Ahmet Davutoğlu, Suriye'deki gelişmeler ve Türkiye'nin Suriye politikasındaki evrimin 5 aşamasından söz etmeye başladığında, basın brifinginin bir saatlik bölümü çoktan geçmişti. Bir saat sonra, daha 2. Aşamaya henüz değinmekteydi ki, yanımda oturan meslektaşıma eğildim ve Yarın sabah kahvaltı sıralarında 5. Aşama'ya geliriz artık dedim.
Dışişleri Bakanı'nın Türkiye'nin Suriye politikası üzerine yirmiye yakın basın mensubuna verdiği basın brifingi, üçüncü saatini doldurduğunda bitti. Bittikten sonra, Bakan'ın basın danışmanı Osman Sert, Hangi sözleri off-the-record yani yazılmamak kaydıyla, hangileri yayımlanabilir nitelikteydi, her şey karıştı diye dert yanıyordu.
Üzülme dedim ona da, kolayı var; yazılanları okuduktan sonra, Bakan, nasılsa bazıları için 'Bunlar off-the-record' idi diyecektir. O zaman anlaşılır, hangileri off-the-record, hangileri yayımlanabilir nitelikteydi...
Şaka bir yana, dünyanın herhangi bir ülkesinde önemli ve etkili ülkeleri kastediyorum- bir dışişleri bakanının belli başlı basın mensuplarıyla tam üç saat görüşmesi ve onlara dünya gündeminin bir numaralı maddesine ilişkin ülke politikasının nasıl geliştiğini, perde arkası bilgiler ve anekdotlarla anlatması, basın mensupları açısından, olağanüstü değerli bir bilgi hazinesidir.
Konuyu en başından beri dikkatle izleyen benim için de öyle oldu. Hatta, Suriye'de daha çatışmalar patlak vermeden öncesinden beri,Suriye'nin önemi ve Türkiye'nin dış politikası ve bu arada Kürt sorununa izdüşümü konusunda yazdıklarım, Radikal arşivinde duruyor. Suriye, daha hiç kimsenin gündeminde değilken bile, benim gündemimdeydi. Gündemin en üst sırasına tırmanacağına seziyordum. O yüzden kimse dönüp Suriye'ye bakmazken, inatla Suriye yazdım.Bugün herkesin gündeminde ve kimileri utanmadan, yalan-yanlış yargılarla en başından beri siyasi ve ahlaki gerekçelerle zalim Suriye rejimine karşı olanları savaş kışkırtıcısı olarak suçluyorlar.
Davutoğlu'nun basın brifingi de aynı suçlamanın Türkiye'nin Suriye politikasına yönelmesi üzerine canına tak demesi duygusuyla yapıldığı için, o kadar uzun sürdü. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı, zaten konuşkan biri. Üniversite hocalığından edindiği bir alışkanlık nedeniyle ve tahlil yeteneğine sahip olması sayesinde kuru sound bite'lar yerine derinlemesine anlatımlar, tarihsel arka plan ve anekdot anlatımından ötürü, onunla her görüşme olması gerekenden uzun sürer. Bu kez, haksız eleştirilerden ötürü canı yanmışlık duygusuyla da konuşunca, Suriye politikası anlatımı bir üç saati aldı.
Davutoğlu'nun anlattıklarının bir bölümünü biliyordum. Çeşitli vesilelerde anlatmış olduğu için. Bir bölümü off-the-record olarak kayıtlarımdaydı. Aslı Aydıntaşbaş'ın dünkü Milliyet'te yer verdiği ve internet ortamında yankılanan Başşar Esad'a ilişkin psiko-analitik değerlendirmesinden yani Başşar'ın anne sendromundan haberdardım. Başşar'ın evine gittiğinde, aile meclisinin başında bulunan annesinin Baban olamadın sen. O, Hama'da halletmişti. Sende babandaki yürek ve kararlılık yok diyebileceğini veya dediğini düşünerek, Suriye devlet başkanının pervasızca kendini halkının kanını dökme politikasını, bir ikili görüşmemizde, daha önce de açıklamıştı Davutoğlu. Son basın brifinginde yine söz etti. Off-the-record muydu? Bilmiyorum.
Bunu, Suriye rejiminin yapısının 3 halkasından söz ederken yaptı. Dikkat ettim, yine Alevi sözcüğü yerine ısrarla Nusayri diyordu. Nitekim, rejimin yapısındaki ilk halkayı Esad ve Makhlouf (Başşar'ın anne tarafı) Nusayri klanları olarak niteledi. Burada, Başşar'ın Cumhurbaşkanlığı Muhafızlarına ve seçme Nusayri birliklere komuta eden küçük kardeşi Mahir, ablası Büşra, dayısı, dayısının oğlu yolsuzluk simgesi- Rami Makhlouf ve tabii annesi var. (Bakan şu sırada Dubai'de olduğunu söyledi) İkinci halka, Esad-Makhlouf klanları dışındaki Nusayrilerden oluşuyor. Ki, istihbarat kuruluşları yöneticileri, Hava Kuvvetleri Komutanı vs. bu ikinci halkada. Üçüncü halka ise bazı Sünniler ile Hristiyanları da içine alan ve rejimin yönetici unsuru olarak Baas Partisi'nin bulunduğu halka.
Suriye rejiminin 3 halkalı yapısı ve bunun nasıl çalıştığı bilinmeden, herhangi bir çözüm planının geçerliliği veya uygulanma şansı da olamaz. Davutoğlu'nun Türkiye'nin Suriye politikası için ifade ettiği Suriye krizinin içinden geçtiği 5 Aşamayı da rejim yapısının 3 halkası ile birlikte ele almakta yarar var. Davutoğlu'nun tanımına göre sıralayalım:
1. Aşama Kapalı kapılar ardında Başşar Esad ile görüşme dönemi. Bu dönem, Mart 2011-Temmuz 2011arası. Barışçıl gösterilere rejimin snayperlerle ateş açtığı dönem. Davutoğlu'nun Nisan başında Şam'da 3,5 saat Başşar ile başbaşa görüştükleri, Tayyip Erdoğan'ın ilişkiyi koruduğu dönem. Başşar'a en kısa zamanda seçime gitmesi telkini yapılıyor.
2. Aşama İplerin kopmaya başladığı sıralar. Hama, Hums, Lazkiye, Deir ez-Zor gibi şehirlerin tanklar ve toplarla kuşatılıp dövüldüğü dönem. 2011 Temmuz-2011 Ağustos arası.
3. Aşama- Ahmet Davutoğlu'nun Ağustos'ta Başşar Esad ile Şam'da 6 saat görüştüğü ve şehirler çevresindeki kuşatmanın kaldırılması önerisini götürdüğü dönem. Aynı görüşmede, Aralık 2011'e dek yani 6 aylık bir takvim içinde uygulanmak üzere 14 Maddelik Plan sunuyor.
4. Aşama Davutoğlu, bu aşamanın başlangıcını Suriye hava kuvvetlerinin ve daha önemlisi Scud füzelerinin kullanılması olarak belirliyor. Hava operasyonlarının başlangıç tarihi, 2012 Şubat. İlk Scud ise, Aralık 2012. Türkiye'nin bu aşamada muhalefete desteği artıyor. Davutoğlu, Suriye muhalefetiyle ilk resmi görüşmesinir Ekim 2011 olduğunu bildirdi. Türkiye'nin Suriye'deki gelişmelere göre değerler açısından istikrarlı, mekanizmalar açısından dinamik bir politika izlediğinin altını çizdi ve Scudlara karşı Ocak 2013'te Patriotlar yerleştirilmeye başlandığını anlattı.
5. Aşama Banyas. Mayıs 2013. Burada, 1995'te Bosna'daki Srebrenica katliamını hatırlatan bir gelişme söz konusu oldu. Hums-Lübnan sınırı arasında tam şu sırada Kuseyr'in ele geçirilmesi için rejimin başlattığı saldırı da, zaten, Kuseyr üzerinden bir Şii-Nusayri kuşağı oluşturma amacına yönelik olarak ifade ediliyor. Lübnan'ın bitişik bölgelerinde bulunan Şii Hizbullah (İran-Suriye ortak müşterisi) şu anda Suriye topraklarında Kuseyr için savaşıyor. Reyhanlı olayı, söz konusu kuşağı yukarı doğru çekme hesaplarıyla ilgili.
Davutoğlu, Reyhanlı'nın bir faili meçhul olmadığını, faillerinin yakalandığını ve itirafta bulunduklarını söylüyor. Buna rağmen, medyada yer alan çarpıtmaları hayretle karşıladığını belirtiyor.
Dışişleri Bakanı'nın uzun basın brifinginde sürekli tekrarladığı tema şu: Türkiye, Suriye'de hiçbir zaman savaş öncelikli bir politika izlememiştir ve izlememektedir. Sürekli Rusya ve İran ile temasta olmuş ve onlar üzerinden Başşar Esad'a mesaj iletmiştir. Türkiye'nin Suriye politikasında 2011 yılı boyunca Başşar Esad'lı bir çözüm aranmıştır. Daha sonra da, oluşmasında Başşar'ın rol alacağı, kurulmasıyla birlikte iktidarının son bulacağı geçiş hükümeti formülleri üzerinde durulmuştur. Şu dönemde, Cenevre IIye giderken de, işin özü itibarıyla aynı şekilde davranılıyor.
Bir de şu nokta: Tayyip Erdoğan'ın son Washington seyahatinde ABD ile senkronizasyon sağlanmıştır; 22 Mayıs'ta Amman'da ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Mısır, S. Arabistan, Ürdün, Katar ve Türkiye Dışişleri Bakanları toplantısında 11 ülkenin tutumu, Cenevre II öncesinde konsolide olmuştur.
Yani, Cenevre'ye böyle bir senkronizasyon ve konsolidasyon ile gidiliyor. Yani, Türkiye, başından beri Suriye sorununun içinde ve savaş dışı çözüm arayışlarının başını çekiyor ve Türkiye'nin Suriye politikasına bu savaş yanlısı olarak taraf olma gerekçesiyle yapılan tüm eleştiriler külliyen yanlış ve haksızdır. Davutoğlu, 3 saat bunu anlatmaya çalıştı.
Bence, basın brifinginin ilk dakikasındak söylediği şu sözü en önemlisiydi:
Konjonktürel durumlara göre yapılacak siyasete bakmamak gerek.Adaletin ve mazlumların yanında olmak esastır. Vicdani ve ahlaki pozisyon olarak 100 bin kişiyi öldürmüş insanlarla yanyana olmayı tarih siciline geçirmedik hiç değilse...