SON DAKİKA

12 eylül özel askeri cezaevi(23)

27 Ağustos, 2011 09:03 Güncelleme: 27 Ağustos, 2011 09:03 12 eylül özel askeri cezaevi(23)

12 Eylül hukukunun gerçekten elle tutulacak bir yönü yoktu. Sıkıyönetim Yasası'na göre, o bölgenin Sıkı Yönetim Komutanı, mahkemenin verdiği bir karara itiraz edebiliyordu. Yani yürütme, yargıya müdahale edebiliyordu. Örneğin, yaptığım bir itiraz üzerine yetkili mahkeme, tutukluluk halime son verip, tahliyeme karar vermişti. Sıkı Yönetim Komutanı itiraz edip tahliyeme engellemişti. Bu hukuki müdahale değildi, ama kanuni(!)ydi.
Benimle ilgili olarak verilen bu tahliye kararı dava dosyasına konulmuştu. Avukatım bunu dosyada görmüş ve bana haber vermişti. Bu kararın bir örneğini bana getirmesini, avukatımdan rica etmiştim. Ertesi hafta ziyaretime gelen avukatım, bu mahkeme kararının dosyadan çıkarıldığını ve meslek hayatında ilk kez böyle bir evrak hırsızlığına şahit olduğunu söyledi. 12 Eylül rejiminde, yürütmenin yasamaya müdahalesi bu düzeye varmıştı. Hani ananı şey eden kadı, kimi kime şikâyet edeceksin?
Düzen sahiplerinin, düzen karşıtı kişileri zindanlara koyması, işkence etmesinin tarihi çok eskilere dayanıyordu. Bu konuda insanlar, en vahşi hayvanlardan daha acımasız ve vahşidiler.
İnsandan başka hiçbir canlı, türdeşine şiddet uygulayıp öldürmez, yani bir kurt başka bir kurda, bir aslan başka bir aslana, bir panter diğer bir pantere saldırıp öldürmez. Kendi türdeşine plan ve program yaparak işkence uygulayan, onu yıllarca dört duvar arasına kapatan ve öldüren tek canlı insandır. Yıllarca bir laboratuara kapatıp insanlığı mutlu etmek için elektriği bulan da, onunla insanlara işkence edende insandır. Atomu parçalayıp ufak bir enerjiyle makineleri çalıştıran da, bunu bomba yapıp kafamızda patlatanda insandır. Uzatmaya gerek yok. İnsanoğlu; hem dünyanın en soylu, hem de en soysuz işini aynı beceriyle yapabilen tek yaratıktır.
12 Eylül'ün Diyarbakır zindanlarında, bize yeterli miktarda su ve ekmek vermiyorlardı. Oturmamıza ve uyumamıza izin vermiyorlardı. Bizi, birbirimizle cinsel ilişkiye koymaya zorluyorlardı. Arkadaşlarımızın kıçına soktukları copu bize yalatıyorlardı. En kutsal değerlerimize küfrediyorlardı. Kadınlarımızın ırzına geçiyorlardı. Adalet adına, adaletsizlik yapıyorlardı. Birçok insan bu vahşete karşı sesini çıkarmıyordu.
Buna karşın bazı insanlarımızda "bana ne" demeden, bir çok belayı göze alıp, bu uygulamalara karşı çıkıyorlardı. Bu baskı, şiddet ve zulmün durdurulması için çaba gösteriyorlardı. Yani Türkiye genelinde de soylulukla soysuzluk, karşı karşıya saf tutup büyük bir mücadeleye girmişlerdir.
Asırlardan beridir ezenlerden ezilenler, efendilerle köleler arasındaki mücadele devam ediyor. Çok ağır bir tempoyla yürüse de, ezilen, horlanan, sömürülenlerin sürekli yol aldığını görüyoruz. Yani mücadeleyi hep ezilenler kazanıyor. Yenilmez görünmelerine rağmen, egemenler sürekli geriliyor. Eğer öyle olmasaydı, bu gün hala baronlar, kontlar, tiranlar, krallar, şah ve padişahlar bizi yönetir olurdu. Bir zamanlar bu yenilmez "armadaların" tacı ve tahtı, baldırı çıplaklar, donsuzlar diye adlandırılan insanlar tarafından yıkıldı. Bundan sonrada hep böyle olacaktır.
Yine insanlık tarihi gösteriyor ki, zindanlara tıkılanlar, burada da mücadelelerini yürütüyor, genelliklede daha bilgili ve donanımlı olarak dışarı çıkıyorlar. Bu bakımdan cezaevleri bir çeşit üniversite kabul edilir. İçeri giren her insan, buradan bir diplomayla çıkar. Böylece egemenlere karşı daha bilinçli ve kararlı bir muhalefet oluşur. Egemenlerin, "Aman bunların fikirleri kitleler arasında yayılmasın, başkalarını da zehirlemesinler." Diye toplayıp içeri attıkları insanlar, mücadelelerini cezaevlerinde de sürdürüyorlar. Dışarıdayken ulaşamadıkları ezilen, horlanan, sömürülen insanlarla içeride 24 saat beraber olma şansını yakalayan aydınların eğittikleri insanların düzen muhalifi olarak dışarı çıktığı herkes tarafından bilinmektedir.
Egemenler ne yaparlarsa yapsınlar, muhalif düşüncelerin halk arasına yayılmasını önleyemezler. Çare diye uygulamaya koydukları içeri tıkma projesi sorunu bir yanıyla çözerken, başka bir yanıyla yeni sorunları gündeme getirir. Zararlı düşünce(!) sahiplerini toplayıp hapse koyma sorunu bir yanıyla çözülmüş olabilir, ama öt yandan zehirli fikirlerle halkı cezaevlerinde yan yana getirir. Bu durum, egemenlerin bir paradoksudur.
12 Eylül'ün sahipleri, tüm bu anlatım şeyleri bilincinde olan insanlardı. Onlar Türkiye'de yaşanan toplumsal sorunlarla ilgili gerek kendi, gerekse dost ülke istihbaratlarının verdileri ciddi bilgilere sahiptiler. 12 Eylül harekâtı, bu verilere dayanarak yapılmış, köklü bir projenin uygulamaya konulmasıdır, çeşitli uzmanların yaptıkları araştırmalar ışığında, hazırlanan makro bir projedir. Bu projeyi uygulamaya koyan generallerin konuşmaları, verdileri demeçler ve yazdıkları anılar böyle olduğunu en iyi kanıtıdır. Kenan Evren'in anılarında, şartların olgunlaşması için projeyi bir sene gecikmeyle yürürlüğe koymasını söylemesi, bu açıdan çok anlamlıdır. Örneğin bu, bir yıl içinde meydana gelen terör olaylarına, insan ölümlerine, ekonomik ve sosyal yıkıntıya bilerek göz yumulduğu anlamına geliyor.
12 Eylül'ü, 27 Mayıs ve 12 Mart askeri rejimlerinden ayıran temel özellikte budur.12 Eylül'deki tutuklama, sorgulama, cezaevlerinde uygulanan sistematik işkence, yargılama ve cezalandırma anlayışı, bu projenin çok yöndü verilere dayandırıldığını, radikal bir çözümün amaçlandığını göstermektedir. Özellikle, Diyarbakır 7. Kolordu Sıkıyönetim Bölgesi'ndeki uygulamanın çok dikkat çekicidir. Buradaki uygulama, diğer bölgelerden, her yönüyle çok farklıydı.

Diğer yerlerde zararlı oldukları kabul edilen bazı ideolojiler ile bu ideolojileri savunan insanlar yargılanmıştır. Yani sorgulama ve yargılama kişiseldi. Ama Diyarbakır'daki sorgulama ve yargılama kitleseldi. 7. Kolordu sınırları içinde sorgulanan ve yargılanan, Kürt toplumsal kimliğiydi. Bunun için ağa, bey, şeyh, dede, kasaba eşrafı, işçi, köylü ve aydın; diğer bir anlamda feodal, liberal, milliyetçi, sosyal demokrat, sosyalist ve komünist farkı gözetilmeden Kürt halkı yargılanmıştır. Bu bölgedeki tüm uygulamalarda görülen kin, nefret, intikam ve acımazsızlığın sebebi de budur.
Tahminime göre, içeride yattığım altı ay boyunca Diyarbakır 7. Kolordu sınırları içinde yakalanıp cezaevine konulan insan sayısı elli binden aşağı değildir. Bu insanların büyük bir çoğunluğu, düzene yönelik ciddi bir muhalefet çalışması içinde olmayan sıradan insanlardı. Kürt halkına bir göz dağı vermek amacıyla, bu denli geniş bir tutuklamaya gidilmiştir.

Yorum Ekle