Suriye'de özerkliğini ilan eden Kürt bölgesi Rojava'nın askeri gücü olarak bilinen Halk Savunma Birlikleri (YPG) son iki yılda, başta Nusra Cephesi ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olmak üzere radikal İslamcı gruplarla olan savaşı ile sık sık Türkiye ve dünya gündeminde yer aldı. IŞİD her ne kadar uluslararası alanda Musul'u ele geçirdikten sonra genişçe tanınmaya başlasa da YPG bir yılı aşkın süredir özellikle Kobane ve Cezire bölgelerinde bu grupla savaşıyordu.
Biz de dünya gündemini meşgul eden IŞİD'i en iyi tanıyan güçlerden biri olan YPG'nin Genel Komutanı Sipan Hemo ile konuyu görüştük.
Sizin uzun süredir savaştığınız Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Musul'u ele geçirdikten sonra dünya gündemine oturdu. IŞİD'in Irak'taki saldırıları ve genel karakteri hakkında düşünceleriniz nelerdir?
IŞİD'in son Irak saldırısına değinirken onun arka planını da görmek gerekiyor. IŞİD yaklaşık bir buçuk yıl önce Suriye'ye müdahale etmesi için öne sürüldü. IŞİD sıradan bir El Kaide örgütlenmesi değil. Bu konuda ulaştığımız bilgiler var. Elde ettiğimiz belgeler var. Yine esir düşen bu grubun üyelerinin verdiği ifadeler var. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, bazı istihbarat örgütlerinin emrinde ve onların ajandalarının planlarını Suriye'de hayata geçirmek için çeşitli ülke ve istihbaratları tarafından yönlendirildiği sonucuna ulaştık. Gerek son dönemlerde açığa çıkan pratikleri ve gerekse önceki pratikleri bu görüşümüzü doğruluyor.
Musul gibi bir şehir ya da Irak'ın başka bazı şehirleri öyle bir gün ve gecede bir grup tarafından ele geçirebilecek yerler değil. Bunun için uzun süreli hazırlıklar yapıldığı anlaşılıyor. Bu hazırlıklar ile bu saldırıları gerçekleştiren grubun arkasında farklı güçler var. Musul gibi bir şehrin birkaç saat içinde bir grup tarafından düşürülmesinden uluslararası güçlerin istihbarat örgütlerinin bilgilerinin olmaması mümkün değil. Binlerce silahlı kişi toplanıyor, ağır silahlarını sevk ediyorlar ve Musul gibi bir şehre saldırmak için harekete geçiyorlar. Kimsenin haberinin olmaması gerçekçi değil. Musul ve Kerkük bu saldırıların sadece bir parçasıdır. Bölgeyi farklı biçimlerde parçalama çabalarıdır. Halkları, kültürleri, toplum ve toplulukları, inançları birbirine düşürmenin çabalarıdır. Ortadoğu'yu iç savaş, boğuşma ve bir bataklığa sürüklemenin çabalarıdır. Ardından bazı uluslararası güçlerin çıkarlarını sağlama ya da silah başta olmak üzere her ticaretini geliştirme amaçlıdır.
Biz YPG olarak Rabia kasabasında ve Şengal yakınlarında bazı yerlerde de Peşmergelerle birlikte IŞİD çetelerine karşı bir savaş ve çatışma içinde olduk. Rojava'da olur, Musul'da ya da Kerkük'te olur hiç fark etmez. Eğer talep gelirse, YPG olarak her türlü desteği vermeye ve Güney'deki halkımızla birlikte IŞİD denen çetelere karşı aynı mevzide topraklarımızı ve kazanımlarımızı korumaya, tecrübe ve imkânlarımızı sunmaya hazırız.
Tekrar IŞİD'e dönersek, bu örgütün pratiklerinden açığa çıkan şey, birçok istihbarat örgütünün hizmetinde olduğu ve onların çıkarlarına göre hareket ettiğidir. Başta bazı Batı ülkeleri olmak üzere ve Türkiye devleti bir tarafta diğer tarafta ise İran, Irak, Suriye istihbarat örgütleriyle IŞİD üzerine belli plan ve hesapları vardı. Ve çeşitli uygulamalarla amaçlarına ulaşmak için harekete geçirdikleri de ortaya çıktı. IŞİD adeta ateşten bir sopa haline getiriyordu kendini ve herkes bu sopayı diğerine karşı kullanma niyetindeydi. Bu yönlü adımlar atıyordu. Yani bu istihbarat örgütleri birbirlerine karşı böyle acımasız, terörist, insan hukukunu bir yana bırakalım insanlığın ne olduğunu bilmeyen bu yapıyı birbirlerine ve halkalara karşı kullanmaya çalıştılar.
Peki, IŞİD de kendisine destek veren ülkeleri kullanmıyor mu sizce? Bu kadar büyümesi biraz da buna bağlı değil mi?
Tabii ki öyle! IŞİD herkesten daha kurnaz çıkarak bütün bu ülkelerin istihbaratlarından çok ince bir şekilde faydalanarak, pratikte kendini her yerde hâkim kılmaya çalıştı. Örneğin, IŞİD iki yıla yakın bir süredir Rojava'da Kürtlere yönelik çok vahşice saldırılarda bulundu. IŞİD niye Kürtlere saldırdı ya da saldırtıldı? Çünkü IŞİD iyi biliyordu ki Türkiye istihbaratıyla ancak Kürtlerle savaşarak, yakın ilişki geliştirebilirdi. Ve gerçekten de böyle oldu. Biz bunu kendi pratiğimizle, yaşadıklarımızla gördük. IŞİD bizimle savaşırken Türkiye sınırını Türkiye asker ve yetkilileri hiçbir rahatsızlık göstermeden kullanıyordu, bütün yaralılarını Türkiye hastanelerinde tedavi ettiriyordu. Buna bazıları 'iddia'dır diyebilir. Fakat bizim elimizde resmi belgeler var. Elimizde esir olan bir IŞİD emiri daha önce yaralanarak Ceylanpınar Devlet Hastanesi'nde 9 gün boyunca tedavi gördüğünü kendisi ifade etmektedir.
Öte yandan Suriye İstihbaratı, IŞİD'i Kürtlere ve Özgür Suriye Ordusu'na karşı kullanabilmek için onlarla belli bir koordinasyon içinde çalıştı. Suriye istihbaratı dünyaya bunu demek istiyor, 'Sen beni zayıflatmaya ya da ortadan kaldırmaya çalışırsan seni IŞİD belası ile baş başa bırakırım.' Gerçekten de pratikte benzer şeyler örülüyor.
Gerçekten de YPG ve Kürt halkının iki yıldır tarihi ve muazzam direnişi olmasaydı IŞİD Irak'ta son günlerde yaptığını Kuzey Suriye'de yapmayı planlıyordu. Ama Kürtlerin tarihi direnişi bu planlamayı boşa çıkardı. Irak'ta derin bir mezhebi çatışmaya yol açabilmek için böyle bir girişimde bulundular. Açıkça söylemek gerekirse, IŞİD'in Irak'ta gösterdiği üstünlük normal değildir. Samimiyetle söylüyorum dünyada IŞİD'in ne olduğunu bizim kadar bilen başka bir güç yok. Yani IŞİD, arkasında başka güçler olmadan, kendi başına, Musul'u ele geçirecek ve Samarra'ya kadar gidebilecek kadar büyük bir güce sahip değil! Düşünebiliyor musunuz, bir buçuk saat içinde Musul'da görevli bütün devlet erkanı herhangi bir çatışmaya girmeden şehri teslim ediyor!
Komplo teorilerini öne sürmeden somut olarak görüşlerimi ifade etmek istiyorum: İran, Irak ve Suriye bu planın birer parçasıdır. Diğer yandan Türkiye ve bazı işbirlikçi güçler de gelişecek bu plandan haberdar, hatta bir nevi içinde yer aldılar. İran bloğu Ortadoğu'daki çatışmaları ne kadar çok kaosa dönüştürüp, orayı bataklık haline getirirse, bir o kadar çıkarlarını koruyacağını düşünmektedir. Çünkü Batı ülkelerinin Ortadoğu'daki projelerini uygulaması bu durumu bir hayli zorlaştırmaktadır. Aynı zamanda İran'ın Şii hilalini koruma ve kurma hayali var. Yani İran'dan başlayarak Irak, Suriye ve Lübnan'a kadar uzanan bir Şii egemenliği sistemini kurmaya çalışıyor. Bu plan ancak mezhepsel çatışmaların derinleşmesiyle gerçekleşebilecek bir şeydir.
Türkiye bu bahsettiğiniz resmin neresinde yer alıyor peki?
Hiç kuşkusuz Türkiye'nin ayrı ayrı, çok sayıda hesabı var. Kürtlere yönelik asimilasyon, kuşatma ve inkâr politikası çerçevesinde Kürtlerin kazanımlarını sabote etmek uğruna giremeyeceği hiçbir kirli oyun yoktur. Musul Kerkük hayalinden hiçbir zaman vazgeçmediğini, Türkiye sık sık dile getiriyor. Bunun için Musul'daki özel hareket güçlerine 'çatışmayın müzakere yapın' talimatını verdi. Aynı talimat, Kobane'deki Süleyman Şah türbesini koruyan askerler için de verildi. Uzun bir süredir Türkiye, IŞİD ile belli bir koordine içinde Şah Süleyman türbesindeki güçlerini değiştirip, getirip götürebiliyor. Bundan hiç rahatsız da olmadı. Dünya güçleri de bu durumdan rahatsız olmadı, kimse ses çıkarmadı.
Tabii ki bu söylediklerim Türkiye halkı için geçerli değil. Yönetimlerinin izledikleri ve onları felakete sürükleyen politikalarından habersiz ve masum bir şekilde, oynanan siyasetin peşinden sürüklendiler. Eminim ki Türkiye halkı, halkları bu tür şeylerden hiç ama hiç razı değil! Ama başarısız bir siyaset yürüten Türkiye iktidar güçleri ne yazık ki ülkelerini de bu kirli oyunlara ortak ettiler. Konsolosluk çalışanlarının hâlâ IŞİD'in elinde olması, Türkiye devletinin bir planıdır. Tanıdığımız, bildiğimiz Türkiye'nin, bu durumda bu kadar rahat davranmaması gerekirdi. Nasıl oluyor da, onlarca Türkiye insanı hâlâ bu çetenin elindeyken bu kadar rahat davranabiliyorlar! Demek ki kapalı kapılar ardında üretilen şeyler var.
Washington'da IŞİD'e karşı hava saldırısı vb. seçenekler tartışılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu tür seçenekler çözüm olur mu sizce?
ABD ve Avrupa ülkelerinin, IŞİD'in son Irak saldırılarına karşı olduğunu, hatta zaman zaman müdahalenin konuşulmaya başlandığını takip ediyoruz. Bana göre ABD, 1991 ve 2002'de yaptığını burada yapmamalı. Tam aksine, bölgedeki bu sorunun çözülmesi için, Ortadoğu'da esas olarak ezilmiş halkların, demokrasinin sembolü olan Kürt, Ermeni, Asuri, Dürzi, Arap, Türk ve İran halklarının katılımı ile demokratik bir Ortadoğu'nun oluşumunu desteklemesi daha doğru olacaktır, ben bu kanaatteyim.
Daha önceki müdahalelerinin sonuçlarını değerlendirirse, yine aynı yöntemle müdahale etmenin kendisine bir yarar getirmeyeceğini görür. Öncelikle bu durumun, yanlış müdahaleden dolayı ortaya çıkan bir tablo olduğunu görmesi gerekir. Demokratik güçlerin Ortadoğu'da egemenleri değil, gerçek Ortadoğu halklarını desteklemelerinin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Yine, Washington'da 'ılımlı Suriye muhalefetinin silahlandırılması' ciddi şekilde tartışılıyor. Bu konudaki görüşleriniz nedir? Kimdir bu 'ılımlı' muhalefet?
ABD'nin Suriye ılımlı muhalefetini desteklemesi de yürütülen tartışmalar içinde yer alıyor. İyi ama bu geç kalınmış bir şey değil mi? Neden bu kadar beklenildi? Suriye'deki durum dördüncü yılına girdi. Bir kere ABD'nin şimdiye kadar Suriye muhalefeti olarak verdiği destek ve yardımların hangi güçler üzerinden ve nereye gittiğini iyi düşünmesi gerekir. Ayrıca, ABD şimdiye kadar kimi destekliyordu ki daha yeni ılımlı muhalefeti desteklemeyi kararlaştırmış ya da tartışıyor sorusu da aklıma gelmiyor değil.
ABD ve Batılı ülkeler bildiğimiz kadarıyla 2001'den beri Suriye'deki grupları destekliyor. Bu yeni bir açıklama değil. Ama belki üç yıl boyunca yaptıkları müdahalelerin doğru ve yerinde olmadığının farkına daha yeni varmış olabilirler. Bilmiyoruz ama eğer gerçekten ılımlı güçler desteklenecekse şu an itibarıyla bütün Suriye'de sahada tek ılımlı güç, örgütlü Kürtlerden ve birlikte oldukları halklardan başka da herhangi bir güç görülmemektedir. Yani demokrasiye, birlikteliğe, ortaklığa, ortak yaşama bir arada ve kardeşçe yaşama ve modern bir düşünceye sahip olan en güçlü, en ılımlı halk Kürtler ve beraberindeki halklardır. Bilgilerim dâhilindedir ki ABD, Ürdün'deki istihbarat şefi aracılığıyla, Suriye'nin bazı gruplarıyla görüşüp, onları destekleme sözü vermiştir. Eğer ABD ılımlı güçlerle görüşmek istiyorsa, o halde ılımlılıktan ne kast ettiklerini sormamız gerekiyor. ABD bu açıklamasında ciddi ise bu desteği en fazla hak eden güç Kürtler ve YPG. Hatta Kürtlerin, Suriye demokrasisi için de öncü rol üstlenebilmek adına her yönüyle hazır olduklarını belirtebilirim.
Biz Kürtler Rojava'da dört yıl boyunca her türlü saldırıya maruz kaldık. Rejimin, dış güçlerin desteklediği grupların ve en son El Kaide'nin gruplarıyla iki yıldır Afrin'den, Cezire'ye kadar amansız bir savaş içindeyiz. Kaidenin grupları, Kuzey Suriye'de Kürt alanları dışında hemen her yere hâkim oldular. Kuzeydeki Kürt hakimiyeti, sadece Kürtler için değil, Batı dünyası için de büyük bir kazançtır.
Biz, Rojava'nın resmi askeri gücü YPG olarak, Musul'da IŞİD'e karşı savaşmaya hazır olduğumuzu açıkladık. Buradan Başkan Barack Obama ve Dışişleri Bakanı John Kerry başta olmak üzere esas olarak ABD halkına seslenmek istiyorum: Eğer Ortadoğu'daki durumun daha fazla bir kaos ortamına dönüşmesini istemiyorlarsa, Washington'un mutlaka Kürtlere yönelik siyasetini değiştirmesi lazım. Çünkü şimdiye kadar izlenen siyasetin kimseye ciddi bir faydası olmadı. Ne yazık ki ABD, siyaseten de olsa, şimdiye kadar Kürtlerin siyasetine ve onların Suriye demokrasisi için üstlendikleri göreve ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.
Sonuç itibariyle şunu söylemek istiyorum: Eğer gerçekten Ortadoğu'ya demokrasinin gelmesi isteniyorsa ve Suriye'deki demokratik ve ılımlı güçler desteklenmek isteniyorsa, bunu en fazla hak eden Kürtlerdir ve Kürtler buna hazır.
IŞİD ve diğer İslamcı radikal gruplara karşı elde ettiğiniz başarılar son dönemlerde dünya basınında da genişçe yer alıyor. Dünya basınının, kamuoyunun YPG hakkındaki değerlendirmelerini için ne düşünüyorsunuz? Dünya güçleri ile ilişkileriniz var mı?
Aslında YPG'nin tarihi Suriye'deki devrimin çok öncesinden başlıyor. Yani 2004'te Qamişlo'da Kürt halkına yönelik saldırılar gerçekleşince gizli bir şekilde savunma birliklerinin oluşturulması kararı alındı. O zaman bazı çalışmalar yürütüldü. Yani bu savunma birlikleri Suriye devriminden önce kuruldu. Ama Suriye'de Arap Baharı başlayınca, YPG Kürt bölgelerini özgürleştirme ve Kürtlerin elde ettiği başarıları korumak amacıyla harekete geçti ve 2011'den beri bu görevi sürdürüyor. İlk olarak 19 Temmuz'da 2012'de Kürt bölgelerini düşmanlardan temizleme vazifesini üstlendik, sonra ise bu başarıyı korumak için bir mücadele başlattık. Daha sonra YPG Kürt bölgelerine yönelik her tehdide karşı duracağını bildirdi. Kim olursa olsun fark etmez, Kürtlerin varlığını kabul etmeyen, Kürtlerin başarılarına gölge düşürmek isteyen, Kürtlere karşı komplo düzenleyen ya da farklı planlar yapan herkese YPG cevap vereceğini açıkladı. Bu tür tehlikelere karşı şu ana kadar da hâlâ mücadele ediyoruz. Biz siyasete uzak durmak istedik, ya da başka bir deyişle siyaset için bir argüman olmak istemedik. Bu şekilde çalışmalarımızı yürüttük.
Sorunuzla bağlantılı olarak ben de şunu soruyorum, acaba Kürt siyaseti bu duruşumuzu diplomatik bir dile çevirebildi mi? Ne yazık ki hayır. Yani Kürt siyaseti genel olarak bu konuda yetersiz kaldı. Biraz farklı sebepleri var bunun. Mesela uluslararası güçler Rojava'da yürütülen siyaseti tam olarak anlamamışlar ya da tam olarak nasıl bir tutum sergileyeceklerine dair net bir karar belirlememişler. İstedikleri ve aradıkları şey merkezi bir hükümet ve güç. Bu merkezi hükümete de istediklerini yaptırmak istiyorlar. Fakat Rojava'da yürütülen siyaset dünya güçlerinin istediği gibi değil.
Dünya kamuoyunun Rojava'da neler olduğu, neler yaşandığına dair yeterince aydınlatılmadığı, Suriye Kürtleri olarak bu konuda yetersiz kaldığınız görüşüne katılıyor musunuz?
Bu konuda, Kürtlerin yaptığı ve elde ettiği şeyler konusunda Kürt siyasetinin dünya diplomasisini aydınlatmasında yetersiz kaldığını görüyorum. Fakat mesele sadece Kürt siyasetçileri değil. Sorun biraz da uluslararası güçlerin tutumundan kaynaklı. Örneğin, Amerika, Avrupa ülkeleri ya da Türkiye, aynı şekilde Rusya vb. arasında Kürtleri bilmeyen yok. Bu ülkeler Kürt halkına karşı sorumludurlar çünkü onlar Kürtleri bu duruma düşürdü. Bu ülkelerin kurmuş olduğu ittifak sonucu Kürdistan dört parçaya bölündü. En başta da İngilizler ve Fransızlar bundan sorumlu. Bu güçler, Kürtlerin olumlu bir netice elde etmemesi için böylesi bir tutum sergilediler. Yani hem Kürt siyasetinin yetersizliği, küçük çıkar hesapları, hem de uluslararası güçlerin Kürt halkına karşı tutumu, Kürt halkının bu başarısının diplomaside yer etmemesine sebep oldular.
Son zamanlarda bahsettiğiniz bu tutumda olumlu bir değişim olmadı mı? Washington'daki panellerde, konferanslarda YPG'den çok bahsediliyor. Özellikle de IŞİD ve diğer radikal gruplara karşı başarılarınız sıkça dile getiriliyor.
Burada bir savaş var ve neden bu savaş bize karşı yürütülüyor? Demek ki radikal İslamcı grupların fikirlerine uymayan fikirlerimiz var. Sorarım size, Suriye'deki önceki yönetime benzer yeni bir yönetim mi Batı ülkelerinin çıkarına daha uygun olur yoksa Kürtlerin savunduğu yönetim mi? Kürdistan'ın güneyinde de ortak bir sistem oluşturulmadıkça, Batılı ülkeleri çıkarları doğrultusunda hareket edemediler. Bu da demek oluyor ki Kürtler ortaklığa ve demokrasiye daha fazla yakınlar.
Biraz da Rojava'daki halkın YPG'ye karşı tutumunu öğrenmek istiyorum. Her ne kadar üç kantondan bahsediyorsak da, YPG'ye karşı ortak bir tutumdan bahsetmek mümkün değil. YPG, Afrin ve Kobane'de ulusal bir güç olarak görülürken, Cezire'de böyle görülmüyor. Suriye Kürt Ulusal Meclisi (ENKS) sizi PYD'nin silahlı gücü olarak görüyor.
YPG olarak ne yazık ki üç dört yıldır bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Israrla bizi belli bir grubun gücüymüş gibi göstermek istediler. YPG halka inandı, Kürt gençlerine inandı. O zaman farklı bir güce bağlanmaya ya da bir başka gücün gölgesine sığınmaya gerek yoktu. Burada yürütülen çalışmalar sonucunda bazı kesimler Suriye'de yaşanan şeyleri burada da yaşatmak istediler. Her partinin bir askeri gücü olsun, her aşiretin birkaç üyesi silahlanıp 'biz de bir gücüz' desin, her köy kendi gücünü oluştursun istediler. Fakat YPG olarak biz bunu kabul etmedik. Başta da söyledik 'Rojava'da yüzlerce parti kurulabilir' dedik, fakat askeri güçler fazlalaştı mı o zaman anlaşmazlıklar ortaya çıkar. En önemli örnek de Kürdistan'ın güneyinde yaşandı. Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ve Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) arasındaki anlaşmazlıklar, birçok kayba sebep oldu. Çok savaştılar ve bir sürü Kürt genci yaşamını yitirdi. Yani mesele şu, eğer siyasi güçler iktidara silahla ulaşmak isterlerse o zaman iç savaş çıkar, ölümler yaşanır. Onun için biz YPG olarak bunu kabul etmedik. YPG bütün Kürt halkının gücüdür, dedik. Hangi fikirden olursa olsun, herkes gelip YPG'ye katılabilir.
Bütün dünyada bu sistem böyle işler. Bugün Amerika'da ordudaki herkes Demokratçı mı, ya da Cumhuriyetçi mi? Her fikirden insan var, orduda yer almak isteyen herkes gidip askerlik yapıyor fakat fikirleri aynı değil. Ya da Türkiye'deki orduyu örnek verelim. Türkiye'de solcu var, sağcı var, İslamcı var, her fikirden insan var. Fakat ordu denilince onun kendi sistemi var. YPG'yi de böyle yapabiliriz dedik. Yani YPG'nin amaçladığı şey Rojava'yı korumak ve siyasi anlayışlardan uzak durmak oldu. Bütün partilere eşit mesafede olup yönetime bağlı olsun istedik. Fakat bazıları bunu anlamak istemedi, hatta parçalamak istediler. Biz bunu kabul etmek istemedik. Biz, daha başındayken buna karşı durmak istedik, çünkü sonraya bırakılsa daha büyük sorunlarla karşılaşacağımızı düşündük. Fakat ne yazık ki bunu yaparken de bazı problemler çıktı. Ama şunu söyleyebiliriz, Kobane'deki şiddetli çatışmalar bütün Kürtlerin YPG'de toplanmasına vesile oldu. Hakeza Afrin'deki saldırılarda da farklı görüşten Kürtler YPG'ye katıldı. Cezire'de de son zamanlarda aynı şeyler yaşandı. Birçok kişi "siyasi olarak farklı düşünüyoruz ama YPG herkes için çalışıyor, biz de bu yüzden YPG ile birlikteyiz" diyor. Fakat hem siyasi hem ekonomik çıkarlar olsun, hem dış bağlantılar ile ilgili tutumlar olsun, tüm bunlar, Cezire'de daha güçlü bir mücadele yürütüleceğini gösteriyor. Zaten Afrin ve Kobane'deki etki biraz da oradaki anlaşmazlıklardan kaynaklı olarak doğuyor.
Şunu da söylemek istiyorum, bizim esas siyasi arenamız Cezire'dir. Qamişlo, Rojava siyasetinin başkentidir bugün. Bu gerçekten uzaklaşamayız. Bunun birçok farklı sebebi var. Ekonomik ve politik çıkarlar bunu gerektiriyor. Yani bazı dış güçlerle bağlantılı kesimler, kimin eliyle olduğu fark etmez, bundan dolayı önümüzü kesmek istediler, kuşatmak istediler, farklı gruplarla saldırmaya çalıştılar. Hatırlarsınız YPG Kobane'de seferberlik ilan etti ve bütün Kürt halkını düşmanlara karşı savaşmaya davet etti. Bazı siyasi küçük gruplar bunu basit bir siyaset malzemesi yaptı. Hemen hepsi "YPG zayıf düştü, ondan dolayı milleti çağırıyor" dedi. Mesele zayıf düşmek değildi, mesele bir duyarlılık yaratmaktı. Hâlbuki YPG üç ayda yürüteceği savaşı dokuz günde bitirdi. Bu bir uyanıştır, çünkü YPG halktan uzak bir güç değil. Yani Kobane'deki başarının %30'u taktiksel ve plan olarak YPG'nin başarısı ise de %70'i Kobane halkının uyanması ve desteği ile gerçekleşmiştir. Cephede 30-40 YPG'li savaşırken, geride sivil halktan 300-400 kişi onları destekliyordu. Bu büyük bir moral oluyordu. İşte seferberlik budur.
Türkiye ile olan ilişkilerinize yeniden dönmek istiyorum. Geçen sene sizinle yaptığım röportajda Türkiye kamuoyu için bir mesajınız vardı ve bu mesaj Türk basınında çokça yer aldı. Türkiye'nin düşmanı olmadığınızı, ilişkilerin iyi olmasını istediğinizi belirtmiştiniz. Türkiye ile olan ilişkinizde, o zamandan bugüne herhangi bir gelişme, ilerleme kaydedildi mi? Genel olarak Türkiye ile olan ilişkilerinize dair nasıl bir tablo çizersiniz?
Türkiye bölgede önemli bir devlet konumunda ve Ortadoğu'da büyük bir misyona sahip. Suriye'deki genel problemin çözülmesi için de önemli görülen bir devlet. Bugüne kadar Türkiye'ye yönelttiğimiz eleştiri, Kürt halkına ve Rojava devrimine karşı sergilediği tutum içindi. Bunun dışında Türkiye'ye dair bir eleştirimiz, farklı bir tutumumuz olmadı. Yani Türkiye'nin bu konuda rol almaması için herhangi bir çabamız olmadı. Türkiye'nin, Ortadoğu'daki konumu gereği Suriye meselesinin çözülmesinde rol sahibi olduğu inkar edilmez bir gerçek. Bu yüzden rol olmak zorunda. Aynı şekilde biz, Türkiye'nin, Kürt halkı için Rojava'da da bu rolünü yerine getirmesini istiyoruz. Suriye'de insanlık adına diğer halklara destek veriyorlar, aynı şekilde Rojava'daki Kürt halkını da görüp, destek versinler istiyoruz. Suriye'deki meselenin çözümü için yürütülecek çifte standartlı bir siyasete karşıyız yani. Suriye'nin diğer bütün halklarını görüp, Kürt halkını görmemek, duymamak yanlış bir şeydir.
Kamuoyunda Türkiye'nin kanton yönetimleri gerçeğini kabul etmeye başladığını, bu nedenle PYD yöneticilerini davet ettiğini şeklinde görüşler var. Siz de böyle düşünüyor musunuz?
Tabii geçen sene yaptığımız röportajdan sonra bazı değişiklikler oldu. Yani durumun bir yıl öncesi gibi olduğunu söyleyemem. Suriye topraklarında meydana gelen bazı şeyler Türkiye'yi bazı şeyleri düşünmeye sevk etti. Türkiye de, Suriye'deki durumun böyle olacağını hesaplamamıştı aslında. Türkiye işin başında Suriye'deki devrimin bir gün bir gecede tamamlanacağını düşünüyordu. Türkiye'deki iktidar anlayışına yakın bir iktidar anlayışının olacağına inanmışlardı. Fakat bu uzun süreçte oluşan güçler, Türkiye için de tehdit olmaya başladılar. Türkiye için tehlikeli olan güçler aynı şekilde bizim için de tehlikelidir. Ve biz bu güçlere karşı şu an savaşıyoruz. İşte bunun için, Türkiye'nin ciddi bir rolünün olduğunu düşünüyoruz. Eğer Türkiye isterse, Rojava'daki Kürt halkı ile dostluk, anlaşma, ilişki kurabilir. Hatta bu ilişkiyi bizimle de kurabilirler, biz buna hazırız. Bazı pratik şeyler oldu. Bazı görüşmelerimiz oldu ama bu görüşmeler geniş ve resmi bir şekle bürünmedi. Sultan Süleyman'da bazı değişiklikler yapmak istediler. Konvoyları çok resmi bir şekilde yanımızdan geçip gitti. Yine aynı şekilde bazen Türkiye'den kaymakamlar geldi ve kapı konusunda anlaşmalar yapıldı. Hatta bazen Kilis Valisi de olumlu demeçler veriyor. Fakat biz bunu Ankara 'nın resmi görüşünden saymıyoruz. Sınırdaki kantonlar ve Türkiye illeri arasındaki bu olumlu görüşmeler, Ankara'nın genel siyasetine de yansısın istiyoruz. Ankara'nın, Rojava halkı için demokratik bir siyaseti, projesi ve yakınlaşması olmalı. Çünkü neticede Kürtlerin Suriye meselesinde oynayacağı rol, kaydedeceği ilerleme ve değişim Türkiye'ye olumlu etki edecektir. Böylece bu Türkiye'nin her alanda ilerlemesine vesile olur.
Peki, Türkiye neden çekiniyor?
Türkiye'nin esas korkusu aslında biz bunu korku olarak da görmüyoruz, Türkiye'nin güçsüzleştirilmesi. Eğer Türkiye, Kürt sorununu çözerse, çok güçlü bir konuma gelir.
Türkiye'de birçok aydın ve gazeteci de 'Rojava'nın Türkiye'ye dost eli uzattığını ama Ankara'nın buna yeterince cevap vermediğini' dile getirip, hükümete de eleştiri getiriyorlar. Türkiye'nin Rojava'daki Kürtlere yakınlaşmasına engel olan şey ne sizce?
Türkiye'nin genel olarak korkusu Kürt sorunudur. Öncelikle bu sorunu ele alması gerekir. Türkiye eğer bu konuda olumlu adımlar atarsa ileride büyük bir güç olur ve Ortadoğu'da demokrasinin kalesi olarak Avrupa ile Ortadoğu arasında köprü olur. Zaten Sayın Abdullah Öcalan da bunu birçok defa dile getirmiştir. Eğer Türkiye bu sorunu çözerse, bölgede en güçlü devlet konumuna gelir ve medeniyetler arasında bir köprü olur.
Bu meseleyi çözmemesinin sebebi ne peki? Meselenin çözümünde bir korkunun olması mümkün. Batılı ülkelerin çıkarlarına ters de olabilir bu sorunun çözümü, neden peki? Çünkü eğer Türkiye sorunlarını yüzde 100 çözerse, en güçlü devlet olarak Avrupa Birliği'nde yer alır. Bu onların çıkarlarına ters bir durum. Bunun için Türkiye bu meselede tutuk kalıyor. Yine aynı şekilde Rojava'daki sorunun çözümüne de Kürt sorununun çözümüne yaklaştığı gibi yaklaşıyor. Son zamanlarda biraz değişiklik oldu. Fakat bu değişikliğin taktik olmasını istemiyoruz. Bu stratejik bir değişiklik olmalı, böyle olsun istiyoruz. Çünkü özellikle Türk halkını kardeşimiz, dostumuz olarak, kendimize yakın görüyoruz.
Suriye rejimi ile olan ilişkilerinizi de sormak istiyorum. Birçok çevre rejim ile bir bağlantınız olduğuna inanıyor. Bu konuda da bizi aydınlatmanızı istiyorum. Rejim ile nasıl bir ilişkiniz var?
Bazıları El Nusra ile bazıları rejim ile işbirliği yaptığımızı, iddia ederek bizi suçluyorlar. Bizimkisi farklı bir şey, bizim üzerinde çalıştığımız model onların modeli gibi değil. Bunun için rejim bizim başkalarıyla işbirliğiyle yaptığımızı düşünüyor, dış güçler de bizim rejim ile işbirliği yaptığımızı iddia ediyor. Şu an hali hazırda Haseke'de rejim ile en sert savaşı biz yürütüyoruz. Rejim bize saldırdı çünkü. Biz bunu hep dillendirdik, Kürtlere kim saldırırsa saldırsın, hiç fark etmez karşılıksız kalmayacak, biz de saldıracağız dedik. Rejim bize saldırdı, biz de onlara. Halep-Eşrefiye'de rejim saldırdı, orada da cevap verdik. Cephelerde rejime karşı savaşımız devam ediyor. İnanmıyorsanız, buyrun Halep'e gidelim, rejime karşı savaşan cephelerimizi görün.
Muhalefet, Kürtlerin, Rojava'da devrime karşı olduğunu iddia ediyor. Eğer onlar da Beşar Esad gibi olacaklarsa, tekçi bir siyaset yürüteceklerse, demokratik bir siyaset savunmayacaklarsa, diğer oluşumları kabul etmeyeceklerse evet biz yine de karşıyız. Çünkü biz tam kırk yıldır Suriye rejimine karşıyız. Bu rejim değişsin derken bu rejimden daha iyi bir rejim kurulsun istiyoruz. Herkesi kapsayan yeni bir model kurulsun istiyoruz.
Ne yazık ki hali hazırdaki Suriye'deki muhalefetin tek derdi Beşar Esad'tan kurtulmak. Beşar gider, Beşir gelir! Bunun Kürtlere ne faydası olacak? Kırk yıl daha, yüz yıl daha mı aynı eziyeti aynı çileyi çekelim? Bazen de Beşar Esad gitsin yerine Faruk El Şara gelsin diyorlar. Bunu hep söylüyorum, Beşar'ın bir eli kanlı ise Faruk El Şara'nın iki eli kanlıdır. O daha büyük zulümler yapmış biri. Demek ki temel sorun ve anlaşmazlık şahıslarda değil, asıl sorun rejimin sistemidir.
Son aylarda özellikle de Cezire'de rejimin saldırıları arttı. Rejim son dönemlerde gücüne güvendiği için mi böyle yapıyor? Rejim Qamişlo ve Haseke'de neyi amaçlıyor?
Ne yazık ki Özgür Suriye Ordusu'nun çelişkileri, bir sistemin oluşturulmaması, resmi bir güç kurulmaması gibi nedenler yüzünden ÖSO gücünü kaybetti. Gücünü kaybettikçe de bu rejime moral verdi. Humus'ta ve şimdi de Halep'te ilerleme kaydetti rejim güçleri. Bunlar devlet için moral kaynağı oldu. Hiç şüphesiz çok iyi biliyoruz ki rejimin ilerleme kaydetmesi Kürtler için tehlike oluşturur. Çok büyük bir tehlike hem de çünkü hâlâ Kürtleri kabul edebilmiş değil. Bu devlet var olan inkarcı zihniyetini değiştiremiyor. Bu kadar savaştan sonra, dökülen bunca kana rağmen rejim başarılı olursa gelir Kürtlere de saldırır. Suriye'nin tamamında bu rejimin en büyük düşmanı Kürtlerdir. 60'lı yıllardan bugüne kadar yürütülen siyasette bu hep böyle. Yani yarın öbür gün Suriye rejimi kendi içinden bazı kesimleri tasfiye ederse Kürtlerle de hesaplaşır. Biz diyoruz ki Suriye muhalefetindeki bütün güçler acil bir şekilde birleşmeli. Bu birleşme olmazsa her geçen gün gerileme olur. Ne yazık ki ÖSO adı altında bazı çapulcular birleşip savaş ağaları oldular. Sadece bu savaştan rant elde eden kesimler bu işi yürütüyorlar. Diyalog dilleri kötü, yaptıkları işler ile zarar verdiler, bunun sonucunda da doğal olarak tekrar rejim güçlendi.
Son olarak dünyanın dört bir yanına dağılmış Kürtlere bir mesajınız var mı? Bir önceki görüşmemizde Türkiye'deki Kürtlere eleştiriler yöneltmiştiniz
Rojava devrimi sürecinde elde ettiğimiz kazanımlar için bütün dünyadaki Kürtlere borçluyuz. Diasporadaki Kürtlerin desteğini her durumda, her zaman hissettik. Evet, o zaman bazı eleştiriler yöneltmiştim. Fakat Kürdistan'ın kuzeyindeki Kürtler vazifelerini layıkıyla yerine getirdi. Şimdiye kadar konuşmadım, bu vesileyle İstanbul ve Amed'deki Newrozları gönülden selamlıyorum. Kürdistan'ın kuzeyindeki bütün Kürt halkını selamlıyorum, ama özellikle de İstanbul'da ve Amed'deki Newroz kutlamalarında, YPG'nin, Rojava'nın renkleri yer almıştı. Bir yıl önce eleştirdiğimde de Kürdistan'ın kuzeyi gıda desteğiyle değil, devrim desteğiyle, başkaldırı desteğiyle yanımızda olsunlar demiştim. Bunu gerçekten Newroz'da gördüm. Nasıl söyleyeyim? O tablo bizi çok duygulanırdı, bir kez daha teşekkür ediyorum. Yine aynı şekilde Avrupa'daki Kürtlere de destekleri için teşekkür ediyoruz. Ama özellikle Avrupa'daki Kürtlere, bu devrimi dillendirmek, farklı dillere tercüme etmek ve bunun siyasetini yapmak konusunda çok büyük görevler düşüyor. Eğer bu görevi yerine getirebilirlerse, Rojava'daki devrim daha iyi şartlara ulaşır.