Samsun - Medine Çolak, 1937-38 Dersim soykırımından sağ kurtulan, evlatlık verilen kayıp kızlardan biri…
Devletin acımasız yüzüyle tanıştığında henüz 10 yaşında bir kız çocuğuydu. Babası Seyit Ali Güngör, abisi Kalman, kız kardeşi Bese ve 3 yaşındaki Hasan gözleri önünde katledildi.
Soykırımdan kurtulan yüzlerce çocuk gibi, önce saçları sıfıra vuruldu… Sonra ‘Kara Vagon’a bindirilerek hiç tanımadığı topraklara sürgün edildi.
Herkes ailesinden birkaç kişiyi kurtarmanın sevinci içindeyken ama o bu yolda tek başınaydı... İşte onun hikayesi burada başlıyordu...
Samsun’da Çerkez bir aile tarafından evlat edindi. Bugün 87 yaşında Medine. Kendisiyle görüşmeye gittiğimde bana ilk sorusu ‘Kurmaci biliyor musun’, oldu.
Ve sonra, “Kızım çok insan, çok gazeteciler geldi anlatım, ama ne değiştiği ki?” diye soruyor. Kızı Ayla’nın hızlıca perdeleri çekmesiyle birden irkiliyor ve bana dönerek, “Eskiden çok yürekliydim biliyor musun? Şimdi bu sesler bile beni ürkütüyor ” diyor...
Sözü şimdi Dersim’in kayıp kızı Nazmiyeli Medine’ye bırakıyoruz:
ASKER KURŞUN SIKA SIKA GELDİ
‘’1937’de kırım daha başlamadan kışın annem Belgihan, karlı bir kış günü zatürreeden öldü. Biz dört kardeş babamla öylece kala kaldık. Abim Kalman, kardeşlerim Bese, Hasan ve benim için zor günler başlamıştı.
Abim ve babam havyacılıkla uğraşıyordu… Aslında 10 yaşında olmama rağmen bütün evin yükü üzerime binmişti. Evin büyük ablası bendim, kardeşlerimle ilgilenmeye çalışıyordum.
Her şey yaz aylarında başladı. Babam bir sabah hayvanları otlatmaya gitti, saatler geçti gelmedi. Çok korkmuştum. Evin önüne oturuyorduk, abim babamı aramaya gideceği söylediği an, birden peş peşe silah sesleri geldi. Tüm köy halkı panik içinde dışarıya toplandı. Ellerinde tüfekler, askerler köyümüze doğru kurşun sıka sıka geliyorlardı. Herkes can derdiyle koşuşturmaya başladı.
O korkuyla, ormana doğru koşmaya başladım. Öyle bir koşmuşum ki, nefes nefese durduğumda çok uzağa gitmiş olduğumun farkına vardım. Gece ormanda bir başıma kaldım.
KÖYE GELDİK, EVLER YANMIŞTI
Gece yarısı kurşun sesleriyle uyandım. Tekrar koşmaya başladım. Bacadan duman tüttüğünü gördüğüm bir eve gittim. Kapıda kadın beni görür görmez, ‘sen niye buraya geldin, bizi de götürecekler. Sıra bize geldi’ dedi. Kadın tencereleri toprağa gömüyordu …
Bana yarım ekmek ve bir tas yoğurt verdi. İlerdeki çam ağacını göstererek, ‘yavrum burada durma git çamlara saklan’ dedi. Çam ağaçlarının içine sokularak ekmeğimi ve yoğurdumu yedim.
Bir zaman sonra bizim köydeki gençler önümden koşarak geçtiğinde çok sevindim. Tanıdığım yüzlerle karşılaşmıştım. Koşarak yanlarına gittim, “Nereye gidiyorsunuz beni de götürün” dedim. Aralarından biri elimden tutarak yanlarında götürdü. Köye geldiğimizde kimse kalmamıştı, evlerimiz yakılmıştı…
MENO MENO YAŞIYORSUN
Sonra bizim köyün yakınlarında olan annemin köyü Deste’ye gitmeye karar verdim. Ancak oraya vardığımda da kimse kalmamıştı. Belki bir tanıdığa rastlarım diye yaylaya doğru yol aldım. Biraz yürüdükten sonra bir kalabalıkla karşı karşıya geldim. Koşa koşa yanlarına geldiğimde teyzem Arzu’yu gördüm.
Çok sevindim, beni görür görmez “Meno meno yaşıyorsun yavrum” diye sarıldı. Köyde herkes bana Meno derdi…
Kardeşlerimin askerler tarafından götürüldüğünü söyledim. Nereye gidileceği tartışılırken birden yaylanın tepesinden askerler ateş açmaya başladı. Hepimiz yaylanın aşağısına doğru koşmaya başladık. İşte orada teyzemi kaybettim. Kalbim duracak gibiydi…
Yayladan indiğimde, bir derenin oraya geldim. Derenin kenarında oyuk bir taşın arkasına saklandım. Dizlerime kadar ıslanmıştım. Kafamı kaldırdığımda yayladan aşağı doğru gelen askerlerden birisinin beni fark etmesiyle ateş açması bir oldu.
Asker yanıma gelerek bağırmaya başladı, beni alıp oradan çıkarttı ve itekleye itekleye beni çocukların, kadınların, adamların bulunduğu yığının içinde attılar. Ailemi belki bulurum umuduyla kalabalığın içinde dolanıp duruyordum. Ama bulamadım...
BENİM GİBİ BİR SÜRÜ ÇOCUK VARDI
Sonra bizi Elazığ’a götürdüler. Benim gibi bir sürü çocuk vardı. Kadın, çocuk hepimizi toplayarak saçlarımızı sıfıra vurdular. Hamama soktular sonra da trene bindirdiler…
Uzun bir yolculuk oldu. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Trenin içi çok kalabalık, mahşer gibiydi. Bizi bir yerde indirdiler daha sonra Samsun Terme ilçesi olduğunu öğreneceğim bir yere gelmiştik.
Hepimizi bir Han’ın içinde doldurdular. Davut Öngen isimli Nüfus Müdürü teker teker hepimizin ismini alıyordu. Sıra bana geldiğinde Türkçe tek bir kelime bilmediğim için sorduğu hiçbir soruya cevap veremedim. Bana öyle hüzünlü bir gözlerle bakmıştı ki... Beni sandalye ye oturtturdu, simit verdi. El hareketleriyle gidip hemen döneceğini söyledi.
YENİ YUVAM ÖNGEN AİLESİ
Daha sonra gidip eşi Naciye’ye ‘Getirilen Kürtler arasında küçük bir kız var. Hiç kimsesi yok öyle güzel, öyle garip ki onu bu halde bırakamayız’ demiş. Kaymakama da danışmış, sonra beni elimden tutarak eve götürdü. 4 çocuğu vardı…
Eşi Naciye beni görür görmez hemen sahip çıktı. Çerkez bir aileydi. Mekanları cennet olsun bana çok iyi davrandılar. Naciye abla beni hemen alıp banyoya soktu. Bana Fatma diye sesleniyordu. Başlarda söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.
Naciye abla bana süpürgeyi getir dediğinde, ben ona kürek getirirdim. Sonra yavaş yavaş Türkçe öğrenmeye başladım. Nüfus kâğıdımı Dersim’den getirdiler o zaman bana tekrar Medine demeye başladılar. Zaten Fatma ismine de alışamamıştım.
Naciye abla dışarıya çıktığında odama kapanıp babam ve kardeşlerim için ağlardım. Tek bir gün geçmedi onları sayıklamadan…
Ben okulla gidemedim. Ama hiç sormadım nedenini. Yabancılık çektim hep. Oraya ait olmadığımı hissediyordum. Ancak kendi çocuklarım olduğunda kardeşlerimle kalan yarım hasreti onlarla giderdim.
Genç kızlığım da zor geçti. Bana kucak açan aile iyi bir aileydi ama benim ailem değildi ve benim çektiğim acıyı hiçbir zaman o kadar derinden hissedemezlerdi.
TOPRAĞI ÖPTÜM
19 yaşımda görücü usulüyle evlendim. Eşime her şeyi anlattım. Bana hep destek oldu. Fakirdik. İlk çocuğum dünyaya geldiğinde çok mutlu oldum. Abim Kalman’a benziyordu, onları hem çocuklarım hem kardeşlerim gibi sevdim.
Burada uzun bir süre Dersim’li olduğumu söyleyemedim. Hala oturduğumuz Unkapanı da beni Erzurumlu sanırlar. Söyleyemedim, hep çocuklarıma kötülük yaparlar endişesi içinde yaşadım çünkü hepsi Türk’tü…
Çocuklarıma seneler sonra Dersim’li olduklarını söyledim. Onlar da bilmiyorlardı. Halbuki Dersimli olmakla gurur duyuyorum…
Dersim’e seneler sonra tekrar ayak bastığımda toprağı öptüm. Her şey gözlerimin önünden geçti. Bu duygu hem hüzün hem öfke hem korku hem de sevinçti. Akrabalarım beni büyük hasretle karşıladı.
NE YAPAYIM BÖYLE ÖZRÜ
Şimdi evlatlarımız da bizimle aynı baskıları görüyor, hala orada aynı şeyler yaşanılıyor. Ben hala babamın, kardeşlerimin mezarını bilmiyorum. 87 senedir bu acıyla yaşıyorum. Ne yapayım ben öyle özrü…
Dersim’e dört kez daha gittim, artık yürüyemez hale geldim. Kızımın daha önce yapmış olduğu araştırmalardan babamın, abim ve kardeşlerimin kırımda Mazgirt’te öldürüldüğünü öğrendim. ama onları ömrümün her saniyesinde yüreğimde taşıdım ve ölünceye kadar bu böyle olacak…''
Yorum Ekle