Hamit GEYLANİ / BDP Eşbaşkan Yardımcısı
Önce “2000’e Doğru” dergisinde, sonra “artı-Gündem” gazetesinde yayınlanan Kahraman Bilgiç’in (Yüksekova çetesinin PKK’li itirafçısı) 1996 yılında Diyarbakır DGM’de verdiği ifade aynen şöyle: “Cengiz Ersever (Akın Birdal’a suikast düzenleyen JİTEM’ci) 1995’te Hakkâri Dağ Komando Tugayı’na geldi. Dönemin tugay komutanının bilgisi dâhilinde HADEP İl Başkanı ve Milletvekili adayı Geylani’ye suikast planlıyordu. Ersever, Geylani’yi öldürmek için bir ay uğraştı ancak başaramadı. Bunun üzerine bir gün oda hapsi cezasına çarptırıldı.
Mevzu bahis kendim olunca yorum ve değerlendirmeyi okuyuculara bırakıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim. Ben de, Ersever de ucuz kurtulmuşuz. Ben ölümden o da sadece bir günlük oda hapsinden.
Benzerleri ve daha vahim çokça yaşananlardan görüldüğü gibi dipten tepeye sicili bozuk kanlı bir sistemde yaşamsız yaşıyoruz. 17 bin “faili belli” cinayetin sorumlusu devletti. “İyi çocukları” koruyan devletin rütbelisidir. JİTEM’e, itirafçıya, uğursuza cinayet işleten devletin başbakanı, emniyet genel müdürü, kontr-terör daire başkanı ve diğerleridir. “Öldürülecek iş adamlarının listesi cebimdedir” diyen bir başbakandır. Devlette devamlılık ve sorumluluk esastır. Onun için şimdiki başbakan da bu olayları aydınlatmadığından ötürü sorumludur. Bunları söylediğimiz için devletin bekasını berhava ettiğimiz, ülkenin bölünmez bütünlüğünü parçaladığımız vs. gerekçelerle hain ilan edildik, tutuklandık, vurulduk, öldürüldük. Şimdi de sistem her gün kendisini tekrar ediyor.
Çiller’in liste zulası
Peki, o yaptıranların emirlerini uygulayanlar; Ayhan Çarkınlar, Hanefi Avcılar, Mehmet Eymürler, Ağarlar ve diğerleri. Çarşaf çarşaf bizim söylediklerimizin yüzlerce katını itiraf ederek açığa çıkaranlara ne demeli ve ne yapmalı? Bavul dolusu Ergenekon planlarını, generallerin tutuklanmasını ve bu ülkenin topraklarından fışkıran ölüm makinesi suikast silahlarına ve binlerce darbe ve cinayet planlarına ne demeli? ‘İşte devlet’ demekten başka söylenecek söz yoktur.
Bunlar, devlet şaibesinin ve devlet şikesinin sadece birkaç karesidir. Şaibe ve şikeler halen de devam ediyor. Hem de daha vahim. Şimdilerde kan kokusundan zehirli gazlar ve kimyasal zehrine geçildi. Önceleri teker teker, üçer beşer arkadan enselerinden kalleşçe vurularak veya kaçırılarak beyinlerine sıkılarak çukurlara, derelere, ormanlara atılarak katlediyorlardı. Çünkü işadamlarının listesi dönemin başbakanı Çiller’in cebindeydi. Peki, işadamı olmayan bu ülkenin aydınları olan; Musa Anter, Vedat Aydın, Mehmet Can, Mehmet Sincar, Namık Erdoğan, Mecit Baskın, Faik Candan, Medet Serhat, Yusuf Ekinci ve diğerleri. Acaba bunların listesi Çiller’in hangi zulasındaydı?
Öcalan üzerindeki tecrit kinin ifadesidir
Artık 21. yüzyıla girdik, sistem yöntem değiştirdi. Topluca hatta kitlesel siyasi soykırımlarla, savunmanın prangaya, ellerin kelepçeye vurulduğu ve sualsiz savunmasız yıllarca paslı zindan kapılarına mahkûm edilen ‘avukatsız’ bir halk, imha nişangahındadır. Ama o da ‘bumerang’ silahıdır, döner sahibini vurur. Biz kimsenin vurulmasını istemiyoruz. Kendisini vuran, çürüyerek dökülen ve kokuşan sistem; Susurluk ve benzeri belalı ve kirli hadiseler sonrası temizlenmedi. Onun için o mikroplu virüs sistemin mikroplu bünyesinde beslenerek ERGENEKON ve türevlerini türetti.
Bu arada; “Azad Nisan Yağmuru” şiir kitabımda, Susurluk belasına ilişkin, “Zelal’a vurgun şiir”den sadece birkaç dizeyi okuyucularla paylaşmak istiyorum. “...Aman Allahım / Bedduaların tılsımında / Yol kazasıyla / Sebisübyanların / Maya tutmuş ahı tuttu. / Gladyatörlerin naralı sesi / Susurluk’ta / Susturucuların yatağında sustu...” Ama hiç susmayan devletin çete yapılanması ve darbe histerisidir.
Konuya dönersek Kürt coğrafyasında Ergenekon’a dokunulmadığı için yeni mikroplu oluşum ve anlayışlar başka biçimlerde gizli ve aşikâr anlayışlar gelişti. ‘KCK’ adı altına pervasızlaşan siyasal ve kitlesel soykırım eski ve yeni milletvekillerine, belediye başkanlarına ve encümenlerine il genel meclis başkan ve encümenlerine BDP il ve ilçe başkan ve üyelerine, kadın-gençlik meclislerine giderek seçmenlerine ulaşan bir topluca derdest etme ve zindanlara hapsetme sistemin günlük icraatıdır. Ve son halkaya Sayın Öcalan’ın 37 avukatını da tutuklayarak utanç perdesini yırttılar.
Onun içindir ki kral çıplak beş aya tırmanan Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi; hangi anayasanın hangi maddesi, hangi yasa, genelge, yönerge ve belgeyle izah edebilirler. İzah edebilecekleri tek şey; sistemin hukuksuzluğu, ırkçılığı, kini, öfkesi ve korkusudur. Çünkü var olan uyduruk yasa mevzuatta bile böylesi bir garabet yoktur.
KCK operasyonlarını yürütenler Çiller gibi açığa çıkacak
Tüm anti demokratik gayri meşru haksız ve hukuksuz yönelimler bu sistemin DNA’sında vardır ve sistemi kemiriyor. Ayrıca yıldan yıla sistem bu çürük mirası devralıyor.
Bakınız 11 Aralık’ta Mahmut Övür Sabah’ta yazdı. Susurluk kazasından sadece 12 gün önce Çatlı’yla konuşmuş. Çatlı aranan adam. Cebinde devletin verdiği sahte kimlikler. Belinde devletin verdiği silah, kendisi devlet görevlisi. Ve benzeri rakiplerinden biri de Yeşil denilen devlet içinde bir devlet. O da devlet görevlisi. Görevi de devlet adına cinayet işlemek. Ve de bu cinayetlerle saldığı korkuyu adamlarıyla birlikte haraca tahvil ediyor. Elde ettiği geliri de onunla işbirliği yapan diğer devlet görevlileriyle paylaşıyor. Bazı devlet görevlileriyle de “pay” nedeniyle dövüşüyor. O görevliler de “iki Mehmet’ten biri” o Mehmetleri de kamuoyu bilir. Biri Emniyet genel müdürü diğeri de MİT Kontr-Terör Daire Başkanı. Görüldüğü gibi önce devlet mafyayı, çeteleri kontrole almış, sonra da devlet onların kontrolüne girmiş.
13 Aralık 2011 Ahmet Altan da Taraf’ta bu alıntıya ekliyor. “Ben o dönem aranan bir mafya reisinin televizyonda bir canlı yayına bağlanıp dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’a epeyce bir söylendikten sonra ‘bu adam beni yakalatmak istiyor’ dediğini kulaklarımla duydum” diyor.
Devletin perişanlığına bakın yöneticilerinin zavallılığına bakın, doğrudur tüm bunlar. Bunu doğrulayan bir hadiseyi de ben yaşadım. Sayın Ahmet Turan Demir HADEP Genel Başkanı iken ben de genel başkan yardımcısıydım. Partimiz adına o dönemin başbakan yardımcısı olan Sayın Mesut Yılmaz’la görüşmemizde şunu söyledi bize: “Söyledikleriniz çok doğru, olması gereken şeyler, ben de katılıyorum. Ama o kadar da kolay değil. Sizin üzerinizdeki baskının katmerlisi bizim üzerimizdedir. Bunların ne olduğunu söylemek durumunda değilim ama çoğunu sizin de tahmin edeceğinizi biliyorum” dedi. Demek ki o zaman oldukça ağır ve belirgin askeri vesayet ve baskıya ek olarak mafyanın, çetenin, itirafçı şebekenin maddi ve zorba baskısı da devletin her yanını sarmalamış ve teslim almıştır. İşte devletin bölünme ve parçalanması asıl budur. Nasıl ki, dönemin eli kanlı katilleri, yapmış oldukları vahşetleri tek tek anlatıyorlarsa ve bunu kimin emir ve komutasıyla gerçekleştirdiklerini itiraf ediyorlarsa, gün gelecek “KCK” adı altında yürütülen siyasi soykırım operasyonlarının nasıl düzenlendiğini ve kimin talimatıyla yapıldığını anlatacak savcı ve hâkimler de ortaya çıkacaktır. Hiçbir gerçek saklı kalamaz. Bütün haksızlıklar bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.
Türkiye için tarih tekerrür ediyor yine. Senaryo ve amaç aynı, kurban edilmek ve yok edilmek istenilenler aynı, sadece aktörler ve yöntemleri farklı bu kez...