SON DAKİKA

OTORİTER BİR REJİM İÇİN;BAŞKANLIK SİSTEMİ

OTORİTER BİR REJİM İÇİN;BAŞKANLIK SİSTEMİ 11 Şubat, 2016 08:46 Güncelleme: 11 Şubat, 2016 08:46 OTORİTER BİR REJİM İÇİN;BAŞKANLIK SİSTEMİ

OTORİTER BİR REJİM İÇİN;BAŞKANLIK SİSTEMİ

VEYSEL  ÇAMLIBEL Araştırmacı-Yazar

 

Görülmemiş zorbalıklar, acılar yaşanıyor. Zorbalık ve şiddetin hedefinde nüfusu yüz binin üzerindeki şehir merkezleri; Cizre, Silopi, Sur gibi mekanlar var… Son kanlı operasyonlar ise tam bir facia…1937 – 38 sonrasından bu güne yaşanmamış bir durum. Tanklı toplu şiddet kent merkezlerine taşınmış, iki ayı aşkın süredir kesintisiz sürüyor. İnsanlar ölüyor, ölüler gömülemiyor, yaralılara ulaşılamıyor, insanlar çocuk, kadın, sivil, kuru yaş demeden boy hedefi, bu kış kıyamette açlık susuzluk demeden mahalleler ağır silahlarla kuşatma altında. Binlerce evde olup bitenden kimsenin haberi yok. Can pazarı kurulmuş, asgarisinden olsun hukuk işlemiyor. Şiddetin önünde savrulan bir göç dalgası, insanlar evlerini barklarını, sönmüş ocaklarını, ölülerini, yaralılarını geride bırakıp, göçüyorlar. İnsanın, insan olanın kanı donuyor bu vahşete. İnsanlık onuru ayaklar altında…

 

Devlet adına şiddet uygulayanlar, silip süpürmede, kural tanımamada kararlılar. Bunu değişik vesilelerle açıkça ve defalarca söylüyorlar. Kürt halkı adına söz edenlerse direnip kazanacağız, başkaca yolumuz yok iddiasında. Bu ne biçim denklemdir anlamak zor.  Fırat'ın karşı yanında duyarlı vicdanlar kıpırdasa da, '' bin yıldır kardeşiz '' diye ifade edilen büyük çoğunluktan işe yarar bir ses seda yok. Din kardeşiyiz diyenler dillerini yutmuş.  Avrupa'dan, '' uygar dünya '' dan insanlık adına '' hey, orada neler oluyor.! '' diye bir sesleniş bile yok. Öyle bir dünya ki; hak, hukuk, adalet devletler için düzenlenmiş; İnsan için, devletsiz halklar için, mazlumlar için hukuk hala Kaf Dağının ardında, ulaşılmaz bir yerde… Bu çıplak gerçek arkasızların suratında bir defa daha patlıyor. Hak hukukunu barışçı / normal yollarla alamayanlar, çarnaçar karşı şiddete savrulmuşlarsa, işin kolayı var, onlar terörist, onlar şeytan ilan edilip lanetleniyor. Öyle bir garip dünya ki; her bir devletin teröristi de aynı değil, birisi için terörist olan diğeri için terörist olmayabiliyor.

 

Ortadoğu kızgın ateş üzerinde kaynayan kazan, yüz yıldan sonra orası yeniden kurtlar sofrasında, kaynayan kazana kepçesini daldırmayan devlet yok. Kadim Kürdistan coğrafyası her zamanki gibi savaş alanının göbeğinde duruyor. Kürt meselesi ve çözümü çerçevesinde gittikçe derinleşip yayılan bir çatışma hüküm sürüyor. Kürdistan için düne kadar parça parça çözümler söz konusuyken, dışardan ve ortak dayatmalarla Kürt halkı tek bir çözüme doğru zorlanıyor. Irak'taki çözüm; bölge devletlerinin reforma olanak vermemeleri nedeniyle bağımsızlığa doğru yönelmiş durumda. Suriye'de çözüm Suriye bütünlüğü çerçevesinde statü kazanma yolunda, mücadele toparlanıp akacağı yatağı arıyor. Türkiye'de ise; Kürt halk gerçekliğine, topluma ve insana karşı devletin esneyip değişmesi, Kürt halkının özgürlük, eşitlik gibi temel taleplerini karşılaması beklenirken, rejimin yeniden redde / inkara, baskıya, şiddete yönelmesi umutları, çareleri ortadan kaldırıyor.

 

Bu konuda yakın zamana kadar AKP hükümetleri Kürt meselesinin çözümünde bir şans olarak düşünülürken, bu şans da ne yazık ki artık kaybedilmiş durumdadır. Çözüm sürecini cesaret ve tutarlılıkla yönetemeyen, yolsuzluklara görülmemiş bir şekilde bulaşmış AKP, yüz yıllık bir tarihsel mağduriyet hattından ayrıldı, el attığı '' vesayet rejimini '' tasfiye etme hamlesinden vazgeçti, derin devlet aklının ifadesi olan İttihatçı otoritenin limanına sığındı. Kürt meselesi ve çözümü siyasetin konusuydu, siyaset alanının demokratikleştirilmesi, geliştirilmesiyle olsun aşılabilir gibi gözüken bir konuydu. Asker sivil bürokratik vesayet rejimine son verme ile Kürt çözümünün birebir, doğrudan bir ilişkisi vardı, eş zamanlı bir demokratik süreç olarak yürüyecekti, yürümeliydi. AKP bu ortak süreci yürütemedi, derin devletle olan kararlı karşı tutumunu sürdüremedi, havlu attı, kurulu sisteme boyun eğdi, biat etti.

 

 

AKP devleti ele geçirdi deniliyor, bu asla doğru değil, o sığ bir siyasal yaklaşım, kolaycı bir değerlendirme. Tersine, devletin derin iktidarına sığınan AKP oldu. Nasıl mı? Demokrasi adına şişirdiği balonu bizzat söndürmeye kalkarak. Siyasetin var olan alanını daraltarak, kendi varlık nedeni ve güvencesi olan parlamentoyu, açık siyasal yaşamı işlevsiz kılarak..  Bir süredir kışlasına girmiş gözüken askeri yeniden siyasete özendirme sonucu verecek bir yola davet eden, son olarak siyaseti şiddetin emrine sokan AKP'nin bizzat kendisi oldu. Tayyip Erdoğan'ın başkanlık sistemindeki ısrarından, daha önemlisi şu şiddet ortamıyla eş zamanlı olarak öne çıkarmasından anlaşılıyor ki, yapılmak istenen gelecek için hayra alamet bir arayışı değil. 12 Eylül rejimini aşmak şöyle dursun, onu kuvvetlendiren, perçinleyen otoriter bir rejim arayışıdır.  İnsana, topluma karşı devleti daha da güçlendirme arayışıdır. Başkanlık sistemi ısrarını, kişisel bir kapris, bir çılgınlık olarak değil; onun ötesinde '' vesayetçi güçlerle'' Tayip Erdoğan'ın otoriter bir geleceği birlikte planladıkları bir ortak hedef diye değerlendirmek gerekiyor.

 

BU KABA ZİHNİYETLE KÜRT ÇÖZÜMÜ OLMAZ;

 

Bir gerçek durum olarak Kürt halkına sorulsa, o baba ata toprakları üzerinde baskısız, şiddetsiz bir yaşam ister, özgürlük eşitlik, adalet ister, barış ister. Var olan devlet değişsin, Kürtlerin, benim de devletim olsun der. Muhafazakar ortak değerler, din kardeşliği gibi müşterekler Kürt halkının doğal olarak pek benimsediği, hoşlandığı bağlardır, buna kuşku yok. Fakat var olan devletler Kürtlerin doğal beklentilerini anlayacak ferasette değil. Toplumun tepesine yerleşenler, yüz yıldır uyguladıkları kaba metotlarla, korku ve pışpışlamalarla milyonları yönetebileceklerini düşündüler, düşünüyorlar. Oysa köprülerin altından çok sular aktı. Kutuplu dünya çökmüş. Teknoloji, iletişim, haberleşme şaşırtıcı şekilde gelişmiş. Dünya koşulları, yaşam değişmiş, Kürtler de eski Kürtler değil, ağır bedeller ödeyen birkaç genç kuşak Kürt büyük bir mücadele ile kazandıkları özgüven içinde bulunuyor, kadın, erkek, çoluk çocuk, mücadeleci nesiller yetişmiş… Bu akışın önü alınabilecek gibi değil.

 

Dünya, Ortadoğu eskisi gibi değil. Kürtler dipten yükselen bir dalgayla değişti, büyük farkındalıklarla buluştu. En bilinçsiz Kürt bile ikinci sınıf insan, halk olmaya razı değil. Din kardeşliği, '' kız alıp vermişiz '', ''etle kemik gibiyiz'' gibi ucuz sözlere kanmıyor. Egemen zihniyet, yönetenlerin yüzlerindeki kibir ise değişmedi. Devlet toplum, insan için ciddi bir değişim geçirmek şöyle dursun daha da yasakçı, baskıcı, otoriter olma yolunda. Dünya'da insan haklarının, devletsiz halkların haklarının ne içerde, ne de insanlık aleminde bir koruyucusu yok, korumasız olunca ne yapsın Kürtler? Farkındalıklarına, gidişatı görmelerine rağmen özgürlüklerinden vaz mı geçsinler, korkup sinsinler mi? Yaşadıkları topraklar, soludukları yaşam, ayakta tutukları dil ve kültür baskı ve tehdit altındaysa ne yapsın çok şeyini yitirmiş, olmadık acılar çekmiş koskoca bir halk? Yok sayılmanın, baskı ve şiddetin hedefi olan milyonlar ne yapasın? Birlikte yaşadıkları halklardan işe yarar bir dostluk eli de uzanmazsa, '' barış, inadına barış '' diyerek avutsun, kendi kendini mi ne kandırsın, yapsın Kürtler?

 

Mazlumlar zalimler kadar olsun hesap ve kitaptan anlamalılar. Zalimin güçlü olduğu minderde güreşmede ısrar etmek akla ziyan değil mi?  Karşı şiddet siyasetin sökmediği bir yerde belki kendinizi kanıtlamanızın bir aracı olabilir, ama sonuna kadar şiddet yöntemleriyle mücadele özgürlük getirmez, eşitliği adaleti sağlamaz… Mazlum kendine sık sık sormalı; amacımı sağlıklı, gerçekçi seçtim mi? O amaca giden yolu planladım mı, mücadele araçlarım amacımla uyumlu mu? Mücadelemdeki iç hukukum ne alemde? İktidarını, gücünü toplumla paylaşıyor musun?  Yoksa ille de '' ben '' mi diyorsun, iktidar sofrasında başkaca kesimlere yer var mı, samimi, şeffaf, ikna edici misin?  Karşı korku ve şiddetle neyi çözer, siyaset, diplomasi diye yaşamsal alanları iyi kullanabiliyor musun? Ana dil, ana dilde eğitim, resmi dil olma bir hak değil mi? Kürdistan, Kürt kimliği, halkının renkleri mücadelede niye önde tutulmuyor, siyaset meydanın da bir hak olarak, gereken önemde işlenmiyor, yaşanmıyor?

 

Kutuplu dünya, soğuk savaş dönemi, kaba ideolojik rekabetin, kaba siyasal propagandanın hüküm sürdüğü bir dönemdi. Her ideolojik, siyasal akımın kategorik çerçevede belirlediği dostları, düşmanları vardı. Bu gün öyle mi?  Artık, yerel, özgün olan, bütüne, genele kurban edilemiyor. Artık, günümüzde siyasal meselelerde çözüm '' devrimci bir çözüm'' değil, kapitalizm içi bir çözümdür. Kürdistan, Kürt meselesi de öyle, bir devrim meselesi değil, kapitalizm içi bir çözüm, büyük ölçülerde sivil itaatsizlik yöntemleriyle de beslenmiş radikal demokrasi çerçevesindeki bir çözümdür. Her gerçek kendi somutundan yola çıkıyor, kendi çözümünü kendisi arıyor, buluyor, pratiği içinde kendi teorisini şekillendiriyor. ABD, AB emperyalist, İsrail Siyonist… Şu şöyle, bu böyle diye bir hazır reçete günümüzde akla ziyandır. Bu etiketlemeler sorunların çözümünde hareket noktası olamaz. Hem böyle yaftalarla hareket etmek ve hem de sıkışınca AİHM, AB, AK benzeri batı kurumlarına evdeki haksızları şikayet etmek, insanı olsa olsa gülünç duruma düşürür…

 

Hem sınırsız şiddet uygulamaları, kural ölçü tanımazlık, şehirleri harabeye çevirmek, insanlık onurunu ayaklar altına almak, evlerini başına yıkmak, her türlü gönül köprüsünü yıkmak, ölüm, acı, gözyaşı… Hem de iyi bir anayasa yapmak adı altında, başkanlık sistemini dayatmak? Bu da ne? Bu gizli saklı, hamleler bu güne kadar görülmemiş bir otoriter tırmanışın habercisidir. Kürt çözümünden ciddi bir kopuş, kör topal olsun var olan demokrasi değerlerinden bir kopuştur. Devleti, insan ve topluma karşı daha da otoriter kılmak, organize etmek, güçlendirmektir. Siyaset alanını daraltmak, toplumu siyaset dışı bırakmaktır. Az çok olan özgür basını budamak, toplumun haber alma, doğru bilgiye ulaşma özgürlüğüne bir darbedir. Siyaseti adım adım etkisizleştirmek sonucu verecek bir gidiştir, yaşamı şiddete, şiddet rejimine teslim etmektir.

 

Ademi merkeziyetçi, güçlü yerel yönetimlere, yerel sorunların yerel çözümüne hizmet edecek, yerel demokrasiyi güçlendirecek bir idari, siyasal sistemi ile birlikte başkanlık sistemi elbette çok anlamlıdır. Ama AKP ve öncülerinin muradı bu değil. İstedikleri farklı sesleri yok edecek, milyonları tek ağızdan yönetecek, hizaya getirecek bir başkanlık…

 

Kolay mı bu?

Güreşte, kendi oyunu ile tuş olmak olan şeylerdendir.

AKP'ye rota verenler tarihsel çizgilerinden koptular.

İttihatçı limanına, devletin derinliklerine sığındılar.

Sakın bir kaza olmasın?

Kendi iplerini kendi elleriyle çekiyor olmasınlar….

 

 

Sonuç olarak;

KÜRT ÇÖZÜMÜ DEMOKRASİ İÇİN HEM BİR ŞANSTIR

HEM DE OTORİTER BİR REJİM İÇİN İSE CİDDİ BİR GEREKÇEDİR.

BİZİM UMUDUMUZ, İSTEĞİMİZ; KÜRT ÇÖZÜMÜNÜ DEMOKRASİ LEHİNE KULLANMAKTIR.

İSTEĞİMİZ; DAHA ÇOK İNSAN VE TOPLUM, DAHA AZ DEVLETTİR.

GİDİŞAT İSE HİÇ DE İYİ DEĞİL….

Yorum Ekle