SON DAKİKA

12 eylül özel askeri cezaevi(14)

27 Ağustos, 2011 08:56 Güncelleme: 27 Ağustos, 2011 08:56 12 eylül özel askeri cezaevi(14)

Ben lise öğrenimi tamamlamak için 1953 yılında İstanbul'a gitmiştim. Ben bu tarihten sonra, Kürt toplumunda uzak yaşamak zorunda kalmıştım. 1980 yılında Diyarbakır cezaevi'nde Kürt aydınlarını toplu olarak yakından tanıma fırsatım oldu. O güne kadar, Kürt aydın kesiminin bu denli birikimsiz ve donanımsız olduğunun farkında değildim.
Cezaevindeyken bunlardan birçoğunun, hayatında bir tek roman okuduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Daha çok politik kitaplar okuyarak sosyalizmi benimsemişlerdi. Genellikle dernek çevrelerinde, ağabeylerinin söylediklerini ezberleyerek devrimci(!) olmuşlardı.
Yeterli bilgi ve donanıma sahip olmadıkları için, bazı önemli kavramlarla ilgili davranışları çok şaşırtıcıydı. Buna bir örnek vermek istiyorum.
Büyük bir koğuştaydım. Paramız yetmediğimiz için ancak beş gazete alabiliyorduk. Alınacak gazetelerin hangileri olacağına koğuş karar vermişti. Koğuşu beş gruba ayırmıştık. Her gün bir grup gazeteleri önce okuyor ve diğerlerine devirediyordu. O gün bizim grup birinci sıradaydı. Heyecanla gazeteleri bekliyordum. Beş kişi yan yana dizilmiş gazetelerin paylaştırılmasını bekliyorduk. Okuma yazması olmayan bir köylü ile yan yanaydık. Sorumlu, üst üste koyduğu gazeteleri sırayla vermeye başladı. Son iki kişiye Cumhuriyet ve Tan gazetesi kalmıştı. Sorumlu, yanımdaki okuma yazması olmayan köylüye Cumhuriyet'i, bana da son gazete olan Tan'ı verdi.
Ben Tan'ı köylüye, Cumhuriyet'i bana vermesini rica ettiğimde, beni şaşırtan bir cevap vermişti. "Dayı olmaz. Biz sosyalistiz. İnsanlara eşit davranma bizim temel ilkemizdir, bizde torpil sökmez."
Doğrusu böylesine kaba bir eşitlik anlayışına o güne kadar rastlamamıştım.
Cezaevinde tam bir terör estiriyordu. Biraz daha az dövülmek, sövülmek için herkes azami bir dikkat içindeydi. İnsanların çoğu eğitimde hata yapmazsak, kurallara uyarsak, verilen marşları ezberlersek, yediğimiz dayak azalır diye düşünüyorlardı. Çünkü gardiyanlar, bir kişinin hatası yüzünden tüm koğuşu cezalandırıyorlardı. Yönetimin mantığını iyi kavrayamayanlar, "senin yüzünden dayak yedik." Diyerek hata yapan insanlara kızıyorlardı. Oysa hata bahaneydi, her şey işkenceye yapmak için bir gerekçe olurdu.
Örneğin, önce İstiklal Marşı'nın ilk iki kıtasını ezberleyemediğimiz için insanlar dövülüyordu. Bu iki kıta ezberlendikten sonra, bu sefer on kıtasını okumayan dayak yerdi. Bunu ezberleyene ise örneğin, "üçüncü kıtadan başla!" emri verilirdi. Şaşıran dövülürdü. Amaç sürekli dayaktı ve bu yüzden bahaneler bulunurdu. Mekanizmayı kavrayamayan insanlar "senin yüzünden", "hayır esas senin yüzünden." Diye birbirlerine girerlerdi. Gardiyanlar, bazen bu çelişkiyi daha da büyütmek için, hata yapanı diğer tutuklulara dövdürüyorlardı. Birçok tutuklu yönetimin yaptıklarını kavrayamaz, birbirlerine düşman olurdu. Biz bu konuda da insanları uyarır, oyuna gelmemeleri için çaba gösterirdik.
Estirilen terör yüzünden, koğuşlarda bulunan bazı avukatlar, dilekçe yazma, hukuki savunma konusu da, insanlara yardım etmekten bile çekinirlerdi. Ama ben bu konularda, bilgim oranında yardım isteyen herkese katkı sunmaya çalıştım. Hazırlanan iddianamelere göre nasıl ifade vermesi gerektiğini anlatır, itiraz ve tahliye istemlerini dile getiren dilekçeleri yazardım. Cezaevinde kaldığım sürece, yaptığım bu yardımlar sebebiyle herkesten saygı gördüm. Bir çok tutuklu, kendi siyasetindeki insanlara bile paylaşmadıkları sırlarını benimle paylaştılar.
Yardım ettiğim ilgi çekici iki davadan bahsetmek istiyorum.
Birisi casusluk filmlerini anımsatacak nitelikteydi bir dosyaydı. Koğuşumuzda Zaxo'lu bir Kürt vardı. Bir gece yarısı yatağıma gelip beni uyandırdı. "Kek oca kerema xwe lı vi kaxızi bınêre ka çı dıbêje? Lê daxweza mın ewe ku tu kesi ra behsa vi neki", (Ağebey, zahmet olmazsa şu evraka bakarmısın, acaba ne yazıyor? Yalnız senden ricam bundan kimseye bahsetme.)
İddianamede bu kişinin, Irak hesabına Türkiye aleyhinde casusluk yaptığı, PKK'ye silah temin ettiği, Türkiye topraklarını bölüp Kürt devleti kurmaya çalışanlara yataklık ettiği belirtiliyordu. O ise, bunların saçma sapan bir iftira olduğunu söylüyordu. Kendisine doğruyu söylediği takdirde, ona yardım edebileceğimi söyledim. Kısa bir tereddütten sonra bana, casusluk filmlerine konu olacak şeyler anlattı:
"Ben ortaokul öğrencisiyken küçük kardeşimle beraber Barzani'nin pêşmergesi olmuştuk. Savaş durunca şehre geri döndük. Çok sonra Muhabarat  (Irak gizli servisi) bizi yakalayıp hapse attı. Ben, kardeşimi her şeyde çok severim. Onlara yalvardım, beni tutun kardeşimi ama bırakın. Yok dediler. Daha sonra bir gün beni çağırdılar. 'Dediğimizi yaparsan kardeşini bırakırız. Türkiye'de Adana şehrinde oturan Ahmet Caro isminde bir adam var, onu öldürürsen bizde senin kardeşini serbest bırakırız' dediler. Ben kabul ettim. Bana bir pasaport, para ve birazda silah verdiler. Beni sınırda bir adama teslim ettiler. Biz silahların bir kısmını Kızıltepe'de, bir miktarını da Ceyhan'da toprağa gömdük. Beni teslim ettikleri adamla, Adana da bir kahveye gittik. Biraz biraz sonra içeriye bir adam girdi. Beni götüren 'işte Ahmet Caro bu' dedi. Gittim onun yanındaki bir masaya oturdum. Ahmet Caro'nun masası insan doluydu. O konuşuyor herkes dinliyordu. Aman ağabey ne güzel bir Kürtçeyle konuşuyordu anlatamam. Çok akıllı ve bilgili bir adam olduğunu hemen anladım. Kürt tarihinden, Molla Mustafa Barzani'den konuştu. Onunla ilgili çok güzel şeyler anlatı. Ben o zaman düşünmeye başladım. O namussuz muhabaratın, bana yurtsever Kürt'ü öldürtmek istediğini anladım ve onu öldürmekten vazgeçtim. Yanına gidip elini öptüm ve her şeyi ona anlattım. Önce inanmadı ve sonra beni alıp evine götürdü.
'Demek sen bu işi kardeşini kurtarmak için yapıyorsun öyle mi?' dedi. Ben 'Evet.' Deyince, bana yardım edeceğini söyledi. Çok sevindim. Evine gittik, birkaç yere telefon etti. Sonra otobüsüne binip Ankara'ya gittik. Beni bir askeri paşanın yanına götürdü. Durumumu ona anlattı. Bu sefer bu paşa, 'bizim dediklerimizi yaparsan söz senin kardeşini kurtaracağım.' Dedi. Ben ona da 'peki.' Dedim. Verilecek emri beklemek için Adana'ya geri döndük. Kızıltepe'ye beni sınırdan alan adamın gittim. Bir gece baskını oldu beni alıp buraya getirdiler."

İnanılır gibi değildi, kardeşini kurtarmak için hem Irak hem de Türk yetkililerinin ajanlık teklifi kabul etmişti. Adama, "Vallahi kusura bakma ama ben bu konuda sana hiçbir akıl veremem. Çünkü anlattığın şeyler karmakarışık. Benim aklım bu işe ermezsen ne yapacağına kendin karar ver. Ama sana söz veriyorum, bundan hiç kimseye bahsetmeyeceğim." Diyerek yatağına yolladım. Daha sonra o koğuştan ayrıldığım için adamın sonu ne oldu bilmiyorum.

Yorum Ekle