MELA MEHMUD BAYAZIDÎ
Hakkında Batılı Kaynaklardan Bazı Yeni Bilgiler
Mehmet Gültekin Yazıyor...
Büyük kürt bilgesi Mela Mehmudê Bayazidî 1797 yılında Bayazıd sancak merkezinde dünyaya gelmiştir O dönem Osmanlı Devletine "Yurtluk-Ocaklık" özerk statüsü ile bağlı olan Bayazid eyaletini Zîlan aşireti mensubu irsi hükümdar ailesinden ve Sarayı yaptıran İshak Paşa yönetmekteydi. Mela Mehmud daha sonra 1799 yılında ölen İshak Paşa'nın yerine geçen oğlu Mahmud Han(1799-1805), bunun oğlu olup babası gibi vebadan ölen Ahmed(1805-1806), Ahmed'in yerine geçen İshak Paşa'nın diğer oğlu olan İbrahim Paşa(1806-1816) ve Mahmud Paşa'nın oğlu, yani İshak Paşa'nn torunu olan Behlül Paşa'nın (1816-1854) yönetim dönemlerini yaşamıştır.
Mela Mahmud hakkında bu güne kadarki bilgiler yanlızca Erzurum'da tanıştığı yıllarca beraber kürt el yazmaları derlediği Rus Konsolosu Alexander Jaba'nn yazdıklarına dayanmaktaydı.
Bunun öncesi için yaptığımız araştırmalarda Mela Mahmud'un Jaba ile tanışmasından tam 26 yıl önce yani 1830 yılında Bayazid'te başka bir batılı ile tanışmış olduğunu ortaya çıkardı. O yıl Bayazid 1828 Osmanlı-Rus savaşından beri Rus işgali altında bulunuyordu. Rusların Bayazid'i kuşatmasıyla Behlül Paşa Rus kumandanlarıyla yaptığı uzun müzakelerden sonra 9 eylül 1828'de şehir savaşsız Ruslara bırakıldı, Behlül Paş aise esir alınarak Tiflise götürüldü. Bundan sonra Bayazid 2 yıl boyunca Rusların işgalinde kaldı. Bu yıllarda bölgemize gelen bir çok Rus ve batılı gezginlerden biri de Zaremba adlı Basel İncil Misyonu Cemiyeti misyoneriydi. Zaremba güney Kafkasya bölgelerindeki gezileri çerçevesinde 26 mayıstan 6 haziran 1830'a kadar da Bayazid bölgesinde kalmış.
Aslen Polonyalı olan Felician Martin von Zaremba (1794-1874) Dorpat ve Moskova Üniversitelerinde okuyup doktorasını yaptıktan sonra Rusya başbakanının isteği üzerine devlet dışilişkiler kollejinde bir süre görev yapmış ve protestan mezhebine geçtikte sonra İsviçre'nin Basel kentine giderek oradaki İncil Misyonu Cemiyetinin çalışmalarına katılmıştır. Zaremba bu cemiyetin görevlendirmesiyle 1822-1838 yıllarında Kafkasya ülkelerinde misyonerlik çalışmalarında bulunmuş ve nisan ayından temmuz 1830'a kadar yapmış olduğu Erzurum, Kars ve Bayazid anılarını konu alan bir yazısını 1831 yılında yayınlamıştır.(1)
Yazısında Kars'tan Bayazid'e yaptığığı yolculuk boyunca gördüğü ve kaldığı Ermeni ve Yezidi Kürt köylerini anlatan Zaremba şöyle devam etmektedir:
"26 Mayıs. Ararat Dağı'nın eteğindeki tepelerin arkasında atlarımızla yol alırken dağın eteğinin ne kadar çok taşlı olduğunu gördük. Bu taşların arasında bir çeşit dağ koyunlarının beslendiği bolca otlar yeşeriyordu. Bu günkü yolumuzda, Rus askerleri Bayazid'i daha terk etmemişken sınırı geçmek için acele eden Ermeni kolonlarıyla karşılaştık. Rehberimiz Erivan sahasını Bayazid bögesinden ayıran rahat yolu seçti. Bu nedenle de Ararat'ın tam kenarından geçen ve solumuzda kalan düz yola kurulmuş olan haçı göremedik. Dağın arka tarafında Kazakların konuşlandığı bir Yezidi köyü olan ama şu an pek kimsenin oturmadığı Karabulak'ta atlarımızı değiştirdik. Buradan Bayazid'e giden yolda bulunan bir köyde mola verdik. Bu köyden bakınca 25 yıl önce (Napolyon'un elçisi) Jaubert'in (1805 yılında) alıkonulduğu ve (Mahmud) Paşa'ya götürüldüğü sağlam surlarla çevirili Arzep'i gördük. Yolun son kısımı küçük bir gölün kenarından ve çamurlu bir zemin üzerinden geçiyordu. Akşama doğru yukarıya şehire çıktık ve kalacağımız yere yerleştik. Geceleyin uzun zamanlardır yaşamadığım bir fırtına koptu."
26.05.1830'da Rus işgalinde bulunan Bayazid'e varan Zaremba önceleri şehir'in virane ve ıssızlığından bahsettikten sonra bilgemiz M. Mahmud Bayazidî olan tesadüfi tanışmasını söyle anlatmaktadır:
"27 Mayıs perşembe. Mihraçı(eski geleneğe göre) anma günü. Anma günü nedeniyle çarşı kapalıydı. Ben de generali ziyaret ettim, o da içinde güzel meşhedin ve minarenin bulunduğu yeni güzel kale dahil olmak üzere her iki kalede gezmemi sağladı. Sonra da generalin anma nedeniyle verdiği yemeğe katıldım; bir tarafta Rus askeri mensupları, diğer tarafta ise Türk, Kürt ve Ermeniler bulunuyordu ve onların yemekleri kendi geleneklerine göre hazırlanmış ve sunulmuştu. Onların hizasında baş tarafta ise Behlül Paşa'nın 13 yaşındaki oğlu oturuyordu. Behlül Paşa'nın da kısa süre sonra şehre döneceğinden bahsediliyordu. Hazır bulunan Türk ve Kürtlerden üçü alimdi, onlardan birine Hz. Musa'nın 1. Kitabının Arapçasını verdim.
Ama bir istisna olduğundan özellikle belirteyim ki, bu bilgili adamlardan yerli olan bir kürt mükemmel biriydi ve büyük bir alim olarak kabul görmüştü. Yemekten sonra bu alimlerden birinin evine gittim ama kendisi yoktu. İkincisini ise bir damın üstünde sözünü ettiğim Kürt alimin yanında oturmuş olarak gördüm. Ve ikisinin yanında bulunan bir adam bana almanca hitap edince çok şaşırdım. Bu adam evi yakında bulunan bir eczacıydı ve hasta olduğundan boş zamanını Kürtlerden Türkçe öğrenmekle geçiriyordu. Benden incilin hem Türkçesini ve hem de Almancasını satın aldı. Kendisi Schwab bölgesi doğumluydu. Bir de Jaubert 25 yıl önce burada tutuklu iken bizzat yazdığına göre kendisine çok yardım eden ve o zamanlar kale komutanı olan Mahmud Ağa'nın yeğeni Saleh Ağa ile tanıştım. Saleh Ağa Petros ağa olarak anılan bu yabancı hakkında çok şeyler anlattı. Ben de kendisine İncilin Türkçesini hediye ettim, hem de bu İncilin hazırlanışında Jaubert'in Paris'teki meslektaşı Profesör Kieffer'in büyük emeği geçmişti. Bir de General, sıkça ziyaret ettiği Paşa'nın ailesine de incilin bir nüshasını verdiğini söyledi ve onların onu okuyacakları yolunda beni umutlandırdı."
"28. Mayıs. Mirza Musa'yı burada bırakarak dört günlüğüne Diyadin'in ötesinde Fırat Nehrinin yanında bulunan Uç Kilise adlı meşhur manastıra ve hem Generalin hem de o asilzade Kürt aliminin verdikleri mektupları iletmem gereken bir Kürt aşiret reisi olan Süleyman Ağa'nın yanına gittim. Bayazid'ten 6 mil uzaklıkta olan Diyadin şu an Rus askerinin işgali altında bulunan küçük bir kaledir. Ayrıca bir meşhed ve şu an halen az sayıda odalar da vardı. Kalenin dışında Ermeni ve Kürtlere ait olan evlerden oluşan bir köy vardı. Yanında bir koruması olan bir subayla yolculuk ettim. Beraberimde yanına gideceğim Kürt beyinin bir görevlisi de vardı. Şişman, silahlı, üstünde kırmızı renkte bir elbise ve başı da Kürtlere özgü biçimde sarılıydı. Bayazid'te öyle denk gelmişti. Bu gün Fırat Nehri'nin buradaki güney kolu olan, kaynağı bir kaç mil uzakta, burada ne çok derin ne de çok geniş, ama çekici olan Murad Çayı üzerinden geçtik."
Zaremba Diyadin'de gördüğü kaplıcaları, Murad nehrini ve daha ötesinde bulunan ve düntanın en eski kiliselerinden biri olduğunu sölediği Üçkilise adlı manastırdan ve bölgedeki doğadan uzun ve hayranlıkla sözettikten sonra Süleyman Ağa yayalasına gidişini şöyle anlatmaktadır:
"Atlarımızı yolu olmayan güzel meralar üzerinde sürüp günün aşırı sıcağından sonra bizleri rahatlatan bir akşam serinliğine kavuştuk. Kürtlerin sürü ve çadırlarının yanından geçerek gün batımında Kürt Zilan aşiretinin reisi Ahmet oğlu Süleyman Ağa'nın çadırına vardık ki o da daha yeni yer değiştirip buraya konaklamıştı. Süleyman Ağa beni memnuniyetle karşıladı. Yanında çok sayıda insanları vardı. Çadırı diğerlerinin çadırlarından ayrı duruyordu. Ağa'nın çadırı hem oradaki ve hem de Karabağ ile Gökçe Gölü bölgelerinde gördüğüm Kürtlerin çadırlarındandı, yalnız bu çadır 5-6 bölüme ayrılmış ve halılarla donatılmıştı. Ağa'nın yanında Erzurum'dan gelmiş olan bir tüccar misafiri de vardı ki o da kendince sohbetin canlanmasına katkıda bulundu. Süleyman Ağa hoş ve nazik görünümlü bir adamdı. Kendisi ile oğlu aksam namazını çadırda kıldılar. Konuşmalar sürdükçe daha da samimi bir hava oluştu ve ben o akşam onlara tanrının Hz. İsa'nın şahsı üzerinden insanlara gösterdiği merhametini anlattım. Yer yer dikkatle dinliyorlardı ve beraberimdeki Kazaklardan biri Türkçe anlattıklarımı onlara (Kürtçeye) tercüme ediyordu. Ağa'nın adı Mirza olan kâtibi ki aynı zamanda hoca idi, bir kaç defa benimle tartıştı. Ben de kendisine bir kaç Arapça ve bir tane de Farsça kitapçık verdim. O da onları inceledi ama almak istemedi. Fakat Ağa, tahminen kibarlığından, onları almasını söyledi hocaya. Herhangi bir kuşku uyandırmamak için pek soru sormadım, ama bazen de soru sorma fırsatı oluyordu. Sıkça da susup sadece onların eşkâllerine bakıyor ve onların da konuşmasına fırsat veriyordum. O akşam uzun süre beraber oturduk. Ağa'nın çadırında gece bekçileri nöbet tutuyordu.
20. Mayıs. Ben onlara kendi dillerinde yazılı bir şeylerin olup olmadığını sormuş olduğumdan, kâtip bu gün beraberinde bir kitapçık getirdi ve hepsi şiirdir dedi. Katip bu kitapçıktan bana önce Kürtçesini okudu, ardından da sözlü olarak tercüme etti. Her ne kadar kulağa basit geliyorduysa da ben ille de o kitapçığı ondan satın almak istedim ama o satmadı. Arap alfabesiyle yazılmıştı. Kürtçe kelimelerden oluşan bir tür sözlüktü ve Türkçe veya Farsça açıklamalıydı. Ama alamadım kitabı, daha çok beni Bayazid'te bulursun diye teselli ettiler. Gelecekte de onlarla dost olmak istediğimi belittim ve şaka ile karışık ben veya başka birinin dost bir misafir olarak gelip dillerini öğrenmek için onlarda kalıp kalamayacağını sordum. Bir de İncil kitapçıklarının onların diline de tercüme edildiğini ancak daha redekte edecek birine ihtiyaç olduğunu anlattım. Süleyman Ağa ise beni bildiğimiz tarz bir kibarlıkla davet etti ve bir dahakine misafirperverlik görevlerini daha iyi yerine getirmeğe özen çok göstereceğini, şimdi yapsaymış bunların misafirperverliğinden değil de Ruslardan korktuğundan yaptığının düşünüleceğini söyledi."
Zaremba oradan döndükten sonra bir kaç gün daha Bayazid'te kalmış. Anlaşılam o Kürtçe kitabı satın almak için de çabalamış. Bu tür kitabları bulmanın güçlüğünü de Kürt alimlerinin Rus işgalinden dolayı bölgeyi terketmiş olamalrına dayandırmaktadır. Ama anlatımlarından anlaşılıyorki Zaremba bu süre içinde Mela Mehmud ile bir çok görüşme ve istişarelerde bulunmuş. Nitekim yazısının devamında şunları aktarıyor:
" Sözünü ettiğim bir Kürt Mela'sı olan ve burada en büyük bilgin sayılan Haci Mahmud'u tekrar ziyaret ettim. Uzun görüş alışverişi ve beraber çalışmamızın sonunda daha iyi tanıyabilmemiz için Kuranı Kerimden seçtiğimiz 42 sureyi bana yazılı olarak Türkçeye çevirmesini rica ettim. "
Felician Martin von Zaremba (1794-1874)
Zaremba uzun olan bu anıları sosyoloji ve coğrafya bilimleri açısından da çok önemlidir ki yazısının tümünün de tercümesini ileride yayınlayacağız. Yukarıda yazarın büyük alim ve bilim insanı M. Mehmud Bayazidî hakkında verdiği bilgileri yorumlarsak şu ilginç bilgiler ortaya çıkmaktadır.
- Zaremba Mela Mehmud'u "Kürt Melası, en büyük bilgin, asilzade alim, Haci Mahmud" gıbı sıfatlarla tanıtmaktadır. Daha sonralarki Jaba'nın arşivindeki eserlerde de ve halk arasında da bilgemiz "mela, hoca, efendi ve haci" olarak anılmaktadır.
- 1830 yılında gerçekleşen bu karşılaşmada M. Mehmud Bayazidî 33 yaşındadır. Bilindiği gibi doğum yılı 1797'dir.
- Bayazid'te mükemmel bir bilge olmasından dolayı Zaremba'nın ilk bakışta ve en çok dikkatini çeken Mela Mehmud'tur.
- Rus generalin bir hristiyan kutlamlasına katılmaktan ve Süleyman Ağa'nın katibi olan hocanın tersine bir potestan misyoneri olan Zaremba ile yakın ilişkiler kurmaktan kaygılanmyan M. Mahmud kendisinden emin, ağırbaşlı ve dünyaya açık bir ınsan olduğu izlenimi oluşmaktadır. Nitekim O'nun bu özelliklerini daha sonraları Jaba ile olan ilişkilerinde de görmekteyiz.
- Mela Mehmud tüm bölgede büyük bir alim ve asil kişiliği ile kabul görmüş olduğu vurgulanmaktadır. Yöredeki ilerigelenler üzerinde de etlin biri olğu yine Zaremba'nın Zilan reisi Suleyman Ağa'ya giderken O'nun mektubunu götürmesinden de anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi eskiden bölesi mektuplar gezginlerinerin gittikleri yollarda korunmaları ve iyi karşılanmaları için bır garanti sayılıyordu.
İşte bu özelliklerinden olacakki Zaremba alaşılan yöredeki yerliler arasında yanlızca Mela Mehmud ile yakın ilişkiler kurmakta ve O'nunla bilgi alışverişlerinde bulunmuştur.
Dil, din, tarih, edebiyat ve sosyoloji bilimlerinde büyük bir uzman olan Mela Mahmud'un daha sonraki hayatı ve eserleri hakkında ise yukarıda değindiğimiz gibi A. Jaba'dan bilgi edinmekteyiz. Bu bilgilere göre Osmanlı devlet adamları tarafından da ünü saygınlığı bilinen Mela Mahmud 1847 yılında baş gösteren Cizra Botan ve Hakkari Beylikleri isyanlarında devlet ile Bedirhan Bey ve Nurullah Bey arasında aracılık yapması için görevlendirilmiştir. Osmanlıların sonraları Mela Mauhmud'un Kürt Beyleri yanlısı olduğundan şüphelenmeleri üzerine kendisini önce Van'a sürgün etmiş ve daha sonra da tutuklatmışlardır. Jaba O'nun halk arasındaki büyük saygınlığından dolayı protestoların coğalmasıyla 15 gün sonra tekrar serbest bırakıldığını akatarmaktadır.
1854 yılındaki Osmalı-Rus savaşında Bayazit eyaletinin yeniden Rus istılasına uğramasından, kardeşinin bu savaşta vurulmasından ve son irsi bey olan Behlül Paşa'nın yaralı olarak esir düşmesinden dolayı Mela Mahmud Erzuruma taşınmıştır. Orada hocalık ve eski İran paraları üzerindeki yazıları deşifre etmekle görevli olan Mela Mahmud savaştan kaynaklı koşullardan dolayı geçim sıkıntısı çektiğinden 1856 tam da tekrar Bayazid'e dönmeğe karar vermişken Rus Konsolosu Jaba kendisini bulur, hem O'ndan kürtçe dersler almak ve hem de St. Petersburg Üniversitesinin talebi üzerine Kürtçe el yazmaları derlemek amacıyla ortak çalışma teklifinde bulunur. Bu ortak çalışma sonucu 50 civarında kitap ve yüzlerce şiir toplanıp Petersbur'a gönderilmiş ve orada arşivlenmiştir. İşte asıl bu tarihten itibaren dünya yazılı Kürt edebiyatından, dilinden ve tarinden haberdar olmuştur. Jaba daha sonraları yazdığı makale ve kitaplarında M. Mehmud'tan "hocam, danışmanım" diye sözetmektedir. Jaba daha sonraki bir yazısında Mela Mehmud'a olan saygınlığı ve vefa borcunu ödemek amacıyla Onun hayatını ve eserlerini konu edindiği bir kitap yazdığını bildirmesine rağmen bu eser şu ana kadar bulunammıştır.
19. yy. Ikinci yarısında hemen tüm avrupa bilim edebiyat dergilerinde kendisinden söz edilen Mela Mehmudun adı bu gün artık nerdeyse tüm dünyadaki ansiklopedilerde geçmektedir.
Ehmedê Xanî, İsmailê Byazidî, Muradxan Bayezidî ve Mela Mehmud Bayezidî hakkında batı kaynaklarında araştırmalarımız devam edecek ve bazı ipuçlarından hareketle yeni bilgilere ulaşacağımız inancındayız.
Yurt dışında bu yönlü araştırmalar sürmekle beraber, Rusya, Avrupa ülkeleri ve Irakta Mela Mehmudê Bayezidî hakkında konferans ve seminerler düzlenmesine rağmen O'nun öz yurdu olan Doğubayazıt'ta hakkında halen sistemli bir yerel araştırmanın yapılmmış olması, hiç bir konferans ve seminerin düzenlenmemiş olamsı, hakkında şehirimizin yüz akı olbilecek bir kitap yazılmasının teşvik ve organize edilmemiş olması büyük bir eksiklik arzetmesinin yanısıra, o büyük değerimze olan vefa borcumuzun bir nebze de olsa ödenmesi zaruriyeti vardır.