Programı birleşik Kürdistan olan ve Güney Kürdistan'ın Musul, Kerkük, Hewler, döneminde İran'ın egemenliğindeki Kürdistan parçası için özerlik mücadelesi veren 'Jiwavewey Kûrdistan' (Kürdistan'ın dirilişi) örgütü içinde kısa sürede liderlik vasıf, yetenek ve ahlakıyla önderlik konumuna yükselir.
Sovyetlerin İran'ı işgalinden doğan yönetim boşluğundan yararlanmak için örgüt feshedilir ve yerine, Kürdistan Demokrat Partisi KDP- kurulur.
12 Aralık 1945'te Azerilerin özerkliklerini ilan etmelerinin ardından 22 Ocak 1946'da Mahabad Çarçıra Meydanı'nda Qazî Muhammed'in öncülüğünde, Mahabad halkı, tüm Kürdistan parçalarından misafirler, KDP yöneticileri, aşiret liderleri ve Peşmergeleriyle Mele Mustafa Barzani'nin de hazır bulunduğu toplantıda Kürt ulusal bayrağının göndere çekilmesi, Milli marş 'Ey Raqip'in okunması ve dualar eşliğinde Mahabad Kürt Cumhuriyeti ilan edilir.
Kısa sürede anayasa ve hükümet çalışmaları tamamlanarak 11 5ubat 1946'da 30 üyeli ulusal parlamento'nun ilk toplantısında Qazî Muhammed Cumhurbaşkanı seçilir. On üç üyeli Bakanlar Kurulu oluşturulur: Başbakan ve Bakanlar Kurulu Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Savaş Bakanı, Eğitim, Sağlık Bakanı, Dış işleri Bakanı, Ulaştırma Bakanı, Ekonomi Bakanı, Tarım Bakanı, Ticaret Bakanı, İç işleri Bakanı, Adalet Bakanı, Çalışma Bakanı, Haberleşme Bakanı.
Irak işgalindeki toprakların direniş önderi Efsanevi ulusal kahraman Mele Mustafa Barzani de hizmet olarak Genelkurmay başkanlığına layık görülür.
Parlamento yemin töreninde Cumhurbaşkanı Qazî Muhammed -Bugün Güney Kürdistan'da dalgalanan- Kürdistan bayrağıyla süslenmiş kürsüde yeminini eder: "Allah'ın büyüklüğü, Kuran-ı Kerim'in kutsallığı, ülkem ve bayrağım üzerine ant içiyorum ki, kanımın son damlasına ve son nefesime kadar, canımla ve malımla, özgürlük yolunda bayrağımızın göklerde dalgalanması için çalışacağıma söz veriyorum."
Siyasetin, aydınlanmanın merkezi haline gelmeyi başaran Mahabad Kürt cumhuriyeti, bir yıla sığmayan ömrüne ulusal miraslar bırakacak birçok kapsamlı eylemler sığdırır.
Başkenti Mahabad olmak üzere Uşnu, Miandoap, Serdest, Bane, Sagiz, Senendec şehirlerini kapsayan Kürt Cumhuriyetinin Resmi dili Kürtçedir. Okullarda eğitim Kürtçe ders kitaplarıyla ve Kürtçe verilir.
Kürt devletinin günlük ve aylık resmi yayın organı 'Kürdistan' yayınlanmaya başlar. Hawar, Hilale (kadın dergisi), Agir, Gelawêj, Nıştiman dergileri yayınlanır.
Kürtçe radyo yayınları yapılır. Kürt dili ve edebiyatının gelişimi için Edebiyatçı şahsiyetler desteklenir. Bu program çerçevesinde eğitim için yurtdışına öğrenciler gönderilir.
Zengin aileler Cumhuriyete bağış yapmakla yükümlü tutulur. Vergiler ve aidatlar düzenli toplanır. Halka yiyecek ve gıda yardımı yapılır.
Kürdistanlı Yahudi ve Ermenilerin kültürel, milli ve dini hakları temin edilir.
İşgal amacını tamamlayan SSCB'ın İran'dan çekilmesiyle İran devleti yeniden eski işgal topraklara yönelir. 16 Kasım 1946'da saldırı ve talanların sonucunda Azerbaycan İran'a teslim olur.
İngiltere'nin desteĝindeki İran, bütün gücüyle saldırır. SSCB söz verdiĝi silah sözünü yerine getirmeyince, tüm direniş yollarını deneyen cumhuriyet, Qazî Muhammed'in önerisiyle, halkın düşman katliamına uğramaması için düşmanla anlaşma/teslim kararı alır. Qazî Muhammed'in kardeşi Sadr Qazi, düşman güçlerinin Generali Humayuni'ye, Mahabad'ı barışçı yoldan teslim etmeye hazır olduklarını bildirir. Humayuni, kendisi şehre girerken, Barzanilerin orada bulunmaması şartıyla kabul eder.
General Mele Mustafa Barzani, Anlaşma kararıyla ilgili olarak cumhurbaşkanı Qazî Muhammed ile görüşür. Başkanı selamladıktan sonra kızgın bir şekilde: " Kararınıza çok teessüf ederim. Ben çok üzgünüm. Durumu gözden geçirerek kararınızı değiştirmenizi rica ediyorum. En doĝru karar, İran ordusu ile savaşmaktır. İyi biliyorum ki, teslim olmanız halinde sizi idam edecekler. Şah'ın sözlerine inanıyorsanız hata yapıyorsunuz. Ona inanmayın." der.
Cumhurbaşkanı, Barzani'ye cevaben : " Evet biliyorum, doğru söylüyorsun, ama artık geç. Kardeşim Sadr, Tahran'dan benim için söz aldı. Hiç kimseye zarar vermemek şartıyla teslim olmayı kabul ettik Ben yalnızım ve kimsem yok." der.
Bunun üzerine derin hüzne garkolan General Barzani " Bizimle birlikte kal. Biz Barzaniler olarak tek ferdimiz kalıncaya kadar sana hizmet ederiz. Bir damla kanımız kalıncaya kadar seni koruruz. Sen herhangi bir kişi değilsin. Sen bir halkın önderisin. Eğer bizimle birlikte kalırsan dünya halkları Kürt halkının önderini koruduğunu öğrenmiş olur. Biz İran ordusuna vurmak için eğer Allah yardım ederse uygun bir fırsat kollarız. Eğer ölürsen kemiklerini saklarız." der.
Qazî Muhammed gözyaşlarını tutamayarak şöyle konuşur: " Kürt halkının kazanmasını ve istemlerini senin komutan altında elde etmesini diliyorum. Allah'a and ederek senin Kürdistan'ın kurtuluşu için savaşım vermeni öneriyorum."
Sonra bazı madalyalarla Kürt Cumhuriyeti'nin bayrağını Barzani'ye, "Alın, bunları size emanet olarak veriyorum" diyerek teslim eder. Vedalaşmadan önce General Mustafa Barzani'yi uzun uzadıya kucaklar.
Ve General Barzani aldığı emir üzerine yüreği buruk, gözleri yaşlı bir şekilde peşmergeleriyle Mahabad'ın dışına çekilir.
Düşman kuvvetlerinin, General Barzani'nin Mahabad'ı terkinden emin olmak için gönderdiği öncü güçlerden sonra sonsuz bir kibirle 17 Aralık 1946 yılında Mahabad'a girmesiyle, Kürt cumhuriyeti son bulur ve Kürt toprakları yeniden işgal edilmiş olur.
General Barzani'nin tüm ısrarlarına rağmen Mahabad'ı terketmeyen Qazî Muhammed ve hükümet üyeleri tutuklanarak yargılanırlar.
Dört gün süren mahkemede Qazî Muhammed dört saatlik uzun bir konuşma yapar ancak mahkeme görevlileri bu konuşmayı birkaç satırla tutanaklara geçirirler.
Tutanaktan bazı bölümler:
" Mahkemede Qazî Muhammed İran devletininin siyasetine ve işleyiş biçimine saldırdı ve ' Ben Tahran devletine ve başkanına karşıyım! Sesimi yükseltiyorum; Biz değil siz suçlusunuz! Ülkemizi istila edip bize saldıranlarsınız.' dedi."
" Sizlerin tutuklanıp yargılanması gerekirken, gelip kendi evimizde, öz yurdumuzda beni tutuklayıp hapsediyorsunuz. Bu olanlar işgalci tüm devletlerin yaptıklarının aynısıdır. Devlet halkın kendi temsilcilerini seçip meclise göndermesini engelliyordu. Eğer devlet Kürtleri hain görüyorsa bu yöreyi bırakın da kendi işlerini kendileri görsün."
Rus devlet arşivlerindeki bazı tarihi belgelerde ise şöyle yazılıyor;
" Qazî Muhammed tüm yargılanma süresince korkusuz, cesaretli ve başı dik konuştu. Pişmanlık duymadı. Ve hiç baş eğmedi. Askeri mahkemenin tüm savlarını reddetti ve İran devletinin anayasayı ayaklar altına aldığından Kürtler silahlandı ve mücadele verdi dedi. Yabancı bir devletin kışkırtmaları sonucunda ayaklanmaya giriştikleri iddialarına kızgınlıkla yanıt verdi. Siz gerçekleri anlamıyorsunuz. Kürdistan'da demokrasiyi gerçekleştirme çabalarına ben başladım. Yabancı bir güç beni buna zorlamadı. Bu konudaki çalışmalarda halkımdan güç ve cesaret aldım. Bana istediğinizi yapabilirsiniz ama halkımı rahat bırakın, baskı yapmayın."
İran Devleti, 'Komünist SSCB Müslüman topraklarını işgal edip Müslüman İranlıları katlederken onlarla işbirliği kuran vatan hainleri' karalamasıyla Kürt liderlerinin Kürt halkı nezdindeki itibarlarını zedelemeye çalıştı
Amerikalı diplomat William Eaglaton'un ' Mahabad Kürt Cumhuriyeti 1946' adlı kitabında; " Sovyet vesayetinin altına girdiği yolundaki iddialara gelince Qazî Muhammed sonuna kadar katıksız bir Kürt milliyetçisi kaldı ve kimsenin komutasını kabul etmedi. Sayıları parmakla sayılacak kadar az bir grup dışında bütün arkadaşları da böyleydi." diye yazar.
Askeri mahkemede bulunmasına izin verilen ırkçı İranlı yazar ve gazeteci H.Süleyman sonradan mahkeme notlarını ve gözlemlerini kitaplaştırır. Qazî Muhammed'in savunması ve mahkemedeki cesur ve mantıklı tavrını kitabında itiraf eder:
" Mahkeme başladığında Qazîleri gördüm. Seyfi Qazî ve Sadri Qazî bu koşullarda bile Qazi Muhammed'e çok saygılıydılar. Qazî'den sonra sanki ondan izin alıyorlardı oturmak için. Tutuklu bulundukları yerde yediklerinde, konuştuklarında ve namaz kıldıklarında bile bu tavırları vardı. Üçü de yurtseverlik ve milliyetçilikleriyle övünç duyuyorlardı. Özellikle Kürtlük konusuna ilgi duyup mutlu oluyorlardı."
" Onların ihanetinden söz edildiğinde Qazî Muhammed, kendine özgü bir sakinlikle ancak kin dolu bir tavırla karşı çıkar ve 'Burası benim yurdumdur! Kürdistan toprağı babalarımın ve dedelerimindir. Ben bundan nasıl vazgeçebilirim!' der."
Askeri mahkemenin Qazî Muhammed'i savunması için atadığı subay Serwan Şerif anlatıyor.
" Mahkemede yazılı bir belgesi olmadan dört saat konuştu. Mantık ve bilgisiyle herkesi kendisine hayran bıraktı. Qazî öylesine dürüst ve fedakârca konuştuki mahkeme üyelerinin hiçbiri sözlerine engel olamadı ve kesmedi. Tümünün ilgisini topladı. İran yasalarını hepsinden iyi biliyordu. İran'ın dış politikasını en güzel şekilde yorumluyordu. Aslında mahkeme Qazî' yi yargılamadı. Qazî mahkemeyi yargıladı. Qazî doğrudan doğruya ve korkusuz bir şekilde sürdürürdü konuşmasını; ' Bu mahkeme yapay ve sahtedir. Ulusal ve halkçı bir mahkeme değildir çünkü halk kendi çocuklarını yargılamıyor. Mahkeme başkanı ve mahkemeniz, iyi biliyoruz ki, işgalci bir devletin arzusunu yerine getiriyorsunuz. Biz ise yaptıklarımızdan asla pişman değiliz. Millet ve vatan hiyanetini kesinlikle kabul etmiyoruz' "
Mahkeme heyeti Qazî Muhammed'e birçok küstah suçlamalar yöneltir. Bunlardan biri Mele Mustafa Barzani'nin Mahabad'a gelişi suçlamasıdır. Qazî Muhammed büyük bir iftiharla bu suçlamayı kabul eder;"Mele Mustafa Barzani, Kürdistan'a gelen bir yabancı değildi ve değildir. Hiç kimse onu getirmemiştir. Kürdistan her Kürd'ün evidir, şartlar öyle gerektirmiş ve o da evinin bir bölümünden diğer bir bölümüne geçmiştir."
Bir diğer küstah suçlama ise Kürt bayrağının varlığıyla ilgilidir. Yine aynı iftihar ve ulusal gururla kürt bayrağının varlığını kabul edip düşman bayrağını redderek şöyle der: " Bu davranışın, senin ahmaklığını ve şuursuzluğunu gösterir. Çok iyi bilin ki hakaret etmek için hiçbir zaman eliniz Kürdistan bayrağına yetişmeyecektir. Bir gün gelecek o bayrak, şu anda yargılandığım mahkeme binasının üstüne dikilecek ve dalgalanacaktır!"
Mahkeme başkanı Qazî Muhammed'e karşı sert üslup kullanır ve hakaret etmeye başlar. Kızgınlığından Qazî Muhammed'e karşı 'Kürtler köpek sıfatındandır' der. Bunu üzerine Qazî Muhammed ayağa kalkarak, şu cevabı verir:
"Köpek, şerefsiz, utanmaz ve namussuz sizsiniz ki halka ve yasalara karşı hiçbir sınır tanımıyorsunuz. Namussuz! Sonuç olarak sen, senden önceki namussuzun verdiği kararı infaz edebilirsin. Ondan fazla elinden hiçbir şey gelmez. Ben suçsuz olduğuma inanıyorum ve çoktan beri bu yolda ölmeye hazırım. Milletimin özgürlüğü için ölüyorum ve şerefli ölümden de onur duyuyorum. Bunu kendim için Allah'ın bir rahmeti olarak görüyorum."
Sonra hâkim, Savaş Bakanı Seyfi Qazî'ye yönelik bazı tehditler etmeye başlayınca, o şöyle haykırır:
"Artık biz yaşamdan da maldan da vazgeçmişiz. Eğer sen beni bir iğne ucu kadar cesaretlenip rencide etmek istersen (elini yumruk yapıp Albay'a göstererek) bu yumrukla dişlerini ve başını kırarım, sonuç olarak bizim de beklediğimiz ölümün ötesinde bir şey yok."
Yapılan göstermelik mahkemeden sonra, idam kararını imzalamaları istenir ancak Qazi'ler mahkeme kararını imzamalamazlar. Hatta Qazî Muhammed'in etkisinde kalan ve kendisine hayranlık duyan askeri mahkemenin atadığı avukat da imzalamaz ve ordudan atılır.
Mahkeme kararından sonra Qazîler ayrı hücrelere alınır ve görüşmeleri engellenir.
31 Mart 1947'de gece saat 23.00 de hücrelerinden alınıp asker dolu bir kamyonla Çarçıra'ya götürürler.
Vasiyetini yazmakla görevlendirilen molla Sıddık'a yönelir ve "yaz! Kürt milleti bilsinki, ben yaşamımın son nefesine kadar onun vefakâr evladıyım!" der. Bir subay " Bu boş sözleri bırak da çoluk çocuğun için varsa bir vasiyetin onu söyle, molla onları yazsın." diyerek küstahça konuşmasına müdahalede bulunur.
Qazî Muhammed, "Çoluk çocuğum Kürt milletidir! Senin gibileri yabancıların uşağı ve oyuncakları olduğu için böylesi şeyleri anlamazlar. Evi yıkılası, kaç dakikam kaldı? Söylediklerimin yazılması gerekir. İslami şeriat böyle der öyle olmazsa bu Rafızî (!) molla sıddıkı niye getirdiniz!?" diyerek Kürt önderliğine yakışır cevabıyla küstah subaya haddini bildirir.
Bu sözlerden sonra kalemi eline alan Qazî Muhammed vasiyeti kendisi yazar.
İki vasiyet yazar. Biri halkına diğeri ailesinedir.
Ailesine yazdığı vasiyetinde de halkına hitaplar vardır.
"Elimdeki tüm olanaklarla karşı çıkıp savaşsaydım belki de yenilmezdik ancak Mahabad'ın harap olmaması, yıkılmaması, halkın kırıma uğramaması için savaşmamayı seçtik. Elimdeki vasıta ve olanaklarla Mahabad'tan kaçabilirdim. Konuşmalarımda Mahabad halkına söyledim. Eğer kaçsaydım Tebriz'de olduğu gibi talan ve kırımların olacağını biliyordum. Halka açıkladım. Olasıdırki beni tutuklar ve öldürürler ama halkın namusunun kirlenmemesi ve talan edilmemesi için kaçmayacağım ve kendimi size kurban edeceğim dedim. İşte ben sözümde duruyorum. Tarihte böylesi özveri azdır; sizin de zorunlu olduğunuz şeyler var. Benim aileme ve tuttuğum yola sahip çıkmanız gerekir. Öcümü almalısınız. Halkımın uğruna fedakârlık yaptığım için başım dik ve mutluyum."
İdamından önce namaz kılma ve ibadetlerini yapma isteği kabul edilir. İki rekât namaz kıldıktan sonra, darağacının önüne gitmeden evvel kıbleye doğru bakar ve iki elini havaya kaldırarak yüksek bir sesle dua etmeye başlar:
"Allah'ım (!) Şahitsin ki senin yolunda elimden gelen her şeyi yapmışım. Allah'ım (!) Kendin de şahitsin ki bu millete hizmet etmekle hiçbir şey esirgemedim ve endişem olmadı. Allah'ım (!) Bu dünyada ve kıyamette mazlumların intikamını zalimlerden al, benim bildiğim kadarıyla bu hep böyledir. Her şeyden haberdar olan Allah'ım (!) Bütün mazlumları ve Kürt milletini de zalimlerin boyunduruğundan kurtar."
Kürt halkına seslenerek; " Satılık İran devletine güvenmeyin. Verdikleri sözlerin hepsi yalandır. Bizi kandırdılar. Mücadelenizi bırakmayın. Yaşasın kurtarılmış Kürdistan!"
İdam edilmeden önce mendil ile gözlerini bağlamalarını sert şekilde reddeder ve seslenir; " Hainlerrr! Ben halkıma ve vatanıma karşı utanılacak bir şey yapmadım ki gözlerimi kapatmak istiyorsunuz! Ben yaşamımın son dakikasında başı dik olarak sevgili vatanımın ufuklarına bakmak istiyorum. Karanlığı nasıl parçaladığını hoşlukla ve kalbimle görmek istiyorum. Ben ulusumun fedakâr bir çocuğuyum ve şimdi de öyleyim. Yaşasın Kürt halkı! Yaşasın Kürdistan'ın kurtuluşu! Özgürlük hiçbir zaman yok edilemeyecektir. Siz bir Muhammed öldürüyorsunuz, ama Kürtlerin içinde yüzlerce Muhammed var! " dedikten sonra ebedi saadete, ölümsüzlüğe hicret ettiler Seyfi Sadi ile birlikte!
Seyidxan Humayun (Cumhurbaşkanı Qazî Muhammed'in danışmanı): " O günlerde her şey bizim denetimimizde gelişiyordu. Gece ve gündüz demeden yarına bırakacağımız eserleri yaratmak için çalışıyorduk. Qazî Muhammed, bizim dışımızda da genç-yaşlı demeden herkese danışıyordu. Ben o dönemde çok genç olmama rağmen, bir işi yapacağı zaman bana da danışıyordu. Qazî Muhammed, bazı geceler yırtık elbiseler giyip, cebini de çekirdek doldurarak halkın arasına karışıyordu. Gündüz olduğu zaman halkın ne istediğini bize aktarıyordu."
Monir Qazî (Qazî Muhammed'in kızı): " Babam, İran ordusunun halkı katletmemesi için teslim oldu. Böylece katliam gerçekleşmedi. Annem sürekli kendisine, ' Barzani ile Sovyetler'e git, kurtul.' diyordu. Babam ise anneme dönerek, ' Hatırlıyor musun 22 Ocak'ta halkı hiç bir zaman yalnız bırakmayacağıma ant içmiştim. Senden rica ediyorum, tarih beni kişiliksiz birisi olarak yazmasın. Ben Kürtlerin şerefini düşmanlara peşkeş etmeyeceğim! Simkoyê Şîkak, Şêx Seîd, Seyîd Riza, Şêx Mehmudê Berzencî'nin mücadelesi yenildi. Bu önderler şehit düştü, fakat mücadeleleri yaşıyor. Ben öleceğimi biliyorum, ancak sorun değil, İran devleti bütün Kürt kinini benden çıkartsın. Ancak Kürdistan'daki bir tavuğun ağzının bile kanamasını istemiyorum' dedi."
Kürtlerin Medar-ı iftiharı olarak aziz naaşlarının bulunduğu mezarı ziyaretgâha çevirilen Pêşawa Qazî Muhammed, yardımcıları ve tüm Mahabad şehidleri ulusal tarihimizin onurlu ve kahraman sayfalarında her zaman gururla, dualarla yâd edilecektir.