SON DAKİKA

Yalnızlığa, aşka ve hüzne adanmış bir yaşam Hêlêne Krulich, Lena veya Xwişka Nesrîn

Yalnızlığa, aşka ve hüzne adanmış bir yaşam Hêlêne Krulich, Lena veya Xwişka Nesrîn 14 Temmuz, 2013 04:34 Güncelleme: 14 Temmuz, 2013 04:34 Yalnızlığa, aşka ve hüzne adanmış bir yaşam

Hêlêne Krulich, Lena veya Xwişka Nesrîn

 

Lena'nın yani, Kürtlerin ona verdikleri isimle Xwişka Nesrinin yaşam hikaye mücadelesi, aynı zamanda eşinin de yaşam mücadelesidir. Kocasının mücadelesi de onun mücadelesi haline gelir. Onları fırtınalı bir denize doğru götürecek olan yolu el ele yürüdüler.

Henüz altı yaşında bile değilken cinayete kurban giden annesinin izini süren harap bir kız çocuğu, onunla ilgilenmeyen bir baba ve kendi isteğiyle sessizliğe gömülmüş, kibirli bir babaanne. Ne mutlu ki mümkün olan her seferinde, onu yanında barındıramayacak kadar yoksul fakat onu anlayan ve hayatı ona biraz daha dingin kılmaya çalışan bir teyzenin-kocası Çekoslovakya'nın en zor kömür bölgelerinden birinde maden işçisidir- asla inkar etmeyeceği şefkati. Ve yetimhanenin, sürekli gittiği okulun öğretmenleri gibi özenli ve sevecen ve hiç kuşkusuz öğrenmeye hevesli olan bu küçük kız tarafından etkilenmiş eğitmenleri ona biraz mutluluk verdiler. Fakat bu çocukluk onda kendini bir davaya, bir adalet davasını verme ihtiyacı ve aynı şekilde onda, sıkıntılı dönemlerinde karşılaşacağı Kürtlere saygı ve sevgi beslemesine neden olacak karakter çizgileri –cesaret, kesinlik, saygı ve belirli bir özveri biçimi yaratacaktır.

1939-1945 Savaşının Bitişi

ve Abdurrahman ile Buluşması

İkinci dünya savaşının bitiminden kısa bir süre sonra, iktidarı ele geçiren komünistler işçi çocuklara ve Lena gibi yetimhanede kalanlara lise ve üniversiteler açtılar. Bir yandan çalışan Lena lisede ve daha sonra üniversitede akşam derslerine katılacaktır. Ama hayat, denildiği gibi, onun bu evrede eğitimini tamamlamasına izin vermeyecektir; Aslında, kocası olacak adamla, Abdurrahman Qasımlo ile karışılacaktır.

Lena adı ile anılan Hêlêne Krulich  Abdurrahman Qasimlo ile tanışması, komünist rejim altındaki Çekoslovakya'da, üniversitedeki bir kutlama sırasında gerçekleşir. Hafif aksanından, onun Slovak olduğunu sanır. Oysa o Kürt ve Müslüman'dır, ama inançsız hale gelmiştir. Lena daha sonraki yıllarda kaleme aldığı ve Türkçeye "Kürt Ülkesinde Avrupalı Bir Kadın" adıyla çevrilen anılarında ilk başta aksanından dolayı Slovak sandığı bu Kürt genciyle tanışma anını "Hayatımda hiç kimse bana öyle bakmamıştı. O bakış hayatımı değiştirdi" diyecekti. Lena da 1952 yılında İran elçiliğine gidip, evlenmek için başvurduğunda, Müslüman olmak zorunda kalacaktı. Lena İslam dinine geçer. Çevresinin ve ailesinin "Çıldırdın mı, bir Müslüman ile nasıl evleneceksin?" sözlerine kulağını tıkar ve teyzesiyle şu tartışma içinde bulur kendini;

-          Unut onu. Seni mutsuz eder. O bir Müslüman. Doğunun ne olduğunu bilmiyorsun! Bizimle kal. Çocuklarını birlikte büyüteceğiz. Onlara bir aile gerekli ve biz onlara tüm sevgimizi vereceğiz….

-          Fakat sevgili Teyzeciğim, o benim kocam! Müslüman da değil, inançsız. Yıllarca buralarda yaşadı. Kültürümüzü, yaşam biçimimizi tanıyor. Çocuklarımı daha fazla babalarından yoksun bırakmak istemiyorum. Ne olduğunu yeterince iyi biliyorum ve sen ne kadar üzüntü duyduğumu anlayabilecek durumdasın.

-          Görüyorum ki öğütlerime riayet etmek için çok fazla genç ve çok fazla aşıksın. Mademki ona kavuşmayı bu kadar çok istiyorsun, o halde git ve mutlu ol.

 

İran'a Gidiş

Lena, eşi Qasimlo'yla birlikte gözünü Kürdistan'da açar. Onunla hayatını birleştirerek, Kürt davasını da benimsemiş olur, kocası gerçekte yıllar içinde İran Demokrat Partisinin genel sekreteri ve yurdundaki farklı Kürt hareketler arasında en saygın duyulan lider haline gelecektir. Eşi, Lena gibi bir kadını baştan çıkarmıştır. İki genç insan onları demokrasiye, laikliğe ve herkes için aynı olan bir adalete ayrıcalık vermeye sürükleyen, her biri farklı yönlerde başlıca ilkelerde birleşirler.

Lena ve Abdurrahman Tahran'a yerleşmeye giderler. Lena için fevkalade olan şey, bundan böyle, manzaralarına hayran kaldığı ve bu hayranlığı hep sürecek olan Kürdistan'a ve gitgide tanımayı ve sevmeyi öğrendiği Kürtlere duyacağı aşktır. Bu batılı kadın, erkekler ile kadınlar arasındaki kaçınılmaz eşitliğe olan güçlü inancını yitirmeksizin, ruhen bir Kürde dönüşecektir.

Fırsat buldukça, örneğin, kocasıyla fikir ayrılığına düştüğü Tahranın güney mahallelerinde hüküm süren korkunç boyuttaki yoksulluğu görüp keşfettiği yerleri ziyaret eder. Gittiği yoksul yerler onu alt üst eder. Gerçekte, vaktiyle Üçüncü Dünya ülkesi olarak adlandırılan ve burada açıkça görülen şeyi keşfeder. Bu keşif, benimsediği değerler uğruna mücadele etme arzusunu güçlendirir. Yaşadığı bölgenin gerçeğini anlamak ve anlaşılmak için iki kültürü özümsemek amacıyla Farsça ve sonrasında Kürtçe öğrenir. Kocasının sıklıkla yokluğu onu iki küçük kızını yalnız büyütmek zorunda bırakır ve çocuklarıyla birlikte sıkıntılar yaşadığı gizli yaşama iter. Lena kuşkuya düşüyordu, eşi devamlı yer değiştiriyordu.

Bir gün, bir arkadaş grubu içinde sohbetin yönü Lenaya döndü. Abdurrahman bir İran atasözünü aktarmaya koyuldu;” Bunun şuruptan olduğunu sanmıştım, reçelden olduğu halde!”. Şu anlama geliyordu, “ben onunla evlendiğimde, o bana yumuşak görünüyordu, fakat sonrasında, onun özünün daha katı olduğunu keşfettim”. Lena böylesi bir fikre öfkelenir. İran'da kaldığı zaman dilimi içinde çoğu zaman gizlenmek zorunda kalır. Daha sonra Avrupa'ya çıkmak için, dönüş hazırlıkları içinde bulunur. Çok zorlu Kürt dağlarından yolculuklar yapar. Irak'a geçer. Bu uzun ve zorlu süreçten sonra her ikisi de, Abdurrahman ve Lena, hayatlarında artık hiçbir şeyin Kürt halkının özgürlüğü için mücadelede yer almaya karar vermiş oldukları bu yoldan daha değerli olmadığına emindi. Bunun peşinden gitmeye kararlıydılar. Dünyayı değiştirmek istiyorlardı.

Avrupa, Prag ve yeniden Bağdat

Kızlarının geleceği artık kendisini ve ilişkisini zorluyordu. Bir gün Prag'ta, Mela Mustafa'nın daveti üzerine eşine kızlarının Orta doğudaki kaderi üzerine tartışır. Lena eşinin Kürdistan'a gideceği kararı üzerine köşeye sıkıştığı bir dönemi hisseder. Çocuklar ile onun peşinden gitmek veya boşanmak. Geçmişteki bazı olaylar onun yüreğinde ağır basıyordu. Aldığı kararlardan dolayı kendisine kızıyordu ve neden bu durumda farklı kararlar alamadığını soruyordu kendi kendine. Ve niçin kocasının aldığı bütün kararlara boyun eğiyordu? Bu davranışının nedenlerini kavramaya çalışıyordu. Bu verilen söze saygı gösterdiği anlamına mı geliyordu? Abdurrahman'a olan aşkı için miydi? Kürt halkı için mi? Yoksa kocasının ikna etme sanatının sonucu muydu? Şurası kesindi ki o çocuklarını babalarından ayırmak istemiyordu. Kendi kimsesiz çocukluğu belki de bunu etkiliyordu.

1973 yılında yapılan parti kongresinde genel sekreterlik görevine gelen Abdurrahman Qasimlo, Lena'yı Bağdata davet eder. Onunla önemli bir konuyu görüşmek istiyordu. Dicle Nehri üzerindeki bir adacıkta dolaştılar.  Hava muhtemeşemdi. Güneş toprağı ısıtmıştı ve Lena ayaklarının altında doğanın gücünü hissediyordu. Konuşmalarda kendisine yardımcı olmasını istiyordu. Bunun üzerine Lena,”Ama, ben her zaman size yardım etmedim mi?” diyerek şaşırdığını ve üzüldüğünü belli etti. Kocası, ona;” Ben PDK-İ'nin Genel Sekreteri oldum. Bundan böyle büyük bir sorumluluğum ve daha fazla işim olacak.”Bu önemli bir haberdi.

Praga Dönüş ve Çekoslovakya'da Kalma Yasakları

 

Lena, yeni tanıdığı zenginliklerle, büyük bir sırla yüklü olarak ve kafasında yanıtlarını bilmediği sorularla Prag'a geri döndü. Prag'da ilkbahar yaklaşıyordu. Her ikisi için, gizli yaşam yıllarının ardından, bu baş döndürücü bir atmosferdi. Lena bir İranlıyla evliydi, Çekoslovakya uyruğunu kaybetmişti ve kocasınınkini almak zorunda kalmıştı. Asıl ülkesine geri döndüğünde, ilk yurttaşlığını elde edememişti ve burada yabancı olarak yaşamak zorunda kalmıştı. Ve şimdi, kendi öz yurdundan sınır dışı ediliyordu.

Bu sınır dışı edilişe akıl sır erdiremiyordu. Burası doğduğu, büyük aşkıyla karşılaştığı, birinci kızını dünyaya getirdiği ülkeydi. Eğitimlerini burada karşılaştığı, birinci kızını dünyaya getirdiği ülkeydi. Eğitimlerini burada tamamlamıştı, burada öğretmenlik yapmıştı. İşini, öğrencilerini seviyordu, değerli arkadaşları vardı burada. Ve Praga derinden bağlıydı. Burada çekici olsun ya da olmasın bütün ara sokaklarını, anıtlarını, ona kestirmeler sunan pasajları, eski gotik villasını, değirmi yapılarını ve Roman mahzenleri, farklı mimari stillere dayanan tarihini biliyordu. İşgal altındaki ülkesi hakkında güvenilir bilgiler veren gizli kaynaklarla iletişim halinde olmayacaktı artık. Birden bire bu fazlasıyla önemli ve daha önce üzerine düşünmediği şeylerin hepsini gözünün önüne getirdi.

Faciadan önce, Facia ve Faciadan sonra

Bir gün, Lena kendisini kızlarıyla bir başına buldu. Abdurahman Qasımlo ise mücadelesini hayatıyla ödedi. Viyana da, Ayetullah Humeyni'nin ardıllarının özel yetkilileri tarafından hazırlanan bir tuzakla öldürüldü, o barış müzakerelerinin başlatıldığına inanmıştı. 13 Temmuz akşamı saat 20.00 civarında PDK-İ'nin Paris bürosundan, çığlık ve ağlama sesleriyle gelen telefonla eşinin ölüm haberini öğrendiğinden bu yana, Lena halen, yine de iki yüzlülüklerini yeterince iyi bilen bu fazlasıyla keskin zekalı ve ince fikirli eşinin nasıl olup da İranlı yöneticiler tarafından verilen sözlere itimat edebildiğini soruyor kendi kendine. Eşinin mücadelesini, hayatını, anılarını katıldığı konferanslarda anlatmaktan yorulmayacaktı. "Ölene kadar ailemdeki Kürt damarını unutmayacağım" diyen torun sahibi 83 yaşındaki Krulich, Paris'te yaşıyor.

Bu arada iki kız çocukları oldu; Mina 1953'te, Hewa 1955'te dünyaya geldi. Başka bir kimlikle Kürdistan'da yaşadıkları maceraları ve tehlikeleri Lena anılarında daha sonra uzunca anlatacaktı. Yukarıda adını yazdığımız kitabı çok önemli bir dönemece ışık tutmaktadır. Yaratıcılığa, yalnızlığa, arayışa, yeniliğe, gençliğe, aşka ve bir o kadar hüzne adanmış kitabı mutlaka okumak gerek.

Nihad Gültekin.

Bazid.

Hélène Krulich – Kürt Ülkesinde Avrupalı Bir Kadın (2012) Avesta Yayınları

 

 

 


 

 

Yorum Ekle