DİYARBAKIR'DAN İSTANBUL'A YASAKÇILIK AMA...
Özgürlüklerimizin ince ince elimizden alındığını düşünüyorum. O kadar iyi yapılıyor ki bu. Günü gününe hesaplanmış... Hissim bu. Ve maalesef her gün inancımı kaybediyorum. Bir festivalde bira yasağından öteye bir şey beni rahatsız eden, o da kapıya tekbir getirerek yeşil bayraklarla dayananlar...
Özgürlükler kolay kazanılmadı. Hep bedel ödendi.
Bedel ödenmeden ne özgürlük geldi, ne de gerçek barış.
İnsanlar kendi hak ve özgürlükleri için, kendi hayat tarzları için her zaman, her yerde mücadele verdiler.
Demokrasi böyle olgunlaştı.
İnsan hakları çıtası böyle yükseldi.
Yılmadan, usanmadan verilen mücadelelerdir ki, torna tezgahından çıkmışçasına tek tip insan yaratmanın mümkün olmadığını kanıtladı.
Herkesin kendi inançları ve inançsızlıklarıyla, kendi kimlikleri ve kültürel alışkanlıklarıyla ya da siyasal bakış açılarıyla özgürce yaşamasından başka çare olmadığını tarih baba çok iyi gösterdi.
Kolay olmadı tabii.
Tarihin sayfaları bunun acı, çarpıcı örnekleriyle doludur.
Anlaşılan o ki:
Şimdi tarihle inatlaşma sırası Ak Parti'ye gelmiş durumda.
Yazık!
Yazık diyorum, çünkü başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Ak Parti'yi oluşturan çekirdek kadrolar da, vakti zamanında kendi özgürlüklerinin nasıl hoyratça çiğnendiğine dair örneklere kendi hayatlarında kendileri tanık oldular.
Devletin, askeri darbelerin kendi inanç alanlarına, kendi hayat ve siyaset tarzlarına nasıl pervasızca müdahale ettiğini yıllar yılı yaşadılar, hissettiler.
Mürteci diye hapise atıldılar.
Başörtülü diye cüzzamlı muamelesi gördüler.
Bir 'şiir'den dolayı hapse girdiler.
Siyaset yasağına uğradılar.
Peki şimdi ne oldu?
İktidar, unutturdu mu bütün bunları?
'Eskiler'in muhafazakar, merkez sağ iktidarları gibi Ak Parti de demokrasiden sadece kendisi için demokrasiyi mi anlamaya başladı?
Yanız kendine mi demokrat oldu?
Kendisinin 'iktidar özgürlüğü'nü demokrasi mi sanıyor?
Gerçekten yazık.
Diyarbakır ve İstanbul'dan son iki örnek, özgürlükler açısından içler acısıdır.
Evet öyle, içler acısı.
Diyarbakır'da BDP'ye karşı uygulanan devlet şiddeti bu ülkede barış ve demokrasi özlemlerine büyük bir darbedir.
Kürt sorununu derinleştiren, Kürtlerin yüreğinden bir tel daha koparan, Kürtlerle Türkler arasındaki, Kürtlerle devlet arasındaki kutuplaşmayı Uludere acısından sonra biraz daha keskinleştiren son derece talihsiz bir gelişmedir.
Yasakla, gazla, copla ne olacak ki?..
Milletvekili Pervin Buldan'ın bacağını kırarak, milletvekili Ayla Akat'ın gözüne gazlı su sıkıp morartarak, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'i hastanelik ederek nereye gidebilirsiniz ki?
Sindirebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Bunca kanlı, acılı yıldan ders alınmayacak mı?
Şiddet şiddeti getirmeye devam eder.
Kürt sorunu çözümsüzleşir.
Öte yandan İstanbul örneğine gelince...
Burada da 'hayat tarzı'na kaba bir müdahale söz konusu, Ak Partili Eyüp Belediyesi tarafından.
Bilgi Üniversitesi'nin Santral Kampusu'nda, 11 yıldır yapılan bir müzik festivaline son anda uygulanan bira yasağı öyle geçiştirilecek bir yasakçılık örneği değildir.
'Hayat tarzı'na çirkin bir müdahaledir, insanların özgürlük alanını kısıtlamaktır.
Adı bende saklı olan, sanatla, müzikle iç içe yaşayan bir arkadaşımın geçen günkü notuyla yazımı noktalıyorum:
Her gün her yerden eşit bir şekilde ince ince özgürlüklerimizin elimizden alındığını düşünüyorum.
O kadar iyi yapılıyor ki bu..
Günü gününe hesaplanmış...
Hissim bu.
Ve her gün maalesef inancımı kaybediyorum. Bir festivalde bira yasağından öteye beni rahatsız eden, o da kapıya tekbir getirerek yeşil bayraklarla dayananlar...
Her gün biraz daha ikiye bölünüyor toplum. Benim gibi olan ve olmayan şeklinde...
Maalesef benim gibi hep hoşgörü peşinde olan ve devamlı olarak içindeki eşitlik ve özgürlük hissini büyütmeye çalışanlar ise yapayalnız.
Kendimi kolumdan bir yere çekiştirilir gibi hissediyorum. Hiçbir yere ait olamama hissi yükseliyor içimde.
Çekip gitmek istiyorum.
Maalesef...
Bu bir bira-alkol savaşı değil, özgürlük savaşıdır artık.