SON DAKİKA

OSMANLI ZAMANINDA AMASYA ANTLAŞMASI-ÖZERK KÜRDİSTAN EYALETİ

22 Ekim, 2012 03:59 Güncelleme: 22 Ekim, 2012 03:59 OSMANLI ZAMANINDA AMASYA ANTLAŞMASI-ÖZERK KÜRDİSTAN EYALETİ

Mustafa ÖZER

Kürt halkının kimliğinin inkar edilmesi temelinde statüsüz bırakılması sorunu olan Kürt meselesi bölgemizin en büyük sorunlarından biri olarak yaklaşık yüz yıldır tüm yakıcılığıyla sürmektedir. Toplumun tüm farklı kimliklerinin eşit bir biçimde kendini özgürce temsil edebileceği ve geliştirebileceği birlikte yaşama projesi olan Demokratik özeklik, yaşama bir an önce geçirilmesi zaruridir.

Buna rağmen günümüz inkarcı zihniyet tarafından bir türlü kabullenilmeyen Kürtlerin meşru statüleri, her ne kadar bugün talep edilenden farklı olsa da Osmanlılar zamanında kendi bayrakları, orduları, farklı beylikler olarak hükümetleri vardı. “Özerk Kürdistan Eyaleti”ne nasıl varıldığını kısa tarihi kesitlerle açmaya çalışalım.

Safevi hükümdarı Şah İsmail'in yaymaya çalıştığı ruhani ve dünyevi imparatorluk öyle etkili gelişir ki Osmanlının şehzadelerini, valilerini ve komutanlarını saflarına çeker, kimini gizli kimini açık mürit yapar. İsmail'in kısa sürede gelişip güçlenmesi Osmanlı hükümdarı Yavuz Selim'i ilerisi için kaygılandırır. Nedenleri; şia'nın Doğrudan Anadoluya girmesi ve batıya doğru ilerlemesi ile Osmanlı'nın doğuda tabanını İsmail'e kaptırarak küçülme riskidir. Ayrıca doğuda Hindistan gelip batıya, Roma'ya uzanan Baharat-İpek yolun denetimi çok önemlidir.  Çünkü bu yolları denetleyen devlet ve İmparatorluk aynı zamanda o dönemin kritik maddesi olan baharat'ın dağılmasını da kontrol etmekte ve bundan büyük gelir elde etmektedir.

Doğunun İsmail'in eline geçmesi bu yolların hem kesintiye hem de gelirin onlara geçmesi demektir. Bu gelir getirici unsur din unsuru ile birleşince İsmail'in ve Safevi devletinin Osmanlı için büyük tehdit oluşturduğu ve gelecekte daha da büyük bir tehlike oluşturacağını Yavuz görüyordu. Bu nedenle Orta Asya'dan beri yönü hep batıya doğru olan Osmanlı ilk defa yönünü doğuya çevirir ve şia'yı durdurma planını Kürtlerin desteği ve yardımı ile hayata geçirmeye karar verir.

Yavuz Selim karargahını Amasya'ya taşırken, İdris-i Bitlisi'de büyük yetkilerle Kürt beylerini kendi yanında yer almaları için ikna etmek üzere Kürdistan'a gönderir.

Danışman İdris-i Bitlisi'nin önemli özeliği, Kürdistan'ın merkez hanlıklarından olan Bitlis'ten ve Kürt olması, birde yavuz'la aynı mezhepten sunni ve sufi olmasıdır.

Burada tarihin garip bir cilvesini görmek mümkün: Yıllarca “Kürt yoktur” diyenlerin, Kürtlerin varlığını inkar eden Türklerin atalarının tarihini ilk kez bir Kürt yazmıştır. Üstelik eserinin ismini Kürtçe ve Farça'dır. “Heşt Behişt” (Sekiz cennet) eseri ve etkinliği İdris-i Bitlisi'yi Osmanlı sarayında daha itibarlı hale getirir.

O zaman Kürtler olmazsa bu savaşın kazanılmayacağının herkes bilincindedir. Osmanlı ile Safevi (bugün ki İran)  Devleti arasında adeta bir tampon bölge olan coğrafya, Kürt beyliklerinden oluşmaktaydı. Bu beyliklerin çoğu özellikle stratejik konumları ve dönemin jeopolitik gerçekliklerinden dolayı Safevi'lerden çok çekmişlerdi.

Kürdistan'a varan İdris-i Bitlisi dini yönünü, Şah İsmail'in şia'lığını, Yavuz Sekim'in hünerlerini ve kendi üstün ikna kabiliyetini kullanarak Kürt beylerini, Osmanlı ordusu yanında, Safevi ordusuna karşı savaşmaya ikna eder.

Savaşa “kendi bayrakları” altında, “Özel kuvvetleri” ile toplam sayıları Osmanlı ordusu “yetmiş bin” kadar olan Kürt birlikleri ve onların başında 16 Kürt beyi bizzat katılır.

Yavuz'un İstanbul'dan getirdiği ordusu aylarca yol yürür, yorulur, artık komutanların güçlükle zapt etmeye çalıştığı, bıkkınlık ve dağılma alametlerinin baş gösterdiği bir durumda Kürt ordusu, Osmanlı'nın imdadına yetişir. Asker sayısı bir anda iki katına çıkar. Şah İsmail bu koşullarda savaş yapmaktan vazgeçer. Maku ve Hoy üzerinden kuzeye yönelir. Amacı Azerbaycan ve Kafkasya'ya ulaşarak bu savaşı bir müddet ertelemek biraz daha güçlendikten sonra güçlendikten sonra tekrar geri dönmektir. Buna karşılık Osmanlı ordusu, Kürt ordusunun katılımı ise kazandığı moralle yürüyüşünü hızlandırır. Erzurum, Ağrı, Doğubayazıt üzerinden Çaldıran ovasının önüne gelir. Burada İsmail'in ordusunu yakalar. Bu zorunlu karşılaşmadan ötürü artık savaştan başka çare yoktur.

1514 yılında Çaldıran ovasında büyük bir çarpışma olur. 140 bin kişilik Osmanlı-Kürt ordusu ile 70 binlik Safevi ordusu çeşitli cephelerde savaşır, birbirilerini helak ederler. Kürtler, Osmanlılarla birlikte onlardan çok daha cansiperane savaşır. Ve savaşın kazanılmasında büyük yararlılıklar gösterirler. Nihayet Safevi ordusu buradaki koşulları iyi bilen Kürt savaşçıları ile Osmanlının karşısında tutunamaz, dağılır. Kürt savaşçılarının gösterdiği cengaverlikler yıllar boyu dilden dile aktarılır.

Savaş sonrasında İdris-i Bitlisi, Kürt beyleri, Komutanları ve Cengaverleri ile Yavuz'un karşısına çıkar. Bunların arasında bir eli arkasında olan biri Yavuz'un dikkatini çeker ve bunu kendisine karşı bir saygısızlık olarak görür sinirlenir. Bunun üzerine İdris-i Bitlisi devreye girerek bu adamın Ewdî isminde Bayazıt'lı (Doğubayazıt-Bazîd) bir komutan olduğunu Çaldıran'da düşman tarafından kolu kesildiğinde, savaşa devam etmek için kolunu kızgın yağa batırıp savaşa devam ettiğini, savaşı bu yürekli kahraman ve cengaverlerin sayesinde kazandıklarını anlatır.

Yavuz bundan çok etkilenir. Ewdî'ye saygı ve övgüde bulunur. Hemen kendisine altın bir kol yapılmasını ve Bayazıt'ında yurtluk olarak kendisine verilmesini emreder.

Ewdî daha sonra Kürtler arasında “Ewdî'yê Lêp Zêrîn” (Altın Kollu Çolak Ewdî) olarak ünlenir.

Doğubayazıt'ta bulunan görkemli İshak Paşa Sarayı'nı yapan İshak Paşa Ewdî'nin torunudur.

Çaldıran savaşına katılmış 16 Kürt beyinin de aralarında bulunduğu 28 Kürt beyi İdris-i Bitlisi'ninde örgütlemesi ile Amasya'ya gelip Yavuz Sultan Selim'in misafiri olurlar. Sultan Selim'in divanında günlerce toplantılar yapılır, uzun uzadiye tartışılır, konuşulur ve neticede bir sonuca varılır. İdris-i Bitlisi'nin diplomasisi ve Sultan Selim'in güzel sözleri Kürt prenslerine güven verir, ikna eder. Osmanlı Sultanına güvenirler, inanırlar ve Osmanlılarla birlik olmaya karar verirler. Aralarında bir antlaşma imzalanır.

Kürt tarihi açısından önemli olan 1514 Amasya antlaşması maddeleri farklı biçimlerde dile getirilse bile özünde bu antlaşma üç önemli hususu içeriyor.

1-Kürt emirlerinin özerkliği Osmanlı yönetimine bağlı olarak korunacak.

2-Kürtler bütün savaşlarda Osmanlılara yardım edecek, Osmanlılarda Kürtleri dış saldırılardan koruyacak.

3-Kürtler Devlete belli bir oranda vergi vereceklerdir. (Bundan kasıt ise içerde tamamen özerk olan Kürtlerin, dışarıda Osmanlıya dahil olduğunun kayda geçirilmesidir.)

Böylece Osmanlı içinde “Özerk Kürdistan Eyaleti” oluşumuna giden yol açılmış oldu. Statülerinin belirlenmesinde, yeni bir egemenlik alanı oluşturmada Kürdistan Emirlikleri daha avantajlı çıkmamış olsalar bile buna rağmen eski egemenliklerini, prestijlerini korumuşlardır.

O günün koşulları içinde kendileri için doğru ve pragmatik bir tutumla yapılan antlaşmanın iyi sonuçları olduğu gibi; Kürtler 350 yıla yakın Özerk bir biçimde kendi bölgelerinin hakimi olarak, dil ve kültürlerini geliştirerek ve koruyarak yaşamaları yanında kötü sonuçları da olmuştur. Kürtler tarihsel süreçte başta güç olma konumlarını kaybetmişlerdir. Kürtleri birliğe değil kendi aralarında beylikler halinde bölünmeye teşvik etmiştir. Bu da devlet olmaktan alıkoyan bir fonksiyon olarak kabul edilir.

Malatya'dan Hakkari'ye, Urfa'dan Doğubayazıt'a kadar yayılan yörelerdeki Kürt hükümetleri, beylikleri kontrole ve denetime tabi değillerdi, aksine içişlerinde tamamen özgürdüler. Özel orduları, bütçeleri, kurumları ve kendi bayrakları vardı. Yarı bağımsız devletler gibiydiler.

Kürdistan beylerinin, Osmanlı devletinin himayesine girmelerinin bir antlaşmayla olduğunun, akta ve belgelere bağlandığının  bir kanıtı da Kanuni Sultan Süleyman'ın “Irakeyn” seferi dönüşünde imzalayıp yayımladığı bir “Hükmü Şerif”tir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi EII 969 sayıda kayıtlı olan Hükmü Şerif'in metni de Kürtler için Amasya Antlaşması kadar önemlidir. Bütün Kürdistan beylerine yollanan bu Hükmü Şerif'e göre, gerek sultanın iktidarı döneminde ve gerekse ondan sonra kim tahta çıkarsa çıksın bu fermanname'nin sonsuza dek geçerli olduğu ve değişmez bir yasa mahiyetinde olduğu belirtilmektedir.

Sonraki yıllarda Safevi komutanı Kara Han tarafından Diyarbakır kuşatılır, 16 ay süren kuşatmaya direnen Diyarbakır Kürt yöneticileri, Yavuz Sultan Selim'den yardım isterler. Gelen yardım üzerine Osmanlı-Kürdistan kuvvetleri, Kara Han'a karşı sekiz ay süren mücadele sonunda, Safevi ordusunu Kızıltepe civarında büyük bir yenilgiye uğratırlar. Kürtlerle Osmanlının bu birlikteliği Amasya Antlaşmasının sözde kalmadığını hayata geçirildiğini gösteriyor.

Bu savaştan hemen sonra Safevi devletinin işgalinde olan bütün Kürdistan şehir ve kaleleri Kürt-Osmanlı kuvvetleri tarafından kurtarılır. Kürt-Osmanlı ittifakı sonucu Osmanlılar Kürdistan'ın %80'ine, Azerbaycan, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye dahil olmak üzere çok geniş topraklara hakim olmuş, Halifelik Osmanlı Padişahlarına geçmiş, 500 yıl devam edecek bir manevi güce ve büyük prestije kavuşmuş, bütün dünyada söz sahibi olacak noktaya gelmiştir.

Anlaşılıyor ki Osmanlılar ve Padişahları, Kürtleri hor görmediler, küçük düşürmediler. İran Şahlığında Kürtlere karşı duruşu bunun benzeri hatta daha sıcağıydı. Bugün dahi İran yönetimleri, Kürtlerin insani haklarını çiğnese bile Kürt ve Kürtlüğü inkar etmiyor. Kürt coğrafyasını inkar etmiyor ve Kürtleri de Farslar, Azeriler ve diğer halklar gibi adları ile şanları ile ve coğrafyaları ile anıyor. Araplarda Kürtleri tanıyor. Onlarda hafızalarını kaybetmemişlerdir.

Ne yazık ki bin yıllık Müşterek tarihimiz boyunca Türkler ve Kürtler olarak sanki birimiz Çin'de diğerimiz de Macçin'de yaşamış gibi yekdiğerimizi tanımıyoruz. Günümüz inkarcı zihniyeti “Kürtlerle bin yıllık müşterek tarihimiz var” derken, antlaşmalarla kurulmuş, ittifaklar, beraberlikler ve ayrılıklardan meydana gelen bu bin yıllık müşterek tarihimizi neden yazıp ortaya koymuyor?

Biz Kürt olmak istiyoruz. Kendi kendimizi yönetmek istiyoruz. Birlikte barış içinde bir arada yaşamak istiyoruz. Siyaset, ekonomi, kültür, toplumsal cinsiyet ve insan-doğa ilişkileri gibi toplumsal gerçekliğin her alanında demokrasiyi tam anlamıyla radikal bir biçimde kurumsallaştırmayı hedefleyen Demokratik Özerkliği istiyoruz.

Kaynak: Şakir Egizdemir, Kürt Osmanlı İttifakı-Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, Ahmet Özer, Kürtler ve Türkler

Yorum Ekle