötü ölüm' denir ant-ropolojide. Bir de Avrupa'da feodal toplumlarda köylülerin, çok fazla vergiye ya da toprak sahipleri tarafından büyük zulümlere maruz kaldıklarında başvurdukları bir yöntemdir. Toprak sahiplerinin evinin önüne gidip, orada yemek yemeyerek, günden güne eriyerek sürdürdükleri bir eylemdir. Bobby Sands'den öğrendiğimiz hikâyedir bu. Sosyoloji ve antropolojinin okuması şöyledir: Açlık grevi, insanların atıldıkları, dışlandıkları tarihe, kendi bedenlerini bir işaret haline getirerek yeniden girmeye çalışmalarıdır. Sözlerinin, taleplerinin duyulmadığı, onlara yapılan zulmün, adaletsizliğin ne söylemsel, ne pratik karşılığını bulduğu zamanlarda geriye ne kalır? Bedenin sınırları. O zaman o bedenin sınırları bir işaret haline getirilir.

O işaret toplumun geri kalanına nasıl görünür? Görünür mü daha doğrusu?

Geçmişten konuşmaya başladık ama bugünkü toplumsal yapıya baktığınızda şimdiye kadarki açlık grevlerinin kamusal kültürde, devlet kurgusunda büyük yaralara ve boşluklara sebep olduğu kesin. Görünür ve talepleri karşılık bulur mu başka bir soru, orada her zaman başarılı olunduğunu söyleyemeyiz. Kısa dönemde mutlaka birilerinin ölmesi bekleniyor. İrlanda'da da böyle oldu, Diyarbakır Cezaevi'nde de, Türkiye maalesef açlık grevine yabancı bir ülke değil, hepsinde böyle oldu. Fakat uzun vadede şu olur: Devletin bütünlüğünde, meşruiyetinde, toplumla ilişkisinde onarılamayacak hasar yaratır. Belli gruplara onarılamayacak bir hafızayı miras bırakır. Amaç kendini tarihe yazdırmaksa, evet yazdırır. Ama bu zalimin zalimliğini hatırlatan bir yazdırma olur. Açlık grevi en doğru yöntem midir başka bir soru.

Daha önceki açlık grevi süreçlerine nasıl bir tanıklığınız var?

Biz 2000'i yaşamış bir kuşağız. O süreci yaşayıp da yaralanmamış bir solcu yoktur herhalde. Hayata Dönüş operasyonunun olduğu gün İzmir 'de ailemleydim. Ve açıkçası ailemin de anlatılanlara kandığını görüyordum. O insanların gerçekten kendilerini yaktıklarını, örgüt zoruyla kendilerini öldürdüklerini düşünüyorlardı çok insan gibi. Biz öyle olmadığını biliyorduk. Tecrit gerçekten feci bir şeydir. İnsanlar bunu istemiyordu ve bunun için bir yola girdiler ve gencecikken öldürüldüler. Türkiye Gazi'yle barışabilecek mi? O insanların aileleriyle, yoldaşlarıyla barışabilecek mi? Bu açlık grevlerinin hiç olmamasını isterdim, çünkü Türkiye'de uzun süre karşılık bulmayacağını biliyordum. Ama bugün anlıyorum da.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir 'in de benzer bir çıkışı olmuştu. Açlık grevinin, karşı tarafın bu mesajı alabildiği hallerde karşılığı olabileceğini söylemişti.

Evet, ama şöyle bir durum da söz konusu. 2009'dan beri cezaevine girenlerden bizzat tanıdıklarım var, başta cezaevine girerken bile umut ve coşku vardı. “Bu sorun nasıl olsa çözülecek, gerekirse gireriz” diyorlardı. Sonra mahkemelerde azarlandıkları, hiç dinlenmedikleri, anadilde savunmaya izin verilmeyen süreç yaşandı. Bir de dışarıda derinleşen savaş… O coşkunun nasıl bir moralsizliğe, unutulmuşluk ve çözümsüzlük hissine dönüştüğünü düşünün. Benim dışarıda yaşamı savunan zaman algımla, onların cezaevindeki zaman algısı arasında fark var. O yüzden şu noktada anladığımı söylüyorum.

Siz Diyarbakır Cezaevi Gerçekleri Araştırma ve Adalet Komisyonu içinde de yer aldınız, kalanlarla bizzat mülakatlar yaptınız. Oradaki açlık grevine dair neler söylersiniz?

Ölüm orucunun anlamına kavuştuğu yerlerden biridir Diyarbakır Cezaevi. Orada o kadar büyük bir felaket vardı ki, talepleri bile yoktu. Yaşamamak dışında istekleri yok. Birkaç talebe indirgenebilecek bir yanı yok çünkü. Ölüm orucunda, bir talebin aracı olması ikincil aşamadadır. Daha çok dramatik bir zulme işaret etmenin yoludur. İrlanda'daki de öyledir.

Süren açlık grevlerine dönersek, böyle radikal bir eyleme gösterilen radikal kayıtsızlığın bırakacağı toplumsal anlamda geri dönülmez hasarlar neler?


Şunu biliyorum, ölümler başladıktan sonra zaten açılan makası bir daha kapatmak imkânsıza yakın olacak. Bunu kapatmaya niyetli bir siyasi iktidar gerekiyor. Bu onların işi çünkü; sivil toplumun, gazetecilerin falan değil. Bu insanlar devletin elindeler ve devletin elinde açlıktan ölecekler. Bu eylemin iki talebi de hukuki, zaten var olan haklar. Bunlar için ölecek duruma gelmek ve karşısındaki radikal suskunluk, çok haklısınız kalıcı hasar bırakacak. Unutulacak mı zannediyorlar? Bu devletle barışmak mı isteyecek Kürtler? 2000'deki açlık grevlerine devlet, “Sen kendini öldüremezsin, ben seni öldürürüm” dedi. Şimdi devletin ne diyeceği önemli. Söz ettiğim makas sadece Kürtlerle Türkler arasında da değil. Mesela benimle de kapanamaz bu makas. Bir kez daha mı bu devletin uzlaşmazlığına tanık olacağım? Eğer devlet ve toplum “Bunlar nasıl olsa PKK 'lı, müstahaktır” gibi bir anlayıştaysa, o zaman PKK'lıları hiç cezaevine de koymasınlar, baştan öldürsünler. Beğenin, beğenmeyin, bir karar vermişler, bundan sonra devlet ne yapacak, ben onunla ilgiliyim. Devlet bu makası kapatmaya niyetli mi?

'En büyük problemimiz bu tezadın algılanmaması'
Aynı anda 'yeni bir Oslo görüşmesi', ' İmralı 'yla müzakere' gibi kendi içinde radikal barış paketlerinin konuşulmasını nasıl yorumluyorsunuz? Biraz absürt bir sahne değil mi?
Kesinlikle absürt. Türkiye devletinin değişmeyen ve çok defa hepimizi yaralayan yanı bu değil mi? Hep kendi planı ve kendi gördüğü çerçevesinde davranan bir devlet. Kendi aklı dışında bir şey görmemeye yeminli. Siz politik talebinizle bu akla gözükür olamıyorsunuz. Türkiye'de demokrasiyi engelleyen de bu akıl zaten. Birlikte yaşamaya karar veriyorsa, o zaman iktidar olarak birlikte yaşamanın dilini oluşturmaya çabalaması gerekli. Bunu Türkiye için tehdit değil de, niye bir olanak olarak algılamayalım? Aslında çok daha temel bir kutuplaşma söz konusu. Demokrasinin ileri, ekonominin şahane, her şeyin yolunda olduğuna ikna olmuş bir kitle ile aynı manzarayı başka türlü yorumlayan ve yaşayan ayrı bir kitle söz konusu. Bu iki ucun birlikteliği o topluma, geleceğe dair neler söyler?
Tam da böyle bir tezat içindeyiz. Türkiye kamuoyunun 'işler iyi gidiyor' algısı bu açlık grevlerini anlamalarını da engelliyor zaten. Sol muhaliflerin, Kürtlerin, Kürtlere yakın çevrelerin gözünden bakarsanız tarih bambaşka yazılıyor. 2005'te küçük bir umut olmuştu açılımla, sonra Uludere 'siyle, Pozantı'sıyla, kesilmeyen iki taraftan da ölümlerle, arka arkaya felaketler… Bizim en büyük problemimiz bu tezadın algılanmaması. Tarihe ezilenin, tarihi katastrof olarak yaşayanın gözünden bakmazsanız daha büyük felaketlere doğru gidebilirsiniz ama…

Yorum Ekle