SON DAKİKA

İmralı'da pişen aş

İmralı Süreci, Suriye Kürtlerine ilişkin gelişmelerden hiç etkilenmeden ve bunlardan ayrılarak ilerleyebilir mi? 08 Şubat, 2013 16:29 Güncelleme: 08 Şubat, 2013 16:29 İmralı'da pişen aş

İmralı Süreci, Suriye Kürtlerine ilişkin gelişmelerden hiç etkilenmeden ve bunlardan ayrılarak ilerleyebilir mi?

 

Radikal yazarı Cengiz Çandar'ın'İmralı'da pişen aşa Suriye'de su katmak' başlıklı yazısı:

Türkiye'nin hemen dibindeki bir noktada iki aydır süregelen ve son iki haftadır şiddetlendiği görülen çatışmalar, 'İmralı Süreci'ni yoldan çıkartacak bir potansiyele sahip ama Türkiye'de pek kimse –şimdilik- bu konunun farkında değil. Önemini de idrak etmişe benzemiyor.
Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinin bitişiğinde yer alan Rasulayn'da (Kürtçesi Serekaniye) PKK'nın Suriye uzantısı bilinen PYD'ye bağlı YPG güçleriyle Türkiye'nin destek verdiği iddia edilen Arap örgütleri arasındaki şiddetli çarpışmalar.

Serekaniye ile Rasulayn aynı anlama geliyor. Pınarbaşı demek. Bitişiğindeki Ceylanpınar ile de anlam yakınlığı var. Sadece bir demiryolunun sınırı çizdiği yerleşim yeri, Türkiye-Suriye sınırının birçok yerinde olduğu gibi Türklerle Arapları ayıran değil, Kürtleri bölen bir sınır.

Zaten oralarda yaşayan Kürtler, Türkiye ve Suriye sözcüklerini kullanmazlar. 'Ser xat' ve 'bin xat' diye tarif ederler nerede yaşadıklarını, yani 'hattın üstü'nde ya da 'hattın altı'nda; hat, demiryolu hattı.

Upuzun sınır (ve demiryolu) hattında niçin Kamışlı-Nusaybin, Mardin-Nusaybin yolu ile Amude, Tel Abyad-Akçakale, Carablus-Karkamış gibi yerlerde durum hiç farklı değilken, Suruç'un tam karşısındaki Kobani ve Hatay-Gaziantep-Kilis sınırları üçgeninin ortasına düşen Afrin'de de PYD hâkimiyeti varken, niçin oralarda benzeri bir çatışma olmadı da Serekani'de (Rasulayn) oluyor. Serekani, nüfusunun büyük çoğunluğu Kürt, Arap mahalleler de var, Süryaniler de yaşıyor. Ama bu 'mozaik' başka birçok yerde var. Niçin Serekaniye?

Bu soruyu, Erbil'de yayımlanan ve Neçirvan Barzani'nin kontrolünde olduğu bilinen Rudaw gazetesine bir demeç veren PYD lideri Salih Müslim, "Araplar, Serekaniye'de kontrolü ele geçirirse Derik'i ve Haseke'ye kadar olan bölgeyi de denetim altına alacaklardır" diye cevapladıktan gayrı, daha da önemli bir hususun altını çiziyor. Serekani'nin ele geçirilmesiyle Kürtlerin çoğunlukta olduğu Cezire bölgesinin, PYD tarafından yönetilmekte olan Kobani (Ayn el-Arab) ve Afrin ile coğrafi bağlantısının kopacağını, yani Kürtlerin coğrafi olarak birbirleriyle iletişimin kopacağı iki ayrı coğrafyaya ayrılacağını ifade ediyor.

Derik, Cizre'nin hemen altında. Haseke, Suriye'nin petrol ve doğalgaz kaynaklarını barındıran Irak ve Türkiye'ye bitişik el-Cezire vilayetinin merkezi.

Bütün bu bakımlardan Ceylanpınar'ın yanı başında Serekaniye'de hüküm süren çarpışmalar, Suriye Kürtlerinin kaderini belirleme özelliği taşıyor.

Haftalardır, an-Nusra cephesi üyelerinin Hatay sınırından içeri sokularak Ceylanpınar üzerinden Serekaniye'ye girdiği ileri sürülüyordu. Salih Müslim, Rudaw'a yaptığı açıklamada, yeni bir iddiayı dile getirdi ve Türkiye'nin 'El Cezire ve Fırat Kurtuluş Cephesi' adlı bir kuruluşun lideri olan Navaf Beşir'e, Serekaniye'de ve el-Cezire bölgesinde Kürt güçlerine saldırması için 200 milyon dolar verdiğini öne sürdü.

Salih Müslim, ayrıca, bir Arap aşiret reisi olan Navaf Beşir'in para peşinde olduğunu, aşiretinin onu desteklemediğini, emrinde savaşanların para için savaştığını iddiasına ekledi.Tam Türkiye'de 'PKK'nın silahsızlandırılması' hedefinin gündemde bulunduğu bir sırada, Salih Müslim'in 'Türkiye desteğindeki El Cezire ve Fırat Kurtuluş Cephesi'ne ilişkin şu iddiası da dikkat çekici: “Planları Kürtleri silahsızlandırmaktır. Bunun Suriye devrimi ile ilgisi yoktur. Suriye devrimine hizmet etmemektedir. Bu, Kürtlerin elimine edilmesine yönelik bir Türk talebidir.”

Salih Müslim'in 'Kürtler'den kastının PYD olduğu açık. Ancak kendisinin en amansız rakibi olan Suriye Kürtlerinin en Barzani yanlısı ismi olan, PYD dışı bütün Kürt örgütlerinin bir araya geldiği Kürt Ulusal Konseyi'nin bir önceki başkanı Abdülhekim Başşar da aynı iddialarda bulunarak Türkiye'yi eleştiriyor.

Oysa, Abdülhekim Başşar ile Türkiye'nin arasından su sızmıyordu. Serekaniye, garip biçimde, karşıt Kürtleri birbirlerine yaklaştırıyor gibi. Rudaw, aynı gün, Navaf Beşir'le de görüşmüş. İstanbul'da yaşadığı belirtilen 59 yaşındaki Navaf Beşir, Serekaniye'deki gelişmelerle ilgili olarak PYD'yi suçluyor ve çatışmaları onların başlattığını bildiriyor. Bununla birlikte, Türkiye'den destek aldığını gizlemiyor. “Türkiye, askeri, manevi ve insani yönlerden bize destek verdi. Onlara müteşekkiriz” sözcüklerini kullandı.

Rudaw'a göre Navaf el-Beşir, Haseke bölgesinin geleceğine ilişkin şunları söyledi: “Biz, birkaç Arap ve Kürt aşireti olarak Suriye'nin geleceği için ulusal bir cephe kurmaya çalışacağız. Bölücülerin bu vilayeti kontrol etmelerine izin vermeyeceğiz. Çünkü, petrol, tarım ve birçok doğal kaynağa sahip bu vilayet, Suriye'nin en zengin bölgesidir…”

Sözü edilen ve Türkiye'nin desteğini elde etmiş görünen 'El Cezire ve Fırat Kurtuluş Cephesi' adını kullanan Arap aşiret ya da aşiretlerin, Hür Suriye Ordusu'yla bir ilişkisi yok. Bunlar, El-Kaide yani Nusra Cephesi de değil. Anlaşılan, Türkiye, -hangi Türkiye ise- bunların her birini Suriye Kürtlerine karşı kullanıyor ya da kullanmayı tasarlıyor.

Bu noktada, Barzani yanlısı Suriye Kürtlerinin Erbil'de yaşayan lideri, Suriye Kürdistan Demokrat Partisi Başkanı Abdülhekim Başşar'ın Rudaw'a Türkiye hakkında söylediklerine ve eleştirisine kulak verelim…

“… Türkiye, büyük bir hata yapıyor. Kürtlere karşı olmak istiyorlar. Kürt meselesini ortadan kaldırmak istiyorlar… Benim terörist olarak tanımladığım bazı güçler Serekaniye'ye geldiler. Kürt-Arap çatışması yaratıyorlar. Bu da dünyanın önünde Suriye devriminin şeklini tamamen değiştirir. Suriye'de Aleviler ve Sünniler arasında mezhepçilik başlamış, Kürt-Arap çatışması da başlarsa, artık rejim devrilmez.”

Abdülhekim Başşar, Rudaw'ın Serekaniye'ye gönderilen silahlı Arap güçlerinin arkasında “Dışarıdan bir el olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna şu cevabı veriyor:

“Biz Türkiye'yi dost olarak görüyoruz ama maalesef onlar o Arap silahlıların Serekaniye'ye girmelerine kolaylık sağlıyor. Bu da Türkiye'nin Suriye'deki Kürt meselesini yok etmeyi istemesi anlamına gelir. Ama o zaman Türkiye için daha büyük bir sorun meydana gelir, Türkiye'deki Kürt sorunu daha fazla karışır ve Türkiye-Suriye sınırına radikal İslamcılar yerleşir. Bu, Türkiye hükümetinin kararı olmayabilir ama benim edindiğim bilgilere göre bu işin içinde MİT'in eli var.”

Abdülhekim Başşar'ın Rudaw'ın “Ama MİT hükümetin kontrolü altında” müdahalesi üzerine şu sözleri daha da ilginç:

“Türkiye devleti içinde bir taraf o güçlere destek veriyor, bunun arkasında siyasi bir kararın olması şart değil. Hangi taraf olduğunu söyleyemem. Ama bu davranışlar ne Türkiye'nin çıkarına ne de bizim çıkarımıza. Eğer Türkiye gerçekten Suriye devriminin dostuysa, bu davranış yanlıştır. Eğer Suriye'deki Kürtlerin dostuysa, yine bu davranış yanlıştır. Eğer sınırlarını da korumak istiyorsa aynı şekilde radikal İslamcı silahlı muhaliflere destek vermesi büyük bir hatadır.”

Bir soru da –ortaya- biz soralım; cevabı düşünülsün: 'İmralı Süreci', Suriye Kürtlerine ilişkin bütün bu gelişmelerden hiç etkilenmeden ve bunlardan ayrılarak, ilerleyebilir mi? Hedefine ulaşabilir mi?


Yorum Ekle