Nihat GÜLTEKİN
Yazar Yusuf Baran Beyi'nin Süngü ve Yara /Dersim 38 Katliamı ve Sürgün Tanıkları adlı kitabı, Dipnot yayınlarından çıktı. Kitap, 1937-1938 yıllarında Dersimde yapılan soykırımı tanıkların anlatımlarıyla okura sunuyor. Kitap, sözlü tarih çalışmaları arasında yer almaktadır. 'Süngü ve Yara', 1938 Dersim katliamı mağdurlarının tanıklıklarını günümüze taşıması anlamıyla önemli bir çalışma. Çünkü buna benzer olaylarda suskunluğu tercih eden tanıklar, tanıklıklarını kendileriyle mezara götürdükleri üzerine epey tartışmalar da yürütülmektedir. Yusuf Baran Beyi bu görüşmeleri kayıt altına almak için epey emek sarf ettiği görülmektedir. Yazar, katliamın yaşandığı Dersim'in Hozat, Ovacık, Mazgirt, Nazimiye, Pülümür ve Kalan gibi farklı yerlerinden çalışmalar yapmış. Bu görüşmelere katılmış kişiler, katliamın yaşandığı dönemde henüz çocuk yaşta olup, gözlerinin önünde aile üyelerinin bir bir katledilmesine tanıklık etmiş, ardından insafsız bir sürgünün mağduru olmuş. Tanıklıklar, hem Türkiye Cumhuriyeti'nin karanlık bir dönemini aydınlatması hem de soykırıma maruz kalmanın, kurbanın yaşamında nasıl izler bıraktığını aydınlatmasıyla önemli bir boşluğu dolduruyor.
Yazarın şu sözleri önemli, Dersimi katliamını araştırdıkça insanı derinden sarsan anılarla karşılaştım, bunlar belleğimde unutulmayacak, silinmeyecek izler bıraktı. Her tanığın anılarını empatiyle dinleyip zihnimde canlandırdıkça, bu dramı gerçekten yaşayanlar kadar acı duydum. Bu yüzden dinlenmesi insana ağır gelen bu anıların, sözcüklere dökülmesi ve sonra da kitaba dönüşmesi hiç de kolay olmadı. Seksen yıl önce yaşanmış olsa da, böyle bir vahşetin gerçekleştiğini düşünmek bile inanılmaz geliyor insana .
Kitapta 15 ayrı bölümde ayrı ayrı hikayeler anlatılmaktadır. O yıllarda henüz çocuk yaştayken aile ve akrabalarından yani, annelerinin, babalarının, kardeşlerinin ve arkadaşlarının öldürülmelerine tanık olan, kendileri 'şans' eseri, kurtulan sonra da topraklarından koparılıp sürgün edilenlerin hikâyeleri ile birlikte Sürgünden sonra yaşanılan hayat hikayelerini içermektedir. Yazarın belirttiği önemli bir nokta var, dönemin katliamında yer alan kişilere karşı toplumun sosyolojik ve psikolojik nedenlerden dolayı hep iyimser bakması. Kendileri ile görüştüğü 1938 katliam mağdurlarının çoğunun ve onlardan sonrakilerin, okuryazar olup olmamalarını da göz önünde bulundurarak bu katliamda önemli rollere sahip olan dönemin yetkililerini kurtarıcı olarak görmelerini anlatmaktadır. Yazarın görüştüğü mağdurların ikamet yerleri ayrı ayrı yerler olmasına rağmen, bu acıları farklı yerlerde yaşayın insanların ortak bir noktayı belirtmeleri üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta. Hepsinin söylediği ortak nokta şu; Cumhurbaşkanı M.Kemal hastaydı ve yatıyordu. İsmet Paşa görevinden ayrılmıştı. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın haberi yoktu. Son anda haberi olduğunda da iş işten geçmişti. Kalanları zaten o kurtardı. Mağdurların bu söylemleri Dersim katliamının üzerini örtmek için gösterilen programlı ve sistemli çabaların olduğunu insan düşünmeden edemiyor.
Yusuf Baran Beyi'nin 'yanı başındaki tarih'e kulak vermesinin ürünü olan bu kitapta, Cumhuriyet tarihinin örtülü sayfalarından biri olan Dersim Soykırımdan şans eseri kurtulan tanıklardan bir Dersim'li ise yaşadıklarını kitapta şöyle anlatıyor:
Elleri kolları bağlı onca insan, ölümlerini bekliyordi. Askerler içimizden çekilip uzağımızda durdiler. Elleri ve kolları birbirine bağlı akrabalar dualar ettiler. Birden bir cayırtı kopti. Durmak bilmedi. Herkes düşti bir yere yığıldı bıra. Asker geldi bu sefer başladı süngü dürtmeye. Benim elime kurşun gelmişti. Elimi ablamın başına koydum. O zaman kurşun değdi. Asker yanımda yatana süngü dürtti. Ben gözümü kapattım. Sonra beni gördi. Daha ölü mü sandı, yoksa numara mı yaptım sandı bilmem. Sonra bacağımdan tutti, suya fırlatti.
Tetxal Köyünün altlarına kadar gelmiştim. Köye çıkıp, yaramı sardırayım dedim. Tetxal köylüleri beni görünce öcü görmüş gibi ürktüler. Ben dedim ki buraya gidem ki yaramı saralar. Onlar tuttu askere vermek istediler beni. Ben durumu anlayınca korktum. Çaresiz oturup ağladım. Ağlayıp dedim elime bakın. Çok kanadı, çok ağrıyor. Tir tir titriyordum. Ben dedim bunlar bana yardım eder. Fakat bunlar da devletten, askerden korkmuş. Devletten kurtulan kendi canının derdine düşmüş. Tetxal'a asker daha girmemiş. Bana yardım ederlerse başları belaya girer diye korktular.
Aynı acıları yaşamış insanlar dağlara doğru yürüyorlardı. Dağlar, yollar ve hayat onları bekliyordu. Dersimin dağları, köyleri, hayatları Hepsi yaşanan bu acıların tanığıydılar.
Silahlar toplanmıştı, devlet teslim olanları kurşuna dizmeyecekmiş, sizlere tapu vereceğiz konuşmalarının sonucu Dersim'lileri kurşuna dizmek olmuştu.
Köylerine gelen askerlerle Türkçe konuşan Yusuf Köksal'ın Türkçeyi bilmesinden ve güzel konuşmasından etkilenen komutan, ona, Git babana söyle, iki ay dağda saklansın. Sonra ortalık durulunca köye geri döner, bu iyiliği güzel konuştuğun Türkçenin hatırına yapıyorum demişti. Ama çok uzak olmayan yerlerde ise yakılan - yıkılan köylerden dumanların çıktığı görülüyordu. Bu dehşetin ortasına düşen anneler evladını yiyordu! Yani Kürtçesini söyleyecek olursak, Dê evladê xa dıxar Askerlerden kaçmaya çalışırken bir çok anne, bebekler ağlarsa askerler yerlerini tespit eder diye, diğer çocuklarını koruma için bebeklerini ya bir uçurumdan aşağıya ya da bir akarsuya atıyordu. Bu süreçten çoğu insan ortalıklarda kalmış, farklı yerlerde büyümek zorunda kalmışlardı. Sağ kalan çocukları başka başka ailelerde büyüdükleri için ayrı ayrı soy isimleri alacaktı.
Bazılarına da sürgün yolu düşmüştü. O insanların gözlerinden korku ve tedirginlik akıyordu. Boş, kara vagonlar ise onları bekliyordu. Artık geri dönüşü yoktu bu yolculuğun. Yaşlılar, kadınlar, tedirgin gözlerle görevlilerden insanlık namına kendilerine iyi davranmalarını bekliyorlardı.
Katliamın üzerinden epey zaman geçer. Bir gün, İsmet İnönü'nün öğrencilerle tanıştığı zaman gelir ve beyaz saçlı bir öğrenci dikkatini çeker. Paşa, Hasanın saçlarına bakıp, Yüksek yerlere kar erken düşer deyince Hasan Demir ona, Hayır, Paşam hayır, bu cefadandır diye cevap vermiş.
Hatun isimli Dersimli kadının yaralarını tazelerken söylediği sözle bitirelim yazımızı;Dersimin acısı unutulmaz, çok ağırdır. Ciğerimizi yaktılar, acıdan eridik. Dersimin acısı ağırdır, unutulmaz benim babam, hiç unutulmaz.
Nihad Gültekin