SON DAKİKA

Piyasanın sopası kafalara inmeye başladı!

Briç kulübünde pişti oynanmaz! 25 Kasım, 2016 07:04 Güncelleme: 25 Kasım, 2016 07:04 Piyasanın sopası kafalara inmeye başladı!

Briç kulübünde pişti oynanmaz!
AB de bir 'briç kulübü'dür.
Geçerli olan briç kurallarıdır.
Hayır, ben briç kulübünde pişpirik oynarım, diye tutturursan, bir süre sonra kimse seni dinlemez.
Hadi, başka kapıya derler.(*)
Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmasına ilişkin tavsiye kararına bu pencereden de bakmak lazım.
Oysa aynı Avrupa Parlamentosu, 2004 yılı Aralık ayında, AB ile müzakerelerin başlatılmasına ilişkin tarihi kararını neredeyse oybirliğiyle almıştı.
Dün ise tam tersi yaşandı. Neredeyse bütün eller Türkiye'ye hayırdiye kalktı.
Ne değişti 12 yılda?
Önce oyunu kuralına göre oynamaya başlayan bir Türkiye vardı.

 

Bugün ise briç kulübünde pişpirik oynayacağım diye tutturan bir Türkiye var AB sahnesinde...
Olmaz, olmuyor da.
Ekonomide de durum farklı değil.
Türkiye, oyunu kuralına göre oynamıyor.
Ekonomide oyunun adı 'piyasa ekonomisi'dir.
Kuralları, incelikleri vardır.
Bunlara uymadığın vakit piyasanın sopası kafana iner.
1990'lar böyle geçmişti.
Sorunlar birikmiş ve 2001'de büyük bir kriz olarak piyasanın sopası kafalara inmişti.
AKP'nin tek başına seçim sandığından çıkmasında bu kriz büyük rol oynamıştı.
Bu nedenle, AKP iktidarı kaç yıl boyunca 'piyasa mekanizmaları'na özen gösterdi, reformcu adımları devam ettirdi.
Ekonomide oyunu kuralına göre oynadı.
Ama son yıllarda değişti.
Oyun kurallarından sapmaya, yapısal reformları bekletmeye yöneldi.
Aynı zamanda siyasal istikrarı boşlamaya başladı.
Demokrasiye ölümcül darbeler indirdi.
Özgürlük ve hukukun üstünlüğünü yerle bir eden uygulamaları rutinleştirdi.
Güneydoğu'da kan ve ateş dalgasının yeniden kabarmasının, ekonomiye dönük istikrarsızlaştırıcı etkilerini ya küçümsedi ya da göremedi.
Bunun gibi, AB'ye sırtını döndüğün vakit, bunun ekonomiyi nasıl olumsuz etkileyeceğini ya anlayamadı ya da önemsemedi.
Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, piyasanın sopası kalkıp kalkıp iniyor AKP iktidarının başına...

 

Avrupa Parlamentosu, 15 Aralık 2004'te yapılan oylamada Türkiye'nin AB üyeliğini büyük bir çoğunlukla desteklerken Avrupa dillerindeki 'Evet' pankartlarıyla tarihi bir görüntüye sahne olmuştu Avrupa Parlamentosu, 15 Aralık 2004'te yapılan oylamada Türkiye'nin AB üyeliğini büyük bir çoğunlukla desteklerken Avrupa dillerindeki 'Evet' pankartlarıyla tarihi bir görüntüye sahne olmuştu

 

Erdoğan konuşuyor, dolar fırlıyor!
Lira tepe taklak gidiyor!
Avrupa Parlamentosu karar alıyor, dolar fırlıyor!
Lira tepe taklak gidiyor!
Piyasanın sopası dediğim işte bu, yani piyasa ekonomisinin kuralları...
Erdoğan kuralları bu oyunda geçerli değildir, olamaz da.
Eğer inat etmeye kalkarsanız, 'piyasanın sopası'nı kafanıza yemeye devam edersiniz.
Bu gerçeği değiştiremezsiniz.
Piyasayı, ekonomiyi yakın markajda tutanlar, büyük iş dünyası, bankalar bu gerçeğin gayet iyi farkındalar.
Yaklaşmakta olan krizin ne kadar büyük olduğunu görebiliyorlar
Ama sesleri pek öyle çıkmıyor.
Endişe beyan edenler olsa da sesleri cılız çıkıyor.
Ya da kapalı kapılar arkasında feryat ediyorlarsa, biz duyamıyoruz.
Ama uyarılarını kamuoyuna açık olarak yapanlar yok değil.

 

Prof. Daron Acemoğlu, 2013 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü sosyal bilimler dalında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün elinden almıştı Prof. Daron Acemoğlu, 2013 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü sosyal bilimler dalında dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün elinden almıştı

 

“Türkiye'nin AB'den uzaklaşmasının ekonomiye de yansımaları olacak. İki yönden de durum çok acil. Düzeltmek için çok az vaktimiz kaldı.”

Cumhuriyet gazetesinin aşağıdaki haberini okursanız, sanıyorum, ne dediğim biraz daha iyi anlaşılabilir.
Dünyanın en çok alıntı yapılan on iktisatçısından  biri olarak gösterilen Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) İktisat Profesörü Daron Acemoğlu, Türkiye'de basına yönelik baskının giderek şiddetlendiğini, akademik özgürlüğün kaybedildiğini, AB'den uzaklaşıldığını belirterek şöyle dedi:
“Bunun ekonomiye de yansımaları olacak. İki yönden de durum çok acil. Düzeltmek için çok az vaktimiz kaldı.”
Parekende Günleri 2016'ya konuşmacı olarak katılan Prof. Acemoğlu Cumhuriyet'in sorularını yanıtladı.
Cumhuriyet operasyonunu “basın ve ifade özgürlüğüne yönelik baskı” olarak tanımlayan Acemoğlu şöyle devam etti:
“Son dönemde basına yönelik baskıların ekonomiye yansımaları iyi olmayacak. Siyasi kurumlar ekonomiyi etkiliyor. Zaten ekonomi zayıf, giderek siyaseti de zayıflatıp sivil toplumu zayıflatıp yargıyı zayıflattıkça bunun dönüşümü yok.”
Demokrasi için seçim yapmanın yeterli olmadığına değinen Acemoğlu, “Demokraside bir insanı seçiyorsunuz, onu nasıl kontrol edeceksiniz? Güçlerin ayrışık olması, medyanın, sivil toplum örgütlerinin kontrolü olması gerekir” dedi.
Çok sayıda akademisyenin görevden alınmasıyla ilgili ise Acemoğlu şunları söyledi:
“Türkiye'de akademisyenlerin durumu çok kötüleşti. Akademik özgürlük çok önemli, bunu da kaybediyoruz. Türkiye'de siyasette de, ekonomide de durum acil. Siyasi kurumlar ve ekonomik kurumlar birbirini tamamlıyor. Geleceğin büyümesini sağlayabilmemiz için, kaliteli bir büyüme için kapsayıcı kurumları güçlendirmemiz lazım. Sivil toplumu, bağımsız yargıyı güçlendirmemiz lazım.”
Acemoğlu, 'kapsayıcı kurumlar'ı şöyle tanımladı:
“Kapsayıcı ve dışlayıcı ekonomik ve siyasi kurumlar var. Kapsayıcı kurumlar fırsat eşitliği ile geliri tabana yaydığı için verimliliği artıran bir süreç.
Dışlayıcı yani sömürücü kurumlar çok daha düşük kaliteli büyüme oranı sağlıyorlar.
Süreklilik yok.
Düşük kaliteli bir büyüme, örneğin doğal kaynaklara ya da birkaç tekel şirkete bağlı büyüme. Bu, insanlığa refah getirmiyor.”
Acemoğlu, toplantıda yaptığı konuşmada ise Türkiye'de son 10 yıldır büyümenin düşük kaliteli olduğunu vurgulayarak, bu durumun, Türkiye'deki kurumların 'dışlayıcı' olmasından kaynaklandığına işaret etti. Acemoğlu şunları söyledi:
“Türkiye'de 10 yıllık büyüme ortalaması yüzde 3.
Daha fazla büyümesi lazım. Verimlilik artışı sıfır ya da eksi.
Bu şekilde Türkiye'nin kendi zenginliğini artırması mümkün değil. Büyüme, tüketime giderek hız verilmesinden geliyor. Yatırımda, verimlilikte artış yok. Ne oluyor, cari açık ortaya çıkıyor. Böyle bir büyüme uzun süre devam edemiyor. Eşitsizlik çok yüksek.
Büyüme herkese aynı yararı getirmiyor.
Enflasyon da, cari açık da düşmüyor.
Böyle olmak zorunda mı?
Hayır ama evet.
Evet, çünkü Türkiye'nin kurumları dışlayıcı büyümeye çok eğilimli. Fırsat eşitliğinde iyileşme var ama yeterince yok.
Rekabetçilik düşük.
Yargı sistemi bağımsız değil.
Bu dışlayıcı büyüme, Türkiye'nin 80 sene büyümesine yol açıyor ama düşük kaliteli.
Tekelleşme çok fazla, birkaç büyük holdingin çerçevesinde büyüyor. İstanbul kadar diğer şehirler büyümüyor.”

Yorum Ekle