SON DAKİKA

YEREL YÖNETİMLER, YEREL DEMOKRASİ, YEREL SORUNLARIN YERİNDEN ÇÖZÜMÜ3

YEREL YÖNETİMLER, YEREL DEMOKRASİ, YEREL SORUNLARIN YERİNDEN ÇÖZÜMÜ 11 Mart, 2014 04:27 Güncelleme: 11 Mart, 2014 04:27 YEREL YÖNETİMLER, YEREL DEMOKRASİ, YEREL SORUNLARIN YERİNDEN ÇÖZÜMÜ3

 

3

Devlet ve demokrasi

Türkiye'de "üniter devlet" sıkı bşr merkezden yönetiliyor. Kamu idari yapısı merkezde, merkezi bürokraside birleşmiş, yoğunlaştırılmış... 80 yıllık Cumhuriyet yönetimleri oldukça katı, yukarıdan aşağıya kast oluşturan, öylece donup kalan bir hiyerarşit yapıya sahip. Merkezi bürokrasi fiilen siyasetin üzerinde bir konumda. Merkezi idareye, bürokratik otoriteye sıkı sıkıya bağlı taşradaki valilikler ve onlara bağlı kaymakamlıklar, yerel seçilmişlerin/organların üzeinde buyurgan bir statüye sahip. Netice olarak; yaşamın her kademesinde seçilmişler atanmışların emrinde. Yerel kurumlar ve seçilmişler üzerinde, kaynağını Anayasa'dan ve yasalardan alan idari, mali, siyasi vesayet sürüyor. Böylesi bir mekanizmanın bilinmesine rağmen, asker-sivil ilişkisinin, hukukunun zaman zaman şikayet konusu edilmesine, hatta tartışılır gibi yapılmasına gülünür mü, ağlanır mı?

Merkezdeki bürokratik yetkilerin bir bölümünün taşraya, oradaki yerel bürokrasiye doğru genişletilmesi esas olarak sistemin özünde bir değişiklik reformu da mümkün kılmıyor. Atanmışların seçilmişler üzerindeki hakimiyeti sürüyor oldukça,  devletle toplum arasındaki hukuki ilişkinin özü değişmiyor. Devlet belki merkezde topladığı bürokratik yönetim tarzını ve uygulamalarını yeterli görmediğini kabulleniyor. Egemenlik alanını, toplum üzerindeki yetki ve gücünü, ülke geneline-yerele doğru kaydırarak, oralara doğru genişleyerek, toplumu ancak o zaman rahatlılıkla kontrol edebileceğini düşünüyor. Hepsi o kadar...

 

Bir çok kavram gibi "üniter devlet" kavramı da tıpkı  'Laik  Cumhuriyet' kavramı gibi bizde yerli yerinde, olması gerektiği yerde ve anlaşılır biçimde kullanılmıyor. "Üniter devlet" kuşkusuz bir konfederal ya da federal devletten farklıdır, bu açık seçik biliniyor. Üniter devlet; taşrada örgütlü birimleri de olabilen, yasaması, yürütmesi, yargısı, yönetimi tek elde, merkezde toplanmış, yönetimi merkeziyetçi olan devlettir. Üniter devlet her halükarda demokrasisiz  bir devlet değildir. Bu çoğu zaman yanlış algılanıyor. Genel olarak demokrasi denilince, ademi merkeziyetçilik akla gelir. Ama merkezi/ünier devlet de pekalademokrasi ile bağdaşabilir. Böylesi merkezi bir devlet; genel ile yerelin dengesini iyi kurmuş, yerel sorunlarını yerinden çözebilen, pekala valisinin, kaymakamının, emniyet müdürünün, kimi yerel bürokratının seçimini halka/onun tercihine bırakmış, yereli özerkleştirmiş, demokrasisini geliştirebilmiş bir devlet olabilir. Böylesi bir durumda devletin "üniter yapısı" değişmiş olmaz.

 

50 yılı aşkın bir uzunca süredir temsili demokrasinin bir takım ön değerlerini/kazanımlarını, bazı olmazsa olmazlarını, asgari bir düzeyde olsun yaşayabilmiş değiliz. En çarpıcı örnek; bugüne kadar askeri yönetimlerin sivil yaşam üzerindeki  gölgesini bir türlü kaldıramadık, sivil bir anayasayı halkın özgür iradesiyle gerçekleştiremedik. Partilerde demokratik işleyişi mümkün kılacak bir partiler kanununu, yönetimdeki istikrarı büyük ölçülerde bizzat temsildeki adalette görebilecek bir seçim kanununu çıkaramadık, kalıcılaştıramadık.

 

Nereden bakarsak bakalım, "Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir" belirlemesi, en azındantemsili bir siyasal-toplumsal yaşamın asgari ölçüsü değil mi? Bu bir türlü sağlanamadı. Milletin vazgeçilmez, devedilmez egemenliğinin yolu kaç defa kesildi? Merkezden taşraya, devlet katından halka ne/neler verilebildiği, nasıl yönetildiğimiz, 50 yılı aşkın çok particilik yaşamının getirebildiği gerçek bir çoğulculuktan, demokrasiden ne ölçülerde nasiplendiğimiz, temsiliyet açmazlarını nasıl aşamadığımız malum. Artık bu durumlar iyice anlaşılmış olmalı.

 

Kalkınma, gelişme, refah, özgürleşme, demokrasi yukarıdan aşağı, merkezden çevreye devlet eliyle gelecek gibi değil. Hele şu dünya koşullarında, şu saatten sonra... Toplumun/halkın katılmadığı, bizzat kendini düşünmediği bir işleyişte kalkınma, gelişme, huzur olmaz. Varılan şu noktada, demokrasi, gelişme ve refah için mekanizmaların aşağıdan kurulması gerekiyor. Yani iş başa düşüyor. Sorunları bulunduğu yerde görüp değerlendirerek, yerinden çözmek gerekiyor. Sağlıklı toplumsal-siyasal ilişkileri, sorunları sahiplenmeyi, yönetime katılımı yerelde kavramak, demokrasiyi yerelden kalkarak yükseltmek, genele yaymak gerekiyor. Demokrasi, gelişme, ilerleme, insanca yaşam, ancak aşağıdan yukarıya büyük mücadelelerle kazanılabilir. Artık "Fırat'ın kenarında kaybolan koyunu" Ankara'dan arayıp bulmanın mümkünü yok, bu anlaşılmış olmalı.    O koyunu onu bizzat kaybedenin, kaybedilen yerde arayıp bulması gerekiyor. Artık gelinen, varılan nokta bu...

Bizdeki "seçilmişlerin atanmışların emrinde olduğu bir demokrasi" olunca, işlerimiz bunca zamandır iyi gitmemektedir. Siyaset, toplum ve ihtiyaçları, onun refahı için yapılmadığından, devlet katında yürütülen bir faaliyet olduğundan, halk katına bir türlü inemediğinden işler iyi gitmemektedir. Halkın köyünde, ilçesinde, kentinde, kapısının hemen önünde çözebileceği sorunlarını, sesini bunca zamandır bir türlü ulaştıramadığı merkezin merhametine bırakmış olmasında son noktaya gelinip dayanılmıştır.

 

Mantık bellidir. Devlet, merkezi yönetim halkın ihtiyaçlarını, özlem ve isteklerini, beklentilerini ondan iyi bilmekte ve takip etmektedir(!) Halk çocuk, ne yaptığını bilmez, eline çatalı-kaşığı vermek olmaz, ağzına götürebileceğine başka bir yerine götürür(!) Tanzimat'tan bu yana bu mantık işliyor. Halk kundakta bebektir, devletin koruması, vesayeti altındadır; hem de Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki coşku ve inancını ne zamandır büsbütün kaybetmiş bu bürokratik aygıtın!.. İşin tuhafı; vasinin anlayışı, sönmüş/solmuş heyecanı, halk için bir şeyler yapmaya artık yetmiyor. Bu bürokratik çark çoktandır eski ve yorgun...

 

Bürokrasiye artık "gölge etme, başka ihsan  istemez" demenin zamanı geldi de geçiyor. Devlet eliyle "muasır medeniyet seviyesi"ne ulaşma gayretlerinin sonuna geldik, dayandık... Toplumun kendi ayakları üzerinde dikilip yürümesinin zamanıdır.

Siyaset, devlet katında, yalnızca güvenlik için yapılan bir faaliyet olunca , halkın sorunlarının çözümleri halkla birlikte gerçekleştirilmeyince, siyaset/siyasetçi/siyasal partiler kirlenmez mi, itibarsız olmazlar mı? Genel siyaset bu durumda iken, yerel siyasetçinin ne hükmü olur? Bu siyasal ortamdan sağlıklı bir siyasal yelpaze çıkmaz. Sağ kendisini milliyetçi-muhafazakar çizgiyle sınırlayabilir mi? Sol bütünüyle devletçi kalabilir mi? Kim ne derse desin, toplumun sorunlarına sahip çıkmasının zamanıdır. Siyaseti, siyasetçiyi, siyasal partileri devlet katından aşağılara, toplumun ayağına çağırmanın, siyaseti toplumsallaştırmanın zamanıdır...

Kaldı ki, gerçek, işleyen bir demokrasi salt siyaset, siyasal partiler ve seçimlerle gerçekleşemez. Anayasa, partiler ve seçim kanunları, kimi diğer önemli kanunlar kenarından köşesinden düzeltilse de, halkın eli-kolu onurlu bir yaşama, demokrasiye kolayca ulaşamaz. Öyle olsaydı bunca yıldır bizde çok particilikte gerçek bir çoğulculuğa, az çok bir demokrasiye ulaşılabilirdi. Dediğimiz şu: Siyasetin, siyasal partilerin/hareketlerin kendi toplumsal zeminleriyle, sosyolojik karşılıkları ile buluşması da gerekir. Gerçek bir siyasal yaşama uygun toplumsal örgütlerin, gerçek anlamda (devletten, hükümetlerden olabildiğince bağımsız) sivil toplum örgütlerinin de var olması zorunludur. Toplum sadece merkezden yönetilerek, halkın katılımı şöyle dursun, temsili demokrasi değerleriyle bile kolayca buluşulamaz. Genel bir demokratik yaşamı yakalayabilmek için, demokratik katılım,  ve gelişme için, güçlü yerel yönetimler, yerel katılım, yerel demokrasi gereklidir. Kısa bir ifadeyle söylenirse; halkın genel yönetim için seçtiği vekiller seçimden sonra şapkalarını kaptıkları gibi çekip gider, bir başka seçime kadar da ortalıkta fazlaca gözükmezler. Vatandaşın sesi Ankara'ya kolayca ulaşmaz, eli de seçtiği vekilinin eteğine olsun kolayca değmez.

 

Ya yerel yönetim için seçenekleri? En kabadayısı bir-iki saat ötededir. O seçtiği, çok yakından tanıdığı, elini uzatsa kolayca görüşebileceği, kapısını kolayca açabileceği, derdini anlatacağı biridir. Seçim zemininde sofrasını açtığı, yiyip içtiği, mercimekli bulgur pilavına birlikte kaşık salladığı biridir. Destursuz kapısını çalabilir, işini kovalayabilir, tepkisini koyabilir, işini sonuçlandırabilir. Seçen-seçilen ilişkisi nihayet bir mahallelilik, hemşehrilik, ortak kentlilik gibi bir sıcak ilişkidir. Acı-tatlı günlerde kolayca buluşabilen bir ilişkidir. Yapılması, çözülmesi istenilen şey de nihayet yaşamsal ihtiyaçlardır, ortak çıkarlardır. Yerel yönetimler etkili olmadan, imkanları yeterli ve güçlü olmadan sorunlar kolay, dolaysız çözülemez, demokratik katılım ete kemiğe bürünemez. Takip, kontrol hızlı ve fonsiyonel değilse sorunlar çözülemez. İstemek ayrı, onu gerçekleeştirmek ayrı. Haklı  talebi sürdürmek gerek. Yerel yaşamda halk/yurttaşlar ortak çıkarlarını, olumu-olumsuz  tepkilerini tek ya da topluca, daha kolayca ortaya koyabilirler ve seslerini duyurabilirler. Yaşamsal acil sorunlarına, öncelikli sorunlarının çözümüne yerinden katılamayan, çare bulamayan insanların, ülke sorunları gibi daha ileri bir bilgi ve duyarlılık/sorumluluk gerektiren sorunlara ilgi duymaları beklenemez. İlgilenebilecekler olsa da, öyle sanılsa da; ülkeyi yönetenlerin üzerinde denetim ve baskı oluşturabilmeleri kolay ve mümkün olmaz.

Sıkça ifade edildiği gibi yerel yönetimler (halkın katılımına dayanılarak, işlevsel olan kurumsallaşmalar eliyle sürdürülebildiğinde) gerçekten siyasetin ana okulu niteliğindedir. Toplumsal-siyasal bilginin/deneyimin beşiğidir. Yaşama, yönetmeye dair gerekli ön bilgiler, deneyimler orada kazanılabilir. Yaşamın zorlukları karşısında -benzetme uygunsa- insanın ayağı ilk orada yere değer. Köyünün, sokağının, mahallesinin, semtinin sorun ve çözümlerini bilmeden, orada siyaset/yöneticilik deneyimi yaşamadan, daha ağır yüklerin altına el uzatmak başarı getirmez.

 

Yerel yönetimler bundan dolayı, insan ihtiyaçlarının yarattığı sorunları yerinde çözme, insanlarla iyi, yaratıcı ilişki kurabilme, işini yerinden takip etme, sorun çözmeye katılma okulu, siyaset okulu, demokrasi okuludur. Aslında en pratik, en yararlı, sonuç alıcı yöneticiler, siyasetçiler de buralarda yetişir, yetişebilir. Genel siyasetin yönetim organlarına seçilen bir çok insanın, ana okuluna-ilkokula gitmeden, köyünün, ilçesinin, kentinin, bölgesinin sorunlarını bilmeden ve çözümlerine kafa bile yormadan, oldukça bilgi ve deneyim isteyen ülke sorunlarına yekten soyunmuş olmaları bir takım zorlukları birlikte getirir. Yerel yönetim kademelerinde kendisini yetiştirebilmiş siyasetçilerin/yöneticilerin bu bilgi ve deneyim birikimleri ile genel yönetimlerde, siyasette başarılı olmaları kolaylaşır.

 

Devletin yeniden yapılandırılması, kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesi ihtiyacı çok yaygın bir kanaat olarak ifade edilmektedir. Türkiye Ankara'dan çok iyi yönetiliyor diyen, bunu yükses sesle dillendiren yok. Aksine devlet çarkı/aygıtı ağır, hantal, masraflı dönüyor deniliyor. "Devleti küçültmek"ten söz ediliyor. Merkezde yoğunlaşan kimi yetkileri çevreye/taşraya  veremez miyiz deniliyor. Bölgesi bir ihtiyaç özellikle son 25 yıldır, en geleneksel politikacılar-liderler de dahil bir çok kimse ve politikacı tarafından seslendiriliyor. Peki ama nasıl? Düşünülen. bir reform mu?

Daha tutarlı düşünen, değerlendirenler de var. Siyaset, iş çevreleri, bürokrasi merkezde kenetlenmiş, rantlar oradan tevzi ediliyor, bu kuşkusuz yerel yönetimlerde de vardır ve olacaktır. Ama bunu yerelde daha kolay görmek, izlemek, kamuoyu oluşturmak, sınırlamak, önlemek mümkün. Toplumsal örgütlerin, özgür yerel basının, aydın ve halk inisiyatiflerinin bunda önemli rolleri olabilir.

 

Devlet; güvenlik, adalet, dış politika, genel denetim, temel ekonomik planlamalar, yatırımlar vb. fonksiyonları dışında tüm yetki ve görevlerini, topluma güvenip, güçlendirilmiş yerel yönetimlere bırakmalıdır. Elbet bu bir seri hazırlığı, kanun çıkarmayı, yeni yerel kurum ve kuralları, yeni bir bilgi birikimini, anlayışı gerektirir. Yerel yönetimler, merkezi yasalara uygun, ihtiyacı olan yasal düzenlemeleri yapabilmeli. Merkezi yönetimle yerel yönetimler arasındaki yetki, görev, sorumluluk alanları, merkezi yönetimin nihai iradesine tabi olacak şekilde düzenlendiğinde, kuşku ile bakılan bir çok nokta aydınlanacak, önemli gibi görülen sakıncalar ortadan kalkacaktır.

 

NOT:Bu yazı 10 yıl önce yazar tarafından kaleme alınmıştır.


Yorum Ekle