SON DAKİKA

Şiddet ve terörle geçen bir ömür! -

Şiddet ve terörle geçen bir ömür! - 02 Nisan, 2015 09:57 Güncelleme: 02 Nisan, 2015 09:57 Şiddet ve terörle geçen bir ömür!

-

Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın hayatını kaybettiği terör eylemini lanetliyorum.
“Kan kanla yıkanmaz!” diyen Berkin Elvan'ın babası Sami Elvan'ı selamlıyorum.
İçim acıyor.
Gerçekten öyle.
Terör, şiddet...
Peşimizi hiç bırakmadı, bırakmıyor da.
Bir ömür böyle geçti gitti.
Bir ara ben de bulaşmıştım şiddete.
İktidarı 'namlunun ucu'nda gören, demokrasiye dudak büken ve silahı siyasetin aracı bellemiş o radikal gençlik zamanlarıydı.
'Devrimci'ydik.
Kibirliydik.
Genç insanları idam sehpalarında, yakınlarımı işkencehanelerde görünce, aklım başıma gelmeye başlamıştı.
Bir ömür geçti gitti ama terör ve şiddet bitmedi.
Yakamızı bırakmadı.
Vurmaya devam ediyor.

Kan ve gözyaşı alın yazısıydı sanki

'Devrimci'ydik. Kibirliydik. İnsanları idam sehpaları ve işkencehanelerde görünce, aklım başıma gelmeye başlamıştı

Ne çok meslektaşımızı kurban verdik teröre.
Abdi Bey...
Sevgili Uğur...
Çetin Emeç...
Sevgili Hrant kardeşim...
Yaşanan her büyük acının ardından demokrasiye darbe diye haykırdık.
Teröre lanet diye bağırdık.
Manşetler attık.
Özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan hakları diye yollara döküldük.
Meydanları doldurduk.
Ama bitmedi.
Kan ve gözyaşı alın yazısı gibiydi.
Toplumda taşlar bir türlü yerli yerine oturmak bilmiyordu.
Anlaşılan yanlış bişeyler vardı.
Bizi birbirimize düşüren, cephelere ayıran o bişeyler...
Bunlardan kurtulamıyorduk.
Bu arada bir taraftan tarih de paçamızdan çekip duruyordu.

Savcı Mehmet Selim Kiraz, Eyüp Sultan Camii'nde kılınan cenaze namazı sonrası toprağa verildi Savcı Mehmet Selim Kiraz, Eyüp Sultan Camii'nde kılınan cenaze namazı sonrası toprağa verildi

Bir türlü kendimiz olamadık

Bir türlü kendimiz olamadık. Kendi istediğimiz gibi yaşayamadık. Kimliğimiz, inancımız yasaklandı

İnancımızdan dolayı, etnik kimliğimizden dolayı, dilimizden, kültürümüzden dolayı, siyasal düşüncemizden dolayı birbirimizle çatışıp durduk.
Kan aktı, gözyaşı aktı.
Kendi halimize bırakmadılar bizi.
Bir türlü kendimiz olamadık.
Kendi istediğimiz gibi özgürce yaşayamadık.
Kimliğimiz, inancımız yasaklandı.
O bişeyler hep tepeden dikte edildi.
Öyle değil böyle yaşayacaksın!
Öyle değil böyle düşüneceksin!
Öyle değil böyle davranacaksın!
Öyle değil böyle inanacaksın!
Öyle değil böyle ibadet edeceksin!
İnsanlar 'torna tezgâhı'ndan geçirilmek, tek tip yapılmak istendi.
Devlet düzeni buna göre kuruldu.
Devlet bunun için 'baskı aygıtı'na dönüştü.
Siyaset böyle çoraklaştı, demokrasi ve hukuktan nasipsiz hâle geldi.
Halbuki çare, demokrasinin ipine sarılmaktı.
Hukukun üstünlüğünü benimsemekti.
Özgürlükleri devlet ve toplum düzeninin temel direği yapmaktı.
İnsan haklarını lafta kalmaktan kurtarmaktı.
Olmadı.
Yapamadık.
Bu konuda hiç kimse, hiçbirimiz masum değiliz.
Her askeri darbe sonrası demokrasi ve hukuk devleti şarkıları söyledik.
Siyasal yelpazede yer alan herkes demokrasiyi ortak platformolarak benimsemeden, şiddet ve terörün her türlüsünü dışlamadan barış ve huzur kapımızı çalamaz, diye yazdık çizdik.
Ama değişen bir şey olmadı.
Böyle geçti gitti bir ömür...

Savcı Kiraz'ın rehin alındığı saatlerde Berkin Elvan'ın babası Sami Elvan,  'Oğlum öldü ama başka biri ölmesin. Savcı serbest bırakılmalı. Kan kanla yıkanmaz' dedi. Savcı Kiraz'ın rehin alındığı saatlerde Berkin Elvan'ın babası Sami Elvan, 'Oğlum öldü ama başka biri ölmesin. Savcı serbest bırakılmalı. Kan kanla yıkanmaz' dedi.


Farklı olanı düşman gibi gördük

Demokrasi denen 'ortak platform'da bir türlü buluşamadık.
Oyun kuralına göre oynanmadı.
Kural hep çiğnendi.
Oyun içinde değiştirildi.
Kuralı işimize geldiği gibi değiştirdik.
Ne yazık ki öyle.
Siyaseti, gözümüzdeki 'at gözlüğü'nü çıkarmadan yapmayı marifet belledik.
Bizden, kendimizden farklı olanı, farklı düşüneni, farklı inananı, farklı yaşayanı etkisiz kılınması gereken düşman gibi gördük.
Farklılığı etkisiz kılmayı da, yerine getirilmesi gereken bir uygarlık ödevi gibi belledik.
Böyle yetiştirildik.
Böyle eğitildik.
Böyle bölündük.
Böyle uçlara savrulduk.
İktidara her gelen de, kendi doğrusunu hepimize dikte etmeye kalkıştı.
Her şeyimize karıştı.

Bugün de Saray'daki Sultan her şeye karışıyor

Çare, demokrasinin ipine sarılmaktı. Olmadı. Yapamadık. Bu konuda hiç kimse, hiçbirimiz masum değiliz

Bugün değişen birşey var mı?
Hayır yok.
Saray'daki Sultan her şeye karışıyor.
Etek boyuna da, çocuk sayısına da, içkiye de, sigaraya da, oturup kalkmamıza da, nasıl düşüneceğimize de...
Her konuda fetva verebiliyor.
Üstelik anayasayı da, kendi deyişiyle, 'bekleme odası'na alarak hukuku rafa kaldırmış durumda.
Askeri darbe dönemlerinden farkı yok.
Sultan'ın sadece kendi doğruları var.
Onlara inanmadın mı yandın.
Hain, satılmış...
Anayasa Mahkemesi Başkanı da, Merkez Bankası Başkanı da, Başbakan Yardımcısı da, TÜSİAD Başkanı da olsan hiç değişmiyor.
Yandın gitti.

Tedirginim...

Bugün değişen bir şey var mı? Sultan her şeye karışıyor. Her konuda fetva verebiliyor. Darbe dönemlerinden farkı yok

Böyle bir kafa, demokrasi kültüründen nasibini almamış bir kafadır.
Böyle bir zihniyet, böyle bir devlet yönetme anlayışı, hazin örneklerini geçmişte çok yaşadığımız gibi, toplumu cephelere bölüyor, kutuplaştırıyor.
Bu kafa, insanların birbirleriyle ilişkilerinde burun deliklerini gerdikçe geriyor.
Toplum ve siyaseti her türlü 'provokasyon'a, şiddete açık hâle getiriyor.
Böyle bir kafayla bu memleket barış ve huzur bulamaz.
Bu kafa, yalnız içeride değil dışarıda da, dış politikada da Türkiye'yi yangın yerine çevirebilecek yanlışların mimarlığını yapıyor.
Lütfen yazın bir kenara ve düşünün:
Saray'daki Sultan kendi iktidarı, kendi tek adamlığı için her an her şeyi ateşe atabilir.
Kritik bir seçime, 7 Haziran'a giderken bu noktayı bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Tedirginim.
Son söz:
Bir ömür böyle geçti diye başladım yazıya. Beklediğim yarınlar hiç gelmedi diye bitirmek de istemiyorum.

 

Yorum Ekle