Henüz teori üreten bir toplum değiliz. Yaşamın boyutlarını kurgulayabilen bu kurgulara göre karar alabilen ve hayata geçiren bir tarza sahip değiliz. Nerden geldiği. Nasıl oluştuğu konusunda çokta farkında olmadığımız yaşam anlayışımızı, ruh yapımız, alışkanlıklarımız öngörüden uzak, müdahil olmaktan, iradi yapıyı kullanmaktan men edilmiş durumda.
Kendimize, birbirimize, geleceğimize bakışımız güdülerin etkisinde. Hırs, arzu, istek ya da kıskançlık, nefret, çekemezlik, şiddet ve kan kültürü içimizde hakim. Aklın yeri duygular ve alışkanlıklar karşısında ruhi ve toplumsal şekillenişimizde çok az yer edinmiştir. Ha bire çocuk yapıyoruz. Yani ürüyoruz. Ama bu çocuklara ne bir barınak, ne bir ekmek nede bir duygu ve ruh verebiliyoruz. Kadının pozisyonunu belirleyemiyoruz. Ya öldürüyor, ya eve, ya türbana kapatıyoruz ya da eziyet ediyoruz. Onun toplumsal, iktisadi, düşünsel katılımını görmezden geliyoruz.
Sokakta büyümüş çocuklar gençlik çağında kendilerini tanımlayabilecekleri bir iş, bir mesleki eğitim imkanına sahip olmayınca, ezik ve komplekslidirler. Bu haliyle tipik geri kalmış bir toplumuz ki bu söylem bile yeterli değildir. Bilinçli, örgütlü ve akla dayalı olmayınca programlı bir biçimde dile getirilmeyince kolektif anlamda tavır ortaya konulmayınca reaksiyonlar ortaya çıkar. Eğer yasal ve meşru zeminlerin içine çekilmişse ki bu da o toplumun ifadesi olan haklarının teslimi ile ilintilidir. Bu isyan bugün olduğu gibi döner kendine şiddet uygularken kendiyle birlikte yaşayanı da yakar.
Yüksek dağlarda binlerce yıl yaşamış, şekillenmiş bir ferdi zorla denize sıfır bir mekana sürgüne zorlarsanız, gittiği yerde yaşama tutunamaz. Tutunmasını sağlayacak mesleki, ahlaki, kültürel dayanırlıkları yoktur. Yapacağı tek şey vardır, fiziksel olarak ayakta kalmaya çalışmaktır. Bir değerden yoksun sadece fiziki istekleri tatmine yönelik bir yapılanmanın ürününün çokta ahlaki, yasal ve meşru davranması beklenemez. Şiddet ve kan kültürü bizim kültüre ait olmayan bir kültürdür. İslam tarihi ve feodalite ile birlikte çok sonradan Mezopotamya kültürünün içine girmiştir.
Kapitalist süreç ile birlikte her şeyin hızla bireyselleştiği ve yozlaştığı 18. ve 19. yüzyılda bu şiddet kültürü de toplum içinde aynı derecede yaygınlaşıp kabul görmüştür. Peki, bu şiddet kültürü kimin işine yarar? Şüphesiz ki kendi egemenliğini ve diktatörlüğünü başkaları üzerinde kurmak isteyen feodal ve yobaz olan insanların işine yarar. Egemenler kendi ideolojilerini ve sömürülerini daha kolay ve kabul görecek bir tarzda sürdürebilmek için değerler ve inançlar arasında kaos çıkartıp yaparak, gerçekleri saptırarak gizleyerek insanları birbirine kırdırarak insanların ve toplumun umudunu ve de güvenini kırarak topyekun çaresiz kılınıp biat ettirilmeye mecbur bırakılarak isteniyor.
Kaba güce, dar kafalıların yobazlığına ve gözü dönmüşlerin hırslarına alet olup da şiddet uygulamak ve ya cinayet işlemek çözümü getirmez. Bu sadece zalimlerin değirmenine su taşır. Bu gün ki Türkiye'nin militer, bürokratik ve siyasal aktörlerinin yıllar önce halklar arasında ektikleri tohumlar böyle filizlendi. Bu toplumun yeniden bir düzene kavuşması, sakinleşmesi çok daha zordur. Hele hele temelli bir katılımın sağlanmaması, onlara rağmen bir düzen oturtulmak istenmesi daha bir şiddete cevap bulur.
Bu topraklar da her daim farklı inançlardan ve kültürlerden olan insanlar hep olmuştur. Barış, kardeşlik duygularıyla yüzlerce yıl iç içe yaşamışlar. Onun için de kültürümüze şiddet değil de hoşgörü ve sevgi hakim olmalıdır. Şiddete geçit vermeyelim ve kendi değerlerimize sahip çıkalım.