Her gün temiz olmak için, sinekkaydı tıraş olmak mecburiydi ama el yüz yıkamak, banyo yapmak yasaktı. Bunun için su verilmezdi. Yıllarca banyo yapmadığımız için 'leş' gibi kokardık. Her tarafımız kürden dolayı cılk yara olmuştu. Koğuşlar domuz ahırı gibi pis kokuyordu. Sayıma gelen komutanlarımızın tahammül edebilmesi için, onlar gelmeden önce verilen emir gereği, koğuşa sprey sıkardık. Sprey alınacağı zaman ben, ısrarla leylak sprey isterdim. Bana göre domuz gibi kokan, bitli insanlara ancak leylak kokusu sprey yakışırdı.
Üç yıl boyunca banyo yapmadığımı söylemiştim. Bir kere hariç, demem gerekiyordu. Çünkü bu üç yıl içinde bir kere hamama götürüldük. Soğuk bir şubat günü gardiyanlarımız gelip, banyo için hazır ol emri verince tüm koğuşta bayram havası esmişti. Nihayet vücudumuza sıcak su değecekti. Hiçbir şey bizi bu kadar sevindiremezdi. Verilen emir gereği don katına soyunup beklemeye başladık. Koğuşun kapısı açıldı. Dışarı çıkıp ikişerli kolda beklemeye başladık. "Sıraya gel, rahat, hazır ol, olmuyor, ellerinizi bacaklarınıza daha hızlı vurun. Rahat, hazır ol, sağa dön, sola dön, geriye dön, kol uzat." Gibi emirlerle bir saati aşkın bir süre buz gibi koridorda, çıplak ayakla, don katına talim yaptık. Hava çok soğuktu. Sokak kedileri gibi titreyip duruyorduk. Yapacağımız banyonun hayaliyle sağuğa rağmen, ellerimiz daha hızlı bacaklarımıza vuruyorduk. Vücudumuz soğuktan mos mor olmuştu. Nihayet Harbiye Marşıyla banyoya doğru yola çıktık. Emir üzerine soğuk beton zemine hızla vurduğumuz çıplak ayaklarımızı mos mor kesilmiş ve dayanılmaz bir şekilde acı veriyordu.
En sonunda, hamamın kapısına geldik. Orda da "Sıraya gel, rahat, hazır ol, almadı ellerini bacağına, ayaklarını yere daha hızlı vur." Emirleriyle uzun bir süre titreyip durduk. "içeri gir!" emriyle beraber hamamın içine daldık ve büyük bir sürprizle karşılaştık. Hamamın içinde birkaç asker musluklara takılmış hortumlarla üzerimize soğuk su fışkırtmaya başladı. Buz gibi tazyikli su vücudumuza bir kurşun gibi saplandı. O tazyikle çoğumuz yere düştük. Çünkü askerler yerlere sabun sürmüşlerdi. Vücudumuzun bazı yerleri kanamaya başladı. Çil yavrusu gibi dağıldık.
Dönüşte de geliş gibi hamam ve koğuş önünde uzun bir süre talim yaptırdılar. Islak olmamız sebebiyle, bu talim boyunca anlatılmaz acılar çektik. Nihayet dövülerek koğuşa alındık. Verilen son emir, "Ranza altı ol." İdi. Hepimizi o ıslak halimizle ranzaların altına girdik. Eskisinden de pis bir hale gelmiştik. Ben bu banyoya, hayatımın banyosu diyorum. Bu banyo maceramız, sistematik işkencenin hangi boyuta vardığına, sıradan bir olayın bile nasıl bir işkenceye dönüştürüldüğüne örnektir.
Havalandırmalarda yürüyüşü kararı saydırırlardı. Bilmeyenler için söyleyelim, piyade talim esnasında, adımlarla uyumlu şekilde atılan sloganlara, yürüyüş kararı deniliyor. Askerlikte en yaygın söylenen yürüyüş kararları şunlardır. "Vatan sana canım feda. Her Türk asker doğar. En büyük Türk Atatürk." Ama bizim için icat edilmiş bazı yürüyüş kararları vardı ki evlere şenlik.
Türkiye'yi bölüp üstünde bağımsız bir Kürt Devleti kurmak suçundan yargılanan bizler, beş vakit namaz kılar gibi "Ben Türk oğlu Türk'üm. Atam sana canım feda." Diye yürüyüş kararı sayıp duruyorduk. Askerlere en çok söyletilen bir yürüyüş kararı ise, bize özellikle yasaklanmıştı. Bize yasaklanmış yürüyüş kararı şuydu: "Vatana sana canım feda." Yüzbaşıya göre, biz bu yürüyüş kararını daha içten ve yüksek sesle söylüyorduk. Çünkü vatan derken Kürdistan'ı düşünüyorduk. Bunun için Bunun için bu yürüyüş kararı bize yasaklanmıştı.
Atatürk'ün izinden ayrılmayan 12 Eylülcüler, cezaevinde bir Müslüman'dılar ki sormayın gitsin… İstiklal Marşı, Andımız, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi ile 60 civarında marşı işkence altında ezberlemiştik. Acaba 12 Eylül harekâtını gerçekleştiren meşhur beş generalimizden hangisi, bunlardan bir tanesini eksiksiz okuyabilir, çok merak ediyorum. Her neyse biz komutanımıza dönelim. Biz bunların hepsini işkence altında ezberlemiştik, işkencenin sürdürülmesi için yeni gerekçelere ihtiyaç vardı. Kemalist ideolojinin esin kaynağının bittiği yerde, imdada Müslümanlık yetişti.
Gardiyanlar bu sefer, "Müslümanlığın, imanın şartlarını, 32 farzı say." Demeye başladılar. Solcuları bir tarafa bırakalım, bizim beş vakit namaz kılan köylülerimizin birçoğu bile bunları sayamıyordu. Hiç unutmam, bizim koğuşta bir köy imamı vardı. O bile 32 farzı sayamamıştı. Bu yüzden, uzun süre koğuş olarak toptan dayak yedik. Koğuş sorumlumuz gardiyana, "Komutanım, bu 32 farzın olduğunu söyleyin, bizde ezberleyelim."
Dediğinde temiz bir meydan dayağı yemişti. Zira gardiyanlar da 32 farzı bilmiyorlardı.
DEVAMI HAFTAYA...