Kar çok güzel yağıyor.
Dışarısı bembeyaz.
Boğaz kayboldu, süt grisi bir perde indi üstüne.
Kocaman oyuncaklar gibi hayalet tankerlerin geçtiğini ancak irkiltici düdük seslerinden farkediyorum.
Yazı yazmak içimden gelmiyor.
İçimden bir ses de, yazma o zaman diyor ama...
Yine de yazmam lazım.
Belki okuyanlar olur.
Belki yazıyı bekleyenler vardır diye umut etmek istiyorum.
Aslında bu da benim gibi yazarların hüsn-ü kuruntusudur, kendi kendilerini böyle bir şeye inandırmalarıdır.
Olabilir.
Kimsecikler okumasa da, kendi başıma kalsam da, arasıra oturup bir iki satır yazmak iyi geliyor.
Sesim duyulmasa da, dipsiz bir kuyudaki çığlık gibi yitip gitse de, inandığım bazı değerleri kendi kendime savunmak bana moral takviyesi yapıyor.
Kim bilir belki de bunca yılın alışkanlığı...
Ya da yazmayınca, kaybolup gideceğine dair bir inanç belki de...
Açtım bilgisayarı.
Yazı geldi galiba.
Çünkü, kitap için ayırdığım bazı notlarımın arasında Isaiah Berlin'in sözlerini buldum.
İngiliz düşünürü şöyle demiş:
Sadece kendinin haklı olduğu
yolundaki görüş, ürkütücü ve
tehlikeli bir ukalalıktır.
Bir tek senin gerçeği gören sihirli
bir gözün var!
Diğerleri sana karşıysa haklı
olamazlar.
Bu tutum, insanı şuna götürür:
Tek bir amaç vardır ve o amaç
uğruna her acıya katlanılır.
Ya da senden farklı düşünenlere her
türlü acı çektirilir.
Hiçbir şey bir kişinin ya da
milletin hatasızlığına inanması
kadar yıkıcı değildir.
Bu, kendinden farklı olanların,
başkalarının vicdan azabı
duyulmadan yok edilmesine
olanak tanır.
Çünkü o kişi, İspanyol
Engizisyonu ve Ayetullahlar
örneğinde olduğu gibi Allah'ın,
Hitler örneğindeki gibi 'üstün
ırk'ın, Lenin ve Stalin örneğinde
olduğu gibi 'tarih'in görevini
yaptığına inanır.
O yüzden totaliterlerin ilk yok
ettikleri ya da susturdukları
insanlar, fikir insanları ve fikri
hür insanlardır.
Fikri hür insanlar susturuluyor.
Fikri hür insanlar hapse atılıyor
Kar hafifledi, atıştırıyor.
Boğaz açık çağla yeşiline döndü. Anlaşılan hava fena halde soğuk.
Anadolu yakasında damlar bembeyaz.
Ve o hayalet gemiler...
Keşke şimdi onlardan birinin içinde olsaydım, hangi sulara doğru yol aldığını bilmeden, yuvarlak kamara penceresinden denize düşen karı seyretseydim...
Isaiah Berlin'in sözlerini düşünüyorum.
Fikri hür insanları susturan, yok eden totaliterler...
İnsanların hayallerini öldürmek isteyen düşünce polisleri...
Onların bütün istedikleri, sözde büyük idealler adına, sözcüklerin kuşlar gibi özgürce uçuştukları ortamları boğmaktır.
İnsanlık bunlardan ne kadar çok çekti, çekmeye de devam ediyor.
Türkiye de öyleydi, öyle olmaya da devam ediyor.
Bugün de farklılıklardan korkanlar iktidarda.
Farklı sesleri susturuyorlar.
Farklı fikirlerden korkuyorlar.
Bunun için de bir korku ortamını besliyorlar.
Sesini çıkarmaya korkuyor insanlar.
12 Eylül'ü hatırlıyorum.
Askeri darbe yönetimi, 1982'de anayasa referandumuna gidilirken mavi rengi yasaklamıştı. Çünkü mavi, anayasaya hayır diyen oy pusulasının rengiydi.
Bugün de farklı değil.
Bugün de bir anayasa referandumuna gidiyoruz.
Askeri olmasa da, neredeyse ondan beter bir OHAL ortamında, sivil darbe koşullarında gidiyoruz.
'Anayasaya hayır'ı savunmak ya da hayır propagandası yapmak, tıpkı 12 Eylül darbe yönetimindeki gibi gitgide tehlikeli hale geliyor.
Fikri hür insanlar susturuluyor.
Fikri hür insanlar hapse atılıyor.
İçim daralıyor.
Turgut Uyar'ın şu dizeleri iyi geliyor:
İnsan yaşlandıkça kurtulur demiş
birisi / Korkudan, belki yılgınlıktan
ve başka bir şeylerden / Oysa
yaşlandıkça bulunur mavinin en
iyisi.
İşte böyle geçip gidiyo yıllar!