Ayşe Hür'ün 10 Nisan 2011 tarihli Taraf'ta yayımlanan yazısı, Kürt gazeteciliğinin ilk örneği olan 'Kurdistan'ın çıktığı 1898 yılından günümüze Kürt basın yayın tarihini örnekleriyle ele alıyor. İşte Ayşe Hür'ün kaleminden Kürt gazeteciğinin 116. yılında basın-yayın tarihine genel bakış:
II. Abdülhamit Dönemi
İlk Kürt Gazetesi: Kurdistan
Osmanlı ülkesindeki ilk Türkçe (Osmanlıca) gazete 1831'de İstanbul'da yayına başlayan Takvim-i Vakayi, ilk Arapça gazete Kahire'de 1828'de yayına başlayan Vaka-yi Mısriye'dir. İlk Kürtçe gazete ise, 22 Nisan 1898'de Mısır'da yayın hayatına başlayan Kurdistan gazetesidir. (22 nisan, günümüzde Kürt Gazeteciliği Günü olarak kutlanıyor.) Kürtçenin Kurmanci lehçesinde yayımlanan gazeteyi Kahire'de sürgünde olan Botan aşiretinden Mikdat Mithat Bedirxan adlı Kürt aydını çıkarmıştı. Mikdat Bey, gazetenin ilk sayısının Fransızca çıkarılan ekinde gazetenin çıkış amacı ve görevini söyle açıklamıştı: Günümüzde artık dünyada meydana gelen her türlü olayı gazeteler yazmakta. Birçok şeyi gazetelerden öğrenmekteyiz. Fakat ne yazık ki o kadar cesur, yiğit ve mert olan Kürtler böyle bir şeyden mahrumdurlar. Ben de siz Kürtleri dünyadaki gelişmelerden haberdar etmek, ilim ve marifetin yollarını göstermek, Kürtçe okuma yazmaya teşvik etmek için bu gazeteyi çıkarıyorum.
Başlangıçta ayda iki defa çıkarılacağı duyurulduğu halde, muhabir azlığı ve parasal sıkıntılar yüzünden düzenli çıkarılamayan gazetenin ilk beş sayısı Mikdat Bey tarafından Kahire'de, 6-19 arası sayıları Mikdat Bey'in kardeşi Abdurrahman Bedirxan tarafından Cenevre'de yayımlanırken, Abdülhamit rejiminin baskıları yüzünden 20-23 arası sayıları Londra'da, 24-29 arası sayıları Folkstan'da, 30 ve 31. sayılarıysa yine Cenevre'de yayımlandı.
Gazete büyük zorluklarla Şam-Adana havalisinde dağıtılıyordu ancak Abdülhamit rejimine muhalefeti yüzünden başta Diyarbakır olmak üzere pek çok ilde dağıtımı kısa sürede yasaklandı. Hatta Abdülhamit, Mikdat Bey'in Mısır'dan çıkarılmasını istedi.
Türk-Kürt kardeşliği mi?
Folkstan ve Londra dönemlerinde, Jön Türk (İttihat ve Terakki) gazetesi Osmanlı ile Kurdistan gazetesinin aynı matbaalarda basılması, Osmanlı gazetesinde Kurdistan gazetesi lehine yazılar çıkması, Osmanlı yayın kurulu üyesi İshak Sukutî'nin öldüğünde Kurdistan gazetesinin 14 Mart 1902 tarihli 30. sayısında başsağlığı mesajı yayımlanması gibi işaretler ise Kurdistan'ın arkasında İttihatçıların olduğu fikrini destekler. Osmanlı gazetesini 1896-1898 yılları arasında yöneten Abdullah Cevdet'in ileriki yıllarda çeşitli Kürt gazetelerinde Kürtçe yazılar yazmasını da eklersek, o yıllarda, Türk milliyetçiliğinin amiral gemisi İttihat ve Terakki'nin paradoksal biçimde Kürt milliyetçiliğinin gelişiminde büyük payı olan Kurdistan gazetesine destek verdiği anlaşılır.
II. Meşrutiyet Dönemi
Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi
1908'de Meşrutiyet'in ikinci kez ilanından sonra ortaya çıkan özgürlük ortamında Hersekli Ahmet Şerif'in çıkardığı Şark ve Kurdistan, Süreyya Bedirxan'ın çıkardığı Kurdistan, İttihat Terakki'nin Diyarbakır Kulübü'nün çıkardığı Peyman gibi gazeteler çıktı. 1908'de kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti'nin yayın organı olan Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi ise 1908 yılında İstanbul'da yayınına başladı. Gazetenin imtiyaz sahibi, müdürü ve yazarı Süleymaniyeli Tevfik, başyazarı ise Diyarbekirli Ahmet Cemil idi. Nüshası 1 kuruş olan gazetenin alnında Türkçe olarak Hafta da bir kez çıkar, dinî, ilmî, siyasî, edebî ve sosyal bir gazetedir ibaresi yer almaktaydı.
Gazetede yazılar hem Türkçe hem de Kürtçe yayınlanmaktaydı. Ancak Kurdistan gazetesinden farklı olarak Kürtçenin hem Kurmanci hem de Sorani lehçesi kullanılıyordu. Bu açıdan gazete bir 'ilk'ti. Gazetede Kürt dili ve edebiyatı yoğun olarak işlenirken, Kürtlerin kendi dilleriyle eğitim yapmaları için okul istemeleri sıkça vurgulanıyordu.
Gazetenin yayını sadece dokuz ay sürdü, pek çok gazete gibi, 31 Mart Olayı sonrasında yayın hayatına son vermek zorunda kaldı.
Rojî Kurd (Kürt Güneşi) Dergisi
1912'de kurulan Kürt Talebe-i Hevi Cemiyeti'nin (hevi 'ümit' demekti) yayın organı Rojî Kurd Osmanlıca ve Kurmanci dilinde yayımlanıyordu ancak yazılar ağırlıklı olarak Kürtçe (Kurmanci ve Soranice) idi. İlk sayfasında Selahaddin Eyyübi'nin resmi bulunan derginin ilk sayısında amaç şöyle açıklanmıştı: Kuşkusuz yine en basit tabir ile içinde bulunduğumuz zamana ve geleceğe layık bir ilerleme gayesi, siyasi ihtiraslardan bağımsız bilimsel ve sosyal bir yol (meslek). Başka hiçbir şey. İşte bugün Kürt gençliği Kürtlüğe ve âleme karşı, bu gayenin yüklediği bir görev altındadır. Bu gençlik, bu görevi iyi yerine getirmek, Kürtlüğe her taraftan vurulan hakaret tokadını, ilerleme ve bilme (irfan, kültür) ile reddetmek için ant içmiştir. Şimdi ancak 'Âyınesi iştir kişinin, lafa bakılmaz' diyebiliriz.
Kürtler neden geç kaldı?
Ağırlıklı olarak dil ve edebiyat konuları işleniyordu ama örneğin Kerküklü Necmeddin adlı yazarın makalesinde Kürtlerin Hilafete sadakati vurgulanıyor, Harputlu H.B. rumuzuyla yazılmış Garpla Şark Milliyet Cereyanları başlıklı yazıda Avrupa'da yanan din savaşları ve ihtilaller anlatılarak, Avrupa ile İslam dünyası karşılaştırılıyordu. Lütfi Fikri adlı yazar ise Kürt Milliyeti başlıklı geniş yazısında, Kürt milliyeti muhtelif ırklardan; memleketten sıra itibariyle Araplardan ve Arnavutlardan sonra varlığını his ve idrak etmeğe başlamış bir unsurdur. O'nun muhiti Anadolu'nun nispeten merkezî şehirlerden uzak kısmında bulunması, ekseriyetle yolsuz, trensiz yerlerin sakini olması itibarıyla bu konudaki gecikmesi izah edilebilir diyerek Kürtlerin neden milliyetçilikle geç tanıştığını açıklıyordu.
Dergide sıkça işlenen gençlik konusun yanı sıra 4. sayısında Kürdlerde Kadın Mes'elesi adlı bir makalesinde Ergani Mağdenli Y.C. rumuzlu yazar, Batı Avrupa ve Amerika'da giderek yükselen kadın hareketinin, Asya'ya ve Japonya'dan sonra Müslüman Osmanlı kadınlarını da gayrete getirdiğinden bahsettikten sonra konuyu Kürt kadınlarına getiriyor ve Erkeklerimiz baştanbaşa koyu bir cehalet içinde mahsurdurlar, kadınlarımız ise erkeklerimizin cahilane gururuna kurban olmuş, hem cahil hem de zavallıdırlar diyordu.
Kürtçe ise ayrılıkçı mıdır?
Gazetenin Türk kesiminden nasıl tepki aldığına dair bir anekdotu gazetenin en önemli yazarı İTC'nin kurucularından Abdullah Cevdet'in yazısından aktaralım: Rojî Kurd mecmuasını yazı masamda gören bir muhterem ve muazzam dostum birden bire 'Nedir bu mecmua?' dedi. Ben Kürdolojiya organı dedim. Arkadaşım mecmuayı açtı. Gözü Kürtçe bir makaleye tesadüf edince 'Mademki Türkçe değil Kürtçedir tefrika (ayrılık) gazetesi demektir' diyerek masanın üzerine bıraktı. Bu bir hadisedir ki bence dikkat edilmeye çok layıktır...
NitekimRojî Kurd 'un kimi yazarları dergideki yazılarından dolayı tutuklanmışlardı. Gazete beşinci sayısından itibaren Hetawî Kurd (Kürt Güneşi) adıyla dergi olarak Müküslü Hamza yönetiminde yayına devam etti. Abdullah Cevdet ve Mevlânazade Rıfat'ın yazdığı Hetawî Kurd, 1914'te seferberlik ilan edilince, Kürt aydınları ve gençleri askere alınınca, yayın hayatına son vermek zorunda kaldı.
Birinci Dünya Savaşı Dönemi
Jîn (Yaşam) Gazetesi
Birinci Dünya Savaşı sonrasında yayımlanan Jîn adlı yayın organının ilk 20 sayısını 1918'de kurulan Kurdistan Teali Cemiyeti'nin kurucularından Müküslü Hamza, son beş sayısını da bu cemiyetten ayrılanların kurduğu Kürd Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti'nin üyelerinden Memduh Selim Bey yönetmişti. Gazetenin ilk sayfasında şöyle yazıyordu: Haftalık Gazete Din, Edebiyat, İçtimaiyat ve İktisadiyattan bahseder Türkçe-Kürtçe Mecmuadır. Yılık Abone bedeli 130 kuruştur. Siverekli Hilmi'nin birinci sayıda yer alan Kürt Gençliğine Hitap başlıklı yazısında derginin amacı Yüzyıllardan beri ihmal edilen Kürt halkının tarihsel yaşamına, ulusal haklarına, edebiyat ve sosyolojisine ilişkin yayında bulunmak olarak açıklanıyordu.
Kürtçenin Soranî ve Kurmanci lehçeleri kullanılan dergide Kürt Divan Edebiyatı'nın önemli şairlerinden Ehmedê Xanî ve Melayê Cizîrî gibi ustaların yanısıra Fecr-i Atî'nin önemli şairlerinden Piremerd'in (Süleyman Tevfiq) şiir ve şiir üzerine yazıları, Halil Heyali'nin tarih, mitoloji, sosyoloji, dilbilim ve felsefeyle ilgili makaleleri vardı.
Wilson'a selam
Bir Kürt imzasıyla yayımlanan Kürtler Uykuda Değil başlıklı yazısında Abdullah Cevdet, o günlerde savaş sonrasında ortaya çıkacak milliyetler sorununa çözüm olarak ünlü 14 İlkesi'ni açıklayan Amerika Başkanı Woodrow Wilson'a övgüler düzüyordu: Washington'un özgür ve yüce ruhu, Long Fellon'un merhameti ve duyarlı yüreği, Wilson'un bilgi ve uygulamasında taze ve ateşli bir hayat yaşatır (...) Jüpiter'e karşı Promete'nin diline koyduğumuz,'Yakacak ışığım senin göklerini/ Her yanımdan hayat fışkırtacak' haykırısı Wilson'un dilinden, imparatorluk makamları ve göz kamaştırıcı büyükleri üzerine sıçrıyor.
Jîn'in ikinci sayısında Şefik Arvasî, Biz son derece yiğidiz fakat yiğitliğimizi birbirimizi öldürmekle, birbirimize kötülük etmekle harcıyoruz. Ve biz son derece cömerdiz ancak bu cömertliğimiz genel bir yarar ya da dinsel bir emir için değil de düğünlerde Çingeneler için, davalarda rüşvet için, tiyatrolarda oyuncular için ve bayramlarda ağalara ve şeyhlere alınan hediyeler içindir. Bütün bunların nedeni bilgisizliktir. Bunu bildikten sonra, bugünden itibaren bizim içinde her şeyden daha önemlisi bilimdir; onun yolu da okuma yazmadan geçer. O da ancak kendi dilimizle olur. Çünkü başka bir dili öğrenmek için bir ömür gereklidir. Ondan sonra ancak bilim dili öğrenilebilir diyordu.
Savaş mağduru Kürtler
14. sayıda savaş sırasında Kürt toplumunun içinde bulunduğu içler acısı durumu şair Kemal Fevzi şöyle anlatıyordu: İstanbul'un beyaz yalılarında içki dağıtan kızlar kadeh sunarlarken, Kafkasların karlı ve buzlu eteklerinde memeleri üstünde yavrusu uyuklayan anneler, anne kucağında meme emen yavrular açlıktan yokluğu yuvarlanıyorlardı. Fırtınalar koynunda serilen sahipsiz, öksüz çocuklar, başları ucunda ağlayarak bir ziyaretçi dahi bulmadan, solgun bakışlarda öbür dünyaya süzülüp gidiyorlardı. Yorgunluktan, yoksulluktan birer iskelete dönmüş dinç yaşlılar, yaşamın son soluğunu tüketiyor ve süren ömürlerini bir lokma uğruna yok ediyorlardı. Karlı yollarda birer kurban sürüsü gibi ölüme sürüklenen insan kümeleri ölümü hasretle arıyor, karlarda açılan soğuk mezarlara canlarını teslim etmişlerdi.
Elbette, bu gazetenin de sonu diğer Kürt gazeteleri gibi oldu. Jîn son sayısının çıktığı 2 Ekim 1919'dan itibaren yayın hayatına son vermek zorunda kaldı.
Mütareke Dönemi
1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasındaki dört yıllık döneme dair bilgilerimiz sınırlı ancak Ekrem Cemil Paşa'nın hatıralarında sözü edilen Gazi (Çağrı) gazetesinin Kurdistan Cemiyeti tarafından 1919 yılında Diyarbakır'da yayımlanmaya başladığı ancak birkaç sayıdan sonra kapandığı sanılıyor. Mirliva (Yarbay) Mustafa Paşa Yemolki tarafından 1922'de Irak'ın Süleymaniye şehrinde çıkarılan üç dilli (Kürtçe, Türkçe ve Farsça) Bangi Kurdistan (Kurdistan'a Sesleniş) adlı haftalık 'ilmî, içtimaî, edebî' gazetenin de Kurdistan Cemiyeti tarafından desteklendiği sanılıyor. 1926'ya kadar yayın hayatını sürdüren gazetenin ilk sayısındaki şu ifadeler Kürt milliyetçiliğinin o günlerdeki hedefi hakkında fikir verir: Bu gazete tüm Kürtler içindir. Yiğit Kürtleri uyandırma ve ataları hakkında bilgilendirmek içindir. Kürtler her şeyden mahrum, dünyadan habersizler. Bunun sebebi cahilliktir. Zaman silah ve savaş zamanı değil. Zaman ilim ve eğitim zamanıdır. Ey Kürtler gelin Bangi Kurdistan'ı dinleyin. Bangi Kurdistan vatan ve vatan evlatlarını aydınlatmak içindir!
Cumhuriyet Dönemi
1898'den itibaren Kürt gazetelerinin başına gelenler daha çok ekonomik sorunlar ve devlete muhalefet etmekti, yoksa Kürtçe kullanmak ya da Kürtçülük yapmak değildi. Ancak Cumhuriyet döneminde işin rengi değişti. Türkiye sınırları içinde Kürtçe basına izin verilmediği için Kürtçe gazeteler Irak, Suriye ve Beyrut'ta basıldı. Bunlar arasında aralıklı da olsa yayımlanmayı başaran Jiyan (1926-1936), Hawar (1932-1943), Jîn (1939), Gelawej (1941- 1950), Ronahî (1942-1945), Roja Nû (1943-1946) ilk akla gelenler.
Türkiye'de Kürtçe gazete ve dergi çıkarmak için Çok Partili Dönemi beklemek gerekti. Türkiye'nin modernleşmesiyle uyumlu olarak Kürt eşrafının da giderek burjuvalaşması sürecinde, bu ailelerin çocukları eğitim için İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere gelmeye başladılar. Bu gençler için Doğu ve Güneydoğu illerinin özel idare ve belediyelerinin yardımlarıyla kurulan Dicle Talebe Yurdu, Kürtlük bilincinin yeniden tanımlanmasında önemli rol oynadı. Musa Anter, Edip Karahan, Yaşar Kaya, Medet Serhat gibi Kürt aydınlarının çıkardığı Dicle Kaynağı (1949), Şark Mecmuası (1950), İleri Yurt (1958), Dicle-Fırat (1962), Deng (1963), Roja Newe (1966) gibi dergi ve gazeteler gerek ekonomik sorunlar, gerekse gizli açık baskılar yüzünden uzun ömürlü olmadı. Aynı şekilde Özgürlük Yolu (1975), Xebat (1976), Rızgari (1976), Roja Welat (1977), Kawa (1978), Ala Rızgari (1979), Serxwebûn (1980) gibi Marksist-Leninist yayın organlarının tahmin edileceği gibi rejimle arası iyi olmadı. Bütün bu yayın organları ağırlıklı olarak Türkçe ya da Türkçe-Kürtçe iki dilliydi. Sadece Kürtçe çıkan ilk yayın organı 1977'de Diyarbakır'da kurulan Devrimci Demokrat Kültür Derneği'nin (DDKD) çıkardığı Tîrêj dergisiydi. Bu dergi Türkiye'de sadece dört sayı çıkabildi çünkü 12 Eylül 1980 darbesi olmuştu.
Darbeden sonra Kürt hareketinin yayın faaliyetleri, ya illegal ya da yurtdışında yürütüldü. 1990'lı yıllara kadar Avrupa; özellikle de İsveç, önemli bir merkez oldu. 1990'da rejimin biraz yumuşaması üzerine Halk Gerçeği, Yeni Halk Gerçeği ve Yeni Ülke gibi dergilerle yeniden ülke içinde faaliyete başlayan Kürt basını 1992'den itibaren Özgür Gündem ile birlikte devam etti ama onlarca mensubunun canı ve kanı pahasına. 2000'lere kadar Kürt basınının hangi koşullarda çalıştığını merak edenler, Press filmini kaçırmasınlar.