Veysel Çamlıbel
Araştırmacı-yazar
İL GİRŞİMLERİNE DESTEK VE İNÖNÜ'NÜN ŞARK SEYAHATI RAPORU
Sevgili Cevdet,
Çabalarınızı senpatiyle izliyorum. Sağol, varol.
Bayazıt'ın 1927 yılında cezalandırılıp ilçe yapılması olayı önemli bir konu.
Ve yeniden il olması haklı ve yerinde bir talep.
Biz Bayazıtlıların kentli olma kültürü, tarihi kimliği belirgin ve güçlü.
Düşünün 1914 yılında 20 bin nufuslu, 90 kadar köyü olan bir şehirdir.
* * *
Bayazıt diyip geçmek olmaz. halkımızın yüz akı olan bir yerdir.O toprak bereketli bir topraktır.
Ehmedê Xanê yi, onun yolunu izleyen Melle Mehmudê Bazidî' yi, Xelife Yusufu yetiştirmiştir.
Vatansever, halksever yüzlerce seyda, melle, feqiler onların şagirtleridir.
Onlarca medresede, yeni nesillere güzel kürtçemizle ilim - irfan öğretmiştir,
Bayazıtlı kimliği; köklerini sahiplenen bir kimliktir.
Halkını, dilini, kültürünü seven yüzlerce aydını insan yetiştirmiş bir kimliktir.
Bu aydınlık kimliği karartmaya kimsenin hakkı yoktur ve olamaz.
Bayazıt; zengin tarihi dokusuyla, insanı uyanık ve yetenekli, bilinci yüksek bir kenttir.
Sözün kısası:
Bayazıt' a Ağrı isyanı nedeniyle elinden alınan itibarı iade edilmelidir.
Bunun için girişimde bulunan kardeşlerimi kutluyor ve destekliyorum.
Gençlere, Bayazıtlı gençlere umutla bakıyorum, onlara güveniyorum.
Özellikle gençleri bu çabalara katılmaya çağırıyorum.
Sevgi ve dostlukla... 22.01.2011
Veysel Çamlıbel
Not: İ. İnönünün '' Şark Seyahatı Raporu: 1935 '' çok önemli bir belge.
O rapor, çok şey yanında 1927 olayının da arka planını açıklamaya katkı koyuyor.
Yayınlayabilirseniz okuyucu bilgilenmiş olur.
İsmet İnönü’nün Şark Seyahati Raporu [1935]-1
Kürtler, 1923′te Türk - Kürt ortak vatanı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nden beklediklerini bulamamış ve ilk meclisin feshinden sonra yer yer ayaklanmaya başlamışlardı.
1925′te Şeyh Said liderliğinde başlayan ve kısa bir süre içerisinde Kürdistan’ın birçok bölgesine sıçrayan Kürt ayaklanması, Kemalist iktidarın Kürt milli iradesine karşı yaptırımlarını sertleştirerek çoğalttı. Aynı yıl Takrir-i Sükün kanunun yürürlüğe girmesi ve Şark Islahat Planı’nın uygulanmaya başlaması, Kürt yurdu açısından yeni ve zorlu bir dönemin başlangıcı oldu.
Toplu infazlar, zorunlu göçlerle yerinden edilmeler, kısırlaştırılma, dilsel ve kültürel yasaklar ile Kürt coğrafyasının etnik yapısını bozmak gibi yaptırımların olduğu bu süreç, 1927′de Umum Müfettişlikleri’nin kurulmasıyla başka bir hal almıştı. Projenin mimarlarından İsmet İnönü başbakanlığında gerçekleşen bu uygulamalar, küçük çaplı ayaklanmaları saymazsak, 1930′da Ağrı, 1937 yılındaysa Dersim’de patlak verecek yeni isyanlara sebep olacaktı.
1925′te uygulamaya konulan Şark Islahat Planı çerçevesinde ‘ehlileştirilmeye’ çalışılan Kürt coğrafyasına Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1935 yılında Başbakan İsmet İnönü tarafından bir seyahat düzenlenir. Bu seyatın amacı şüphesiz 10. yılında planın sonuçlarını yerinde görmek, Kürt coğrafyasının nasıl daha iyi elde tutulabileceğini ve asimile edilebileceğini incelemekti. Nitekim Dersim’le ilgili de görüş bildiren İnönü, daha sonraları Kazım Orbay ve Abdullah Alpdoğan’ı Dersim’e gönderecek ve burada çeşitli etüdler yaptıracak ve Tunceli Hakkında Kanun çıkarılacaktı. İsmet İnönü, Adana’dan başlayarak, Antep, Urfa, Malatya, Elaziz, Diyarbekir, Mardin, Siirt, Hakkari, Bitlis, Van, Muş, Ağrı, Kars, Ardahan, Artvin, Erzurum, Erzincan ve Dersim gibi Kürt illerini dolaşır, Suriye, Irak, İran ve SSCB sınırlarında tahkikatlarda bulunurak Kürt illerinin nasıl yönetilmesi ve asimile edilmesi gerektiği ile ilgili düşüncelerini yazar. Kürtler tarafından iyi okunması gereken raporda başlıca şu noktalar dikkat çekmektedir.
• Kürtlerin şehirlere yerleşmesi engellenmelidir.
• Kürtlerin etkisini azaltmak için Karadenizden buraya muhacirler getirilmelidir. Örneğin Van’a yerleştirilen Karadenizli Türklerden söz ederek onların memnun edilmelerinin sağlanmasını ister. Böylece diğer muhacirlerin Kürt bölgelerine gelmeleri kolaylaştırılmalıdır.
• Türk ve Kürt şehirleri olarak ayırdığı mıntıkalar ayrı şekillerde hizmet almalıdır.
• Kürtlerin bulunduğu yerlerde henüz okul açılmamalı, açılacaksa Türkler için okul açılmalıdır, ikinci planda Kürtleşmiş fakat Türkçe’yi çok daha çabuk öğrenebilecek yerlerde açılmalıdır.
• Fransız ve diğer ülkelere karşı Mardin, Urfa ve Hakkari gibi sınır bölgelerinde iyi bir idare kurulmalıdır.
• Boşaltılmış olan Ermeni köylerine Kürtlerin yerleşmesi engellenmelidir.
• Kürt bölgesi, nüfusu bakımından kalabalık olmasına rağmen, ülkeye kalabalığı oranında katkı sunmamaktadır. Bundan dolayı yeraltı zenginliklerinin (petrol, linyit) daha çok nasıl kullanılabileceği araştırılmalıdır.
• Bölgede trahom ve cüzzam (sadece Kars’ta bin dolayında cüzzamlı var) hastalıkları çok yaygındır.
• Kürtler asimile edilmelidir. Kürt çekim kuvvetine karşılık Türk merkezleri oluşturulmalıdır.
• Kürdistan coğrafyası şimendifer (tren) hattı ile kontrol altında tutulmalı.
• Dersim’e müdahale edilmeli.
• Kaçakçılığın önüne geçilmeli. Kürtlerin ekonomik güç elde etmeleri engellenmeli. Gerekirse bunun için vergiler indirilmeli.
Kürtlerle ilgili tam metnini yayınladığımı bu rapor, 1935 yılında İstanbul Başvekalet Matbaası’nda Şark Seyahati Raporu adıyla basılmıştır. Raporun aslına sadık kalınmış ve bazı yazım yanlışları düzeltilerek, raporda Kürt illeri dışında bulunan Rize, Trabzon, Gümüşhane ve Bayburt ile ilgili bölümler çıkarılmıştır.
BELGE
Şark Seyahati Raporu / 21 Ağustos 1935*
Vazife seyahatini evvelâ sırası ile geçtiğim vilâyetlerde rast geldiğim vaziyetleri ve meseleleri olduğu gibi hikâye etmek ile başlamak isterim. Her vilâyeti ayrı ayrı anlattıktan sonra müşterek meseleleri ve umumî mülâhazaları ayrı fasıllarda toplamaya çalışacağım.
Adana’dan geçerken, halk kuraklıktan şikâyet ediyordu, yerinde yaptığım tahkikata göre, geçen sene kadar mahsul alacağımızı tahmin edenler vardı. Bununla beraber geçen seneden fazla ekilmesi, bütün kışın çok ümitli geçmesi ve ticaret muahedeleri ile alıcımızın çoğalmış olması sebeplerini göz önüne alarak, halk, kuraktan mühim zarar gördüğümüzü söylüyordu. Nehir kenarında oturup kuraklığın zararlarını dinlemek, insana hüzün veren bir şeydir.
Halkın dediğine göre, Adana’da nehirlerden istifade etmek beş senede 10.000.000 liralık bir masraftır. Telgrafla Nafıadan tahkikatıma göre avanproje mahiyetindeki keşifnameler 30.000.000 liralık bir masraf göstermektedir. Dört beş senede 30.000.000 liralık ve bir tek vilâyet için taahhüde girişmek, şimdilik takatimiz dahilinde değildir. Eğer Adana’da su işleri müteakip devrelere ayrılabilirse bunun bir devresini tahakkuk ettirmeğe çalışmakla işe başlayabiliriz.
Meseleyi bu noktadan sarih ve inanılır bir keşif üzerinde tetkik etmemiz icap eder.
Yolda, Bahçe İstasyonu’ndan geçerken, halk, dört seneden beri doktorları olmadığını ve doktorlarının askere gittiğini, sıtma mücadelesi bulunmadığını söylediler.
Antep
Antep Vilâyeti mıntıkasından geçerken, gümüş mecidiyelerin fiyat pahalılığından ve şubata kadar mer’i olmasından halkın, bahusus memurların, çok zarar gördüklerini, yana yakıla anlattılar. Bu meseleyi bana ayni mahiyette Malatya, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Siirt mıntıkaları da aynı suretle sızıltı mevzuu yaptılar. Bazılarının dediğine göre, şubatı beklemeden mecidiyeleri menetmek, hem mümkündür, hem lâzımdır.
I. Genel. İnspektörlük birkaç gün evvelki teklifinde, meriyetten kaldırılıncaya kadar, mecidiyeye sabit 50 kuruş kıymet tayin edilmesini teklif ediyor. Ben zannederim ki, mecidiyeyi süratle revaçtan kaldırmak en kestirme yoldur ve tek tedbirdir.
Elaziz
Elâziz mıntıkasından geçerken bana söylenen muhtelif meseleler arasında en mühimi, Elâziz Ovası’nın kurumasıdır. Bu ova öteden beri kâriz denilen yeraltı suyolları ile sulanırmış; yerli kuyucuların ihtisası ile ve idaresi ile idare edilen sulama gittikçe azalmakta ve daralmaktadır; kuyucuların dediğine göre sular azalıp çekilmekte imiş. Bizim şarkta mühim bir Türk mıntıkamızın tutunabilmesi ve ileride iskân mıntıkası olarak kullanabilmemiz için sulama işini Elâziz Ovası’nda bir karara bağlamamız zaruridir. İlk yapılacak iş, bugünkü kuruma ve su çekilme hadisesini fennen keşfetmektir. Bundan sonra, bu ovanın sulanmasını Gölcükten veya büyük nehirlerden mi, ve nasıl yapacağımızı kâğıt üzerinde tespit etmektir. İlk keşif meselesi jeologlara aittir ki, bugün bunu Maarif ve Ziraat Vekâletlerimiz yapabilecek mevkidedir.
Diyarbekir’e gelinceye kadar, 17. Fırka askerlerini giyim itibari ile pek fena gördüm. Bir fikir vermek için söyleyeyim ki, herhangi bir yolda çalışan köylü amele arasında en pejmürde kıyafetli birisini göz önüne getirmek, gördüğüm bazı nöbetçileri hatırlatabilir. Memnun olmak için kaydetmeliyim ki, bu hali en fena olarak yalnız 17. F. mıntıkasında gördüm. Bunun sebebi, malî sene başı münasebeti ile Mersin’de yatan eşyanın henüz yetişememesi ve yolda bulunması imiş. Şimendiferle merbut olan Elâziz ve Ergani mıntıkası için bu sebep mukni değildir. Nitekim beş on gün içinde geçtiğini daha şimaldeki vilâyetlerin merkezle muvasalaları daha güç olduğu halde bu hale rast gelmedim. VII. Kolordu mıntıkasında askerin bakımı için hem merkezin hem kolordunun daha çok meşgul olmasına lüzum vardır. Cumhuriyet prestijini temsil eden ordunun pejmürde kıyafeti şarkta bütün siyasî dertlerimizi çok ağır hale koyabilir.
Diyarbekir
Diyarbekir’de iki üç ay içinde gelecek olan şimendiferin bütün neşesi duyulmaktadır. Ağustos içinde Ergani İstasyonu açılacağını bana söylemişlerdi, nitekim açıldı. Yalnız bu istasyonla Diyarbekir artık deveboynunu aşmaktan ve kışın kesilmekten kurtulmuş oluyor. Trenin takvim senesi nihayetine kadar Diyarbekir’e ulaşması beklenmektedir. Bu hadise, devletimizin Suriye ve Irak’a karşı cenup kısımda kafi olarak yerleşmesi için bir dönüm noktası olacaktır.
Fırat’ın şarkında ve cenuba karşı bizim en mühim istinat noktamız Diyarbekir ve ikinci derecede Urfa olacaktır.
Diyarbekir, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.
Zaten Kolordu merkezi ile beraber Umumî Müfettişlik merkezi olması, büyük bir zabıtan ve yüksek memurlar kadrosu vücuda getirmektedir. Lise ile beraber her türlü mektebi vardır, halkevi faaliyeti heveslidir ve çok inkişaf ettirilebilir.
Diyarbekir’in büyük bir medeniyet merkezi olması için, şehri ile uğraşmanın değeri vardır. Şehrin plânını devlet işi olarak takip etmek, su ve elektriğini tanzime yardım etmek lâzımdır. Fakat Diyarbekir’de asıl mesele sıhhî mesele ve mesken meselesidir. Trahom ve sıtma Diyarbekir’deki zabit ve memurları yıldırmıştır. Trahom meselesine daha genel olarak ayrıca temas edeceğim. Fakat Diyarbekir şehrini dar bir sahada dahi olsa sıtmadan kurtarmak, ordu ve memurlar için çok önemli olacaktır.
Diyarbekir’de mesken azlığı ve pahalılığı, memurları ve subayları sıkıntıda bırakmaktadır. İlerde birçok vilâyetlerde söyleyeceğim gibi, subaylar ve memurların uzak vilâyetlerimizde meskenlerini temin etmek, yani bu maksatla inşaat yapmak hem imar, hem siyasî kudret ve yerleşme vasıtası olarak görülmelidir.
Diyarbekir Halkevi hususî idare ve belediye ile 30-40.000 lira temin ediyormuş. Parti merkezinden 10-20 bin lira bir yardım istiyorlar. Siz diğer 40.000’ini temin ederseniz 10-20.000 i biz buluruz, diye vadettim. Partiden işi takip edeceğiz.
Diyarbekir plânı yapılırken geniş mikyasta istimlâk yapmak lâzım olduğunu belediyeye söyledim, merkezden de takip etmemiz gerektiğini sanırım. Yoksa arsa spekülâsyonu şehrin imarına mani olacaktır.
Diyarbekir’de devlet dairelerini yeni yapı ile tamamlamak ve göz doldurur Genel İnspektörlük yapmak lâzımdır. Bu günkü durum, devletin kudret ve siyasetinden uzaktır.
Genel İnspektörlüğün muhtelif makamat ile münasebet ve muhaberelerini Başmüşavire izah ettirdim. Gerçi uzunca müddeten beri Genel İnspektörlük münhal idi. Bunun tesiri olmakla beraber Genel İnspektör’ün bulunduğu zamanda da muhabere ve münasebetlerin anarşiden kurtarılması ve Genel İnspektörlerde merkezlendirilmesi lâzım geldiği anlaşılmaktadır. Bunlar için sarih mütalâa ve teklifler aşağıda arzedeceğim.
Diyarbekir’den Mardin’e ve Siverek-Urfa’ya olan yollar, emniyet noktai nazarından karakollanmak icabeder.
Mardin
Mardin’de önemli olarak Fransız sınırının meseleleri ile uğraştık.
Ordu Müfettişi, Kolordu Komutanı, Hudud ve Gümrük Karakolları bir taraftan, I. Genel İnspektör, Urfa ve Mardin Valileri diğer taraftan, beraber bulunuyorlardı.
Asayiş noktasından bu günlerde cenuba (güneye) kaçan haydutlardan Abdurrahman Mihi’nin şimale (kuzeye) geçmiş olması, günün vak’ası idi. Denildiğine göre, haydut nisan ortasında şimale (kuzeye) geçmiş, bir soygun yapmış sonra izi kaybolmuştu. Mardin ve Siirt Vilâyetleri ciddî bir haber almağa dayanmaksızın bol jandarma müfrezeleri ile takip etmeğe çalışıyorlardı.
Bu reis haydutlar hudud üzerinde otururlar ve bir iki senede bir defa bizzat içeri girmeğe lüzum görerek köylerinden hakları saydıkları alacak ve gelirlerini toplayarak geri dönerler; Abdurrahman Mihi’nin bu takip olunduğu temmuz günlerinde zaten huduttan geri geçmiş olduğu sabit olmuş ve bir rivayete göre 6.000 mecidiye toplamıştır. Bu hadiseyi ilerdeki misallerle de tevsik edeceğim veçhile, idaremizin Arap ve Kürt mıntıkasında köylere ve halka nüfuz etmediğine, biz kabuğun üstünde ve halktan ayrı olarak yalnız kuvvetle idare etmeğe çalıştığımıza delillerden biri olarak zikrediyorum.
Cenup (güney) hududunda bugünkü durum şudur:
Fransızlarla gerek münasebet ve gerek hudut emniyeti bakımından mukavelelerimiz vardır. Hudut vukuatı ve meseleleri için vakit vakit iki taraftan muhtelit heyetler toplanır; fennî ve modern bir tarzda tesbit ve izah olunan meseleler için Fransızlar ahden eksik ve suçlu olmayacak surette hareket etmeğe çalışırlar; aşikâr bir surette ahde muhalif bir vaziyet almamaktadırlar. Bu ufak hulâsa, iki noktadan mühimdir: birincisi, bütün hudut işlerini fennî ve modern bir surette tekip ve tesbit etmek iktidarı, ikincisi, temasların ve taleplerin şahıslara ve tesadüflere tâbi olmıyarak ve birbirini tamamlayarak devam ettirilebilmesidir.
Suriye’de bütün hudut meseleleri Fransız merkezlerinin elindedir ve dikkate değer ve ciddî olarak merkezlenmiştir. Münasebetler ve tedbirler bir silsile halinde devam eder. Aynı vaziyetle karşılayamazsak mücadelede zayıf kalırız. Buraya kadar anlattıklarım Suriye hududunun ahdî ve açık durumudur.
Şimdi hakikî ve siyasî yüzünü hikâye edeceğim:
Suriye hududunda, Fransız politikasını bizimle mücadele halinde görmemek mümkün değildir; denilebilir ki, kuvvetli bir Türkiye Cumhuriyeti’nin er geç vuku bulacak taşmasına karşı, Suriye’yi muhafaza edebilmek, Fransız idaresinin başlıca kaygısıdır. Genel siyasamızın barışçı, istilâ gütmez, hele son zamanlarda, Fransız siyasası ile bir cephede ve bir istikamette görünmesine rağmen. Fransızların bu endişesi ancak şu sebeplerle anlaşılabilir:
Bunlardan birisi coğrafidir. Suriye’de yerleşmek için Fransızlar Mardin, Urfa, Antep ve Maraş’ın kendi ellerinde bulunmasını zarurî görmüşlerdi; bu tertipleri tahakkuk etmedi. Diğer taraftan bu saydığım yerleri elinde tutan Türklerin, Fırat’ın şarkında çöl mıntıkasına bir hudut dahilinde malik olmaları ve Fırat’ın garbında Halep mıntakasını ellerinde tutmaları coğrafi ve iktisadî bakımdan tabii bir taksim olacaktı. Bu da mümkün olmadı; şu halde her iki taraf tabii olmayan coğrafî şartlar içinde âti için hazırlanmağa mahkûm görünüyorlar. Biz, daha sakin ve daha kanaatkâr durumdayız, yeni şimendiferler ve yollarla coğrafî ve iktisadî irtibatlarımızı düzeltiyoruz. Siyasî anlaşmalarda Fransızlarla uysal ve barışçı davranıyoruz. Bütün bunlar Fransızları faal tedbirlerden ve daima uyanık endişeden uzak tutamıyor.
Fransa’nın mücadele mevzuları şunlardır:
1 - Çöl şimendiferi - şark vilâyetlerimizle başlıca iktisadî idarî ve askerî irtibatımızı teşkil eden çöl şimendiferi bütün rolünü bize taallûku itibar ile kaybetmek üzeredir. Urfa, Antep, Malatya şimendiferi bir taraftan, Urfa, Viranşehir, Mardin mıntıkası ile Diyarbekir hattı diğer taraftan yollarla bağlanırsa bizim mıntıkamızın Fransız mıntıkasına irtibat bakımından muhtaçlığı, esasından kalkmış olacaktır.
2 - Fransız durumunda ikinci mücadele mevzuu iktisadîdir. Bu mevzu, evvelâ kaçakçılık şeklinde tebarüz ediyor. İskenderun’dan Cizre’ye kadar Suriye hududu hemen hudut üzerinde bulunan birçok kaçakçı merkezleri ile bezenmiştir. Kaçakçılığın bize verdiği zararları saymağa lüzum yoktur; Fransız hududunda kaçakçılık Fransız nüfuzunun ve siyasî kudretinin yayılma vasıtası olmak itibari ile ayrıca önemlidir.
Fransızlar hudut ahalisine menfaat temin ederek taraftar peyda etmiş ve tâ… Karadeniz sahiline kadar hükümetle mücadele edecek haydut kolları yetiştirmiş oluyorlar.
Cenuba geçen kaçakçılar Fransız memurları tarafından her türlü kolaylığı bulurlar, silâhlan ile gezebilirler; hudut boyunda yer yer kaçakçılıkla geçinen ermeni ve Türklerden mürekkep, müreffeh ve kuvvetli merkezler vücuda gelmesi, Fransızların siyasî istinat noktalan olmaktadır. Kaçakçılıkla sistematik muhafaza tedbirler ile mücadele ediyoruz. Bir kaç seneden beri oldukça iyi neticeler aldık. Gümrük muhafızları gerçi azsa da işe yarıyorlar. Hudut kıt’aları gümrük muhafızlarına istinat olmak üzere hudut gerisinde hazırdırlar. Gümrük muhafızları hudut kıt’aları, jandarmalar takip için çok kuvvettir; iki eksiğimiz var:
Birisi muhabere ve devriye vasıtasıdır. Motosiklet ve hatta zırhlı otomobilin devriye için lâzım olduğu ve hudut üzerinde daha karakol yapmak icap ettiği, söylenmiştir.
İkinci mühim eksik, muhtelif kıtalar ve teşkilât arasında elbirliği ile çalışmanın emin tutulmasıdır. Bence hudut üstündeki Valilerin birinci derecede alâkadar olması ve I. Genel İnspektörlüğün vakit vakit elbirliğini temin edecek tedbirler alabilmesi lâzımdır. Bugün Fransız mıntıkasından kaçakçı ve haydutların en çok Cizre mıntıkasından içeri girdikleri söylendi. Buradaki tertibatı ona göre sıklaştırmak icap etmektedir. Cenup hududunda daha alınması lâzım olan tedbirlerin gümrük ve jandarma tarafından bir plân halinde hazırlanması muvafıktır.
Kaçakçılığa karşı en tesirli tedbir iktisadîdir, yani kaçırılmasında büyük kâr olan maddelerin fiyatlarını düşürmektir. Tuz ve şeker hatlarındaki indirme, bunların kaçakçılığını kârsız bir hale getirdiği bana anlatılmıştır. Şimdi en kârlı madde pamuklu ve ipeklidir. Kaçakçılığın % 60 ı bez ve % 10 u ipekli üzerine oluyormuş. Şimdiye kadar tuz % 15 i tutarmış.
Bez kaçakçılığı hakkında bir fikir vermek üzere şu rakamları öğrendim:
Mardin İlbayı’nın dediğine göre, Mardin Vilâyeti, nüfus başına bir toptan, yılda 260.000 top bez harcarmış. Suriye hududundaki gümrüklerden geçmek üzere verdiğimiz kontenjan 3.000 top imiş. Büyük açık kaçak olarak giriyor. Demek oluyor ki, hudut vilâyetlerinin bez ihtiyacı ucuz olarak temin olunmadıkça kaçakçılıktan kurtulmak imkânsızdır. Ekonomi ve İnhisar Vekâletlerinin bize bir tedbir bulmaları zaruridir.
3 - Kendi hududumuzdaki halkın Suriye ile ticaret yapmak ihtiyaçları şiddetlidir. Hayvan ve zahire satmak, Fırat garbi için çok önemlidir; Fırat şarkı için ise bu satış tek çaredir.
Tecim (ticaret) bakımından bu ihtiyaç bizi çok sıkıyor, Fransızlara çok kudret veriyor.
Zannederim ki, Fransızlarla yapılacak bir ticaret muahedesinde satışımıza kolaylık karşılığı olarak az gümrük resmi ile ve hudut vilâyetleri ihtiyaçlarına kâfi gelecek miktarda bez girmesini kabul etmek hem tecim hem kaçakçılık mücadelesini kolaylaştırabilir. Tedbirin ciddî denemeğe değeri vardır. Mümkün olmazsa, biz geriden masrafla, hudut mıntıkasına ucuz bez yollamak ve bu havali mahsulünü değerlendirmek için ayrıca sun’î çareler aramak zorunda kalacağız.
4 - Fransızların elinde üstün bir mücadele vasıtası, hudut üzerinde vücuda getirdikleri düşman anasır perdesidir.
Senelerden beri türlü vak’alardan kaçan Kürt ve Arap reisleri hudut üzerinde yerleşmişlerdir. Ermeni merkezler vardır. Şimdi Nasturî iskânı ile yeni bir tabaka meydana getiriyorlar. Bu unsurların tecavüz edememelerinin temin olunması ve huduttan uzak bulunmaları için ahdî ahkâm vardır. Bu hükümlerin doğru tatbiki için bir taraftan sistematik takip ve taleplere devam etmeliyiz; fakat bu muhabereler filî ve amelî vaziyet üzerine kat’î bir çare değildirler ve olmayacaklardır.
Düşman unsurlar içinde Nasturîler, Ermeniler ve Çerkesler teşkilâtı nihayet pasif ve tedafüî mahiyettedir. Tecavüzî olan teşkilât, Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat zabitleri her istedikleri anda Kürt reislerini çeteler halinde memleketimize saldırmağa muktedirdirler.
Bu mevzula uğraşmak, uzun zaman sürecek mahirane tedbirler ister. Suriye’deki reisler bellidir; bunların bizdeki yuvalarını dikkat ile tesbit mümkündür; yerine göre muhaliflerini yetiştirmek veya yataklarını yardım edemiyecek hale getirmek ve her gelişlerinde onları imha edecek surette hazırlanmak mümkündür.
Diğer taraftan, Fransızlara düşman olan unsurlardan aynı tertibi bizim vücuda getirmemiz de düşünülebilir. Fakat bu işin kolay olduğunu sanmamalıyız.
Bir iki defa karşıya bizim tarafımızdan geçen çeteler derhal imha edilmiştir. Bu hal bize mukabil tedbirin imkânsız olduğunu değil hazırlıksız hemen yapılıverecek bir iş olmadığını göstermiştir. Genişçe mikyasta bir mah faaliyetinin müdafaamızı kolaylaştıracağını umuyorum.
Bir mülâhaza esas olarak gözümüz önünde durabilir: Fransızların Kürtleri kullanmak hevesine mukabil, biz Arapları iyi muamele ile elde tutabiliriz.
5 - Cenup hududunda gerek çiftlik gerek köylerin arazisi ikiye taksim edilmiş ve öbür taraftaki araziden Türk tebaasının istifade etmek hakkı âliden tanınmış olması, bugün Fransızlara müsait bir koz halindedir. Çiftlik sahibini veya köylüyü her arzusuna râm etmek, Fransız zabiti için kolay bir meseledir. Sulanacak veya hasat edilecek dar mevsimde köylüye herhangi sebeple üç gün müşkülât çıkarmak, müracaatımız üzerine sonra müşkülât kalksa da o köylüyü bunaltmak için kâfidir.
Görülüyor ki, hudut üzerindeki Arap unsurlar da Fransızları memnun etmek için muhtaçtırlar. Beylerin irtibatlarının daha ne kadar zarar verebileceğini tasavvur etmek kolaydır. Bence bu meseleyi kökünden halletmelidir. İki tarafta kalan araziyi ahden tasfiye etmeli ve bizim tebaamıza, yakında bulunan boş araziden taviz vermeliyiz. Bir defa hudut, girilip çıkılması lüzumsuz hale gelirse bunda bizim istifademiz her bakımdan geniş olacaktır.
Fransız hududuna ait mahallî meseleleri bu tarzda arz etmiş oluyorum. Yüksek İcra Vekilleri bu görüşleri doğru bulursa, Vekiller ayrı ayrı çalışacaklardır.
Fransız hududu gerisinde irtibat yolları da önemli bir meseledir: Her şeyden evvel mücadelesi ile Fransızları yıldırmış olan Maraş, Antep, Urfa mıntıkasının ihtiyaçtan düşmelerine veya menfaatle Fransızlara ısınmalarına meydan vermemeliyiz. Fransızları düşman görmek, bu mıntaka için daimi bir gıda olmalıdır. Onun için Maraş, Antep, Birecik, Urfa, Mardin gibi şehirlerin ihtiyaçlarına devletin yardım etmesi ve bunlar arasındaki yolun iyi ve emniyette olması lâzımdır.
Birecik hududa pek yakın ve nehir yatağı çok geniş olduğundan, burada bir köprü yapılması yakın zamanda mümkün görülmüyor. Muntazam bir (-bak köprü-) nün emin bir yolla şimdilik kâfi olacağını ümit ederim.
Urfa’nın Viranşehir, Mardin’e, Siverek, Diyarbekir’e ve kısa yoldan Fırat’ı bir köprü ile geçerek bir taraftan Malatya, öbür taraftan Antebe ayrıca bağlanması lazımdır.
Bütün bu tedbirler cenup hududunda bizim coğrafî hâkimiyetimizi kat’î ve huzurlu bir vaziyete kor. Bu halde büyük siyaset sahasında Fransızların bizim dostluğumuza verecekleri ehemmiyet daha ziyade artar.
Mardin’e ait iki mülâhazam daha vardır:
Mardin, 260.000 nüfusludur ve hemen hiç Türk yoktur. Çoğu Kürt olmak üzere, mühim miktarda Arap ve daha seyrek olarak Gildanî (Keldanî) gibi Hıristiyan vardır. İyi olan, merkezin ve belki Midyat gibi yerlerin Türklüğe hevesli olmalarıdır. Mardin ve Midyat’ta herkesi yeni Türk soyadları ile kaynaşmağa arzulu buldum. Savur’da da vaziyet böyle idi. Hıristiyan Gildaniler (Keldanî) çalışkan, muti ve yerlerinden çıkarılmaktan başka bir kaygı içinde değildirler.
Mardin’de iç siyasamız bu durumdan mülhem olmak gerektir. Burada daha ziyade kuvvetli ve iyi idare ile beraber unsurlar arasında muvazene, bahusus azlıkları Hükûmete yakın ve sıcak tutmak yolunu gütmeliyiz. Savur’dan Basbirin’e giderken rasgeldiğim Gildanî köylerinin yerlerinden çıkarılmamalarını 1. Gn. İsp.’e tebliğ ettim, Mardin Vilâyeti’nden çıkarılacak Hıristiyan veya Arapların yerlerini Kürtler derhal dolduracaklardır. Bu hal bizim için pek zararlıdır. Diğer taraftan, Suriye’de Fransız Kürt siyasasına karşı bu Araplar bizim mukabil vasıtamız olacaklardır.
Mardin’e ait diğer mülâhazam: Vilâyet merkezinin Savur’a nakli düşüncesi üzerindedir. Mardin’in çok yokuşlu bir şehir, suyu az ve hududa yakın olması, diğer taraftan Savur’un daha içerde, sulak ve mahsuldar bir çevrede ve ovadan Diyarbekir’e bağlanması sebebleri, il merkezinin değiştirilmesi düşüncesine yer vermiştir. Mardin, şarkın tek şimendifer istasyonu durumunu kaybettikten sonra, zaten fakirleşmekte ve düşmektedir. İl merkezi değişirse süratle dağılır ve hudutta bir köy haline gelir. Bu durum, Fransız nüfuzunun Mardin’i de alarak, şimale doğru yayılması demektir. Bunun için, Devlet kuvveti ile ve il merkezinin menfaatleri ile bağlanacak halkla, Mardin’i Fransız nüfuzuna karşı bir mücadele istinadı olarak tutmak mülâhazası, bence bütün mülâhazalardan üstündür. Merkez değiştirme ihtimali olmadığını kesin olarak herkesin bilmesinde fayda görürüm.
Midyat’a iki defa uğradım: mamurca bir Arap şehridir. Bizim burada bir alayımız var, şehir ve alay susuzluktan muzdariptirler. Su getirmek, yüz bin lira kadar bir masraf istediğini söylediler. Buna bir çare bulmak lâzım olduğunu zannederim.
Mardin Vilâyeti dâhilinde petrol arama işi ile temas ettik. Petrol mıntıkaları hakkında mühendisler bir iki gün bize izahat verdiler. Baspirin sondajı 600 metreyi geçmiştir. Burada petrol çıkması ya 600 veya 1.000 M. de umuluyor. 600 ihtimali ki zaten zayıf görülüyordu, artık geçmiş demektir. 1.000 metreyi 1935 senesi içinde bulmamız muhtemeldir.
Baspirin sondaj kuyusunun arazi tabakaları Gercüş’te ve yeryüzünde mütalaa olunuyor. Mühendis burada bize tafsilât verdi. Anlaşıldığına göre, şimdilik en mühim petrol havzamız: Hasankeyf-Siirt-Baspirin ve daha şarkıdır. Bu mıntıkada nerede çıkarsa emniyetle ve hakimiyetle işletebileceğimiz kanaatindeyim.
Mardin Vilâyeti umumî olarak, şarkın yeşil ve mamur bir ili sayılabilir. Mardin’i bitirmeden evvel, şunu da söyleyeyim ki, Nusaybin ve Cizre kaza merkezlerinin iyi idaresini ve müthiş sıtmadan kurtarılmasını, siyasî bir zaruret görürüm.
Fransızların hudut boyunda, mamure gösterişi siyasasına karşı sönük ve cılız görünmekten sakınmak isterim.
Siirt
Midyat’tan Siirt’e, doğru bir yoldan ve Hendük’te Dicle’yi sal ile geçerek geldik. Yol acele hazırlanmış, tesviyeden ibaretti ve çok sarp, çok tehlikeli güzergâhtan geçiyordu. Mardin ve Midyat’ın doğru Siirt üzerinden şimale bağlanmasında fayda olduğunu zannederim. Kışın karla kapanmayacağını tahmin ediyorum. Zaman ile bu yolu bir şose olarak tabiî, daha iyi keşfolunmuş bir güzergâhta, vücuda getirmek lâzımdır.
Siirt’in şehre ait ve vilâyete ait, iki hususiyeti vardır: Siirt, Türklüğe hevesli bir Arap şehridir. Fırka merkezimizdir. Tüccar ve hükümete yakın, muti halkı vardır. Havası gayet iyi olan Siirt, susuz, pis bir trahom merkezidir. Şarkından Botan Çayı, garbinden gezer, Paşor Çayları, gür nehirler halinde akarken, Siirt’e su getirmek büyük paralara ihtiyaç göstermektedir.
Subaylar ve işyarlar bugünkü muvasalasızlıktan, hastalıktan, tozdan ve susuzluktan, gümüş para sürümünden pek muzdariptirler.
Botan’dan su ve elektrik getirmek, bir keşfe göre 750,000 lira masraf istermiş; bütün Siirt 750.000 lira değmez. Taşla alçıdan 10-15 günde yapılan evler nihayet 20 sene dayanırmış. Ben öyle gördüm ki, Siirt’in doğusunda veya batısında yakın bir su başına nakli en doğru karar olacaktır. Halk, kolayca yeni Hükûmet merkezine geçecek ve şehrini az zamanda yeniden kuracaktır.
Siirt’in doğuya naklini tercih ederim. Som Kürt’le meskûn olan Siirt vilâyetinde başlıca kuvvetimiz idare merkezlerimiz, memurlarımız ve zabitlerimizdir. Bu merkezin içerde bulunması hululümüzü kolaylaştırır.
Vilâyet olarak, Siirt, Şırnak, Eruh, Pervari, Şirvan, Garzan, Beşiri kazalarından mürekkeptir. Bunların hepsi Kürt’tür. Siirt daha şarka alınırsa Beşiri’nin Diyarbekir’e alınması düşünülecektir.
Siirt Vilâyeti’nde idare merkezlerimiz çok kuvvetli olmalıdır. Çok kuvvetli idareyi şöyle hulâsa ederim: Muktedir idare amirleri; hiç bir zaman münhal yok; memur ve subayların evleri ve devlet daireleri yapılmış; icabında konup kaldırılmak üzere özel adliye rejimi; hudut teşkilâtı tamam; kâfi yol.
Halkın içine girmek, Mutki ve Sason gibi, bütün Siirt Vilâyeti’nde önemli iştir. Halkın içine behemehal girmeliyiz. Şimdiki halde halk daha çok kendi ağaları elindedir. Halkın içine girmek için buralarda seyyar doktorları tesirli bir tedbir olarak göz önüne almalıyız.
Siirt Vilâyeti bu günkü halinde en su yüzünde bulunduğumuz bir mıntıkadır.
Bitlis
Bitlis’e iptidaî yolundan Bitlis çayı boyunca geldik. Bitlis, vilâyet merkezi halinden çıktıktan sonra, düşmeğe başlamıştır. Şimdi halkın ümidi şimendiferin Bitlis’ten geçmesidir. Halbuki şimdiye kadar transit ve ticaret merkezi halinde yaşayan Bitlis, şimendifer geçip Van’a gittikten sonra bu transit merkezliğini de kaybedecektir.
Bitlis, Hizan ve Mutki arasında sunî olarak daima Devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk şehri ve merkezidir. Yine ancak Devlet tedbiri ile bir Türk merkezi olarak durabilir. Bırakılırsa, az zamanda bir Kürt köyü haline gelmesi ve bu suretle Mutki, Hizan, Şirvan, Garzan mıntıkasının Türkçe işitecekleri bir yer olmaksızın kütle olmaları muhtemeldir. Bitlis olmasaydı, bizim onu yaratmamız icap edecek idi. Bu mülâhazanın neticesi şudur:
Bitlisi kuvvetli bir merkez olarak bir Türk yuvası ve kalesi halinde tutmalıyız. Bitlis halkı, etrafındaki Kürt mıntıkaya hulûl etmeğe alışkındır. Onların bu hassası Türk kültürü için bize bulunmaz bir yardımcıdır. Etrafındaki bir iki kaza ile Bitlis Vilâyeti’ni süratle iade etmeliyiz. Merkezin imarı ufak tedbirlerle - Evkafın çarşıyı imar etmesi, orta mektebin kuvvetli tutulması, ağır ceza mahkemesi, halkevine yardım gibi- şehir canlı tutulabilir. Şimendifer’in Bitlis’ten geçmesini tercih etmeliyiz. Gerek şimendifer işçilikleri ve işyarlıkları gerekse Kürt ve Arap mıntıkalarında ufak yerli memurluklar, Bitlislilere hasredilebilir.
Bir yün dokuma merkezi, bir ceviz ziraat ve ticareti merkezi olması da düşünülebilir. Elektrik merkezi olarak istidat göstermektedir. Eğer ufak bir endüstri merkezi yapabilirsek, iptidaî maddelerin toplanma ve pazaryeri olarak Bitlis Türk kültürü etrafa çok müessir olacaktır. Bu halde Bitlis şimalden veya cenuptan kültürel veya siyasal yayılmağa karşı esaslı bir müdafaa noktai istinadı kalır. Bitlisin tarihi bu vazife için emniyet vericidir.
Van
Bitlis’ten sonra Rahova Düzü’nü geçerek Van Gölü kenarında Tatvan’a geldik.
Evvelâ Rahova Düzü’nden bahsetmek isterim: Rahova Düzü, kışın kar tipilerinin en şiddetli olduğu bir sahadır.
Bu sebeple Rahova Düzü karla kışın kesif ve kalın bir tabakada örtülüyor. Yaz gelinceye kadar Van havalisinin ve Muş tarafının Bitlis’le irtibatı kesiktir. Rahova Düzü’nün kış için müthiş bir mani olduğu kanaati umumidir ve çok kuvvetlidir, Demek ki şimal ile cenup arasında irtibat meselesini Rahova Düzü kenarından veya dışından esaslı olarak aramak zorundayız. Demiryolu Bitlis’ten geçerek Van Gölü kenarına bu zoru hallederek gelecektir. Fakat o zamana kadar ve hatta demiryolu geldikten sonra da Bitlis’le Van Gölü arasında ve Bitlis’le Muş arasında kışın kapanmayan bir güzergâh bulmalıyız.
Tatvan’da Sürmene’den getirilen muhacirleri ve onların evlerini gördüm. İlk görüşte insana iyi tesir yapan bu muhacir köyü şikâyetçilerle doludur. Evlerin damına konan kiremitler karı tutmuyor, taban toprak, pencereler muhafazasız ve Sürmeneliler mühim kısmı sanatkâr oldukları için geçimlerinden muzdariptirler. Karadeniz’in nüfusunu geçindirmeyen kalabalık mıntıkasına bir nefes ve geçim yeri olarak düşündüğümüz Van Gölü kenarından ilk yerleştirdiğimiz Sürmeneliler, memnun olmazlarsa bütün düşünce akamete uğrayacaktır.
I. Genel İnspektörlüğünden Tatvan muhacirleri ile bilhassa meşgul olmasını rica ettim.
Tatvan’da iki motora binerek ve Van Gölü’nün cenup kıyılarını takip ederek Van’a geldik.
Van Gölü’nün şimal kıyısı daha ziyade meskûndur. Mevcut şehirler umumiyetle Türk’tür. Cenup sahili sarp ve yeşil dağların dar ve kısa derelerle yeşil eteklerinden ibarettir. Eski Ermeni köyleri boştur. Yüksek ve karlı dağlar Hizan, Müküs ve Şatak Kürtler ile meskûndur. Burada şimdi Gevaş bir Türk şehri olarak yeşil ve sulak bir sahada bulunuyor. Halk tembel ve fakir bir haldedir.
Van iskelesine çıkar çıkmaz muhacirlerin şikâyetleri ile karşılaştım. İskeledeki bir büyük köye Sürmeneliler ve İran’dan gelen Türk muhacirleri yerleştirilmiş; Her ikisi hallerinden çok şikâyet ettiler. Kıymetli olan Sürmenelilerdir. Birinci Genel İnspektörlük’ten bunların halini süratle ıslah etmesini rica ettim. İskeleden sonra geniş bir harabeden geçtik. Harabe duvarlar yığını halindedir. Duvarların araları boş yahut bahçe veya tarladır; duvarlar hep kerpiç malzemesiyle bildiğimiz eski şehir harabelerinden fark ederler; İleride yeni Van şehri yapıldığı vakit onunla göl arasını kaplayan bu kerpiç harabesinin temizlenmesi ayrıca bir sıkıntılı mesele olacaktır.
3 km. kadar süren harabeden geçtikten sonra yeni Van’a giriliyor; Bitlis’in taş binalarını geçtikten sonra artık taş binalara pek seyrek rast geleceğiz. Van Gölü etrafı ise kâmilen kerpiçtir. Van etrafında yapı gereci ilk mesele olarak göze çarpıyor. Tuğla, Kiremit, Kireçli harç yeniden meydana getirilecek mevzulardır. Yüz sene dayanan dayanaklı kerpiçlerden bahs olunuyor. Bu sözlere fazla kıymet atfetmedim. Van’dan itibaren şimalin bütün karlık mıntıkasında en eyi dam malzemesi olarak çinko görünüyor, Ruslar Karsta ve Sarıkamış’ta dik çatılı, boyalı çinkoları kullanmışlar. Dışardan tedarik olunan çinko bir tarafa bırakılırsa düz damlar umumî manzarayı teşkil eder. Tatvan ve iskeledeki iki muhacir köyünde tecrübe edilen kiremitlerde muvaffak olunamaması fena bir başlangıçtır. Dam için eğri satıhlı, düz arduaz kareleri kullanmak tecrübe olunacak bir fikir görünüyor.
Van halkı düşük, fakir, trahomlu bir tesir yapar. Asıl Vanlılardan mühim kısmı henüz dönmemiş. Şimdiki halk derlemedir. Bütün halkın ümidi Devletin göstereceği alâkadır. Şehir olarak Van’ın özel bir surette tetkiki hangi malzeme, nasıl plân ile, nerede yeni şehrin kurulacağı tespit edilmelidir. Sonra devlet daireleri, memur evleri, kültür kurumları ve ekonomik uzuvları plân dâhilinde meydana getirilmelidir. Sağlam bünyeli iyi bir Van şehri şarkta Cumhuriyet’in önemli bir temeli olacaktır. Böyle bir temel Türk hâkimiyeti için her bakımdan lâzımdır.
Van etrafı geniş, iskân için müsait şartları haizdir. Van etrafı çok sulaktır. Ve halk öteden beri sulamaktan istifadeye alışıktır. Muhtelif memba ve akarsulardan harklar yapılarak sulama teşkilâtı, kurulmuştur. Bu gün bu harklar çok yerde tamire muhtaçtır. Fakat aşağıda söyleyeceğim gibi tamir masrafı azdır. Su kanallarının en eski ve meşhuru Havasor (Avasor – Kızılsu) cenubundan gelen Şamram kanalıdır. Membaından gür bir surette çıkan su kanalla bugün Havasor Deresi’ni üst bir köprüden geçiyor ve Edremit’e ve Van civarına halâ gelebiliyor.
Diğer bir kanal Havasor cenubundan Gevaş civarına kadar gidermiş. Su boldur. Gerek Şamram’ın, gerek Van etrafındaki diğer kanalların tamiri 100 ilâ 150 bin lira tahmin olunuyor.
Van ve civarının ıslahına başlarken ilk yapılacak iş su kanallarının tamiridir.
Van cenubundaki Havasor Vadisi’ni gezmekten maksadım vakti ile müreffeh Ermeni köylüleri tarafından işgal olunan yerleri görmekti. Bu havali boştur. Tedricen Kürtlerle dolmaktadır. Bu kadar boş yerlerde İran’dan, Çıldır’dan ve Erivan’dan gelen pek az muhacirlerin hala şikâyetçi ve yerleşememiş bulunduklarını görmek insanı meyus eden bir şeydir. Gevaş’tan evvelce bir iki kelime söylemiştim. Van civarındaki Edremit Bahçeleri şöhretli bir yer olarak gösteriliyor. Şamram’ın bozukluğundan suların yetmediği anlaşıldı. Mevyalar genel olarak küçülmüş, soysuzlaşmıştır.
Van Gölü’nden istifade üzerine bir iki şey söylemek isterim: Marmara gibi bir denizde kayık ve yelkenli hemen hiç görülmez. Mükemmel bir irtibat sahası bu gün işe yaramaz bir mani halindedir. Van Gölü İşletme İdaresi’nin motorları I. ve II. mevki Marmara nakliyatından fazla ücret alırlar. İşletmenin bütün bütçesini hazine verir. Buna mukabil ucuz fiyatla nakliyat yapmak şimdiye kadar işletmenin aklına gelmemiştir. Römorkörün II. mevki üç küsur liraya taşımasına mukabil kamyonun bir liraya taşıdığını Erciş’te bana anlattılar.
Biraz akıl ve intizam ile Van Gölü mükemmel bir nakliye sahası olacaktır.
Van etrafında Bargir’de petrol varmış. Ruslar işletmişler. Yerli ihtiyaç için olsun tetkik edilmesi lâzımdır. Şatak’ta kuvvetli bir linyit mıntıkası varmış. İmtiyazı verilmek üzere imiş. Yerli imtiyaz sahipleri elinde hiç bir istifade vermeyecek olan kömürün tetkik edilmesini ve değeri varsa devlet tarafından işletilmesini zaruri görürüm.
Gerek cenup dağları, gerek şimal sahilindeki şehirler itibari ile Van havalisi de bir ceviz mıntıkasıdır. Bana denildiğine göre bütün Hakkâri cevizlik imiş. Meyve ve ağaç olarak ceviz Van için önemli bir ekonomi mevzuu olabilir.
Van etrafında bir mamure kurulması için bol sulama imkânı, Van Gölü, kömür ve petrol gibi şartlar çok ümit verici ve teşvik edici manzara gösteriyor. İşler tanzim olunur ve Karadenizliler memnun edilebilirse Van etrafı kolaylıkla gelişebilir, İran yakininde böyle bir mamur merkezin ve mıntıkanın değeri meydandadır.
Van’dan sonra göl kenarını takip ederek Muradiye Suyu’nu (Bendimahî) geçtik. Ernis Köyü’ne geldik. Burası işletme idaresinin tersanesi ve merkezidir. Tamirhanesi ve bir takım binaları var. Burasını esasen muharebe esnasında Ruslar kurmuşlar. Ve yukardan buraya bir de dekovil hattı getiriyorlarmış. Gerçi limandır, fakat bütün göl için en sapa yerdedir. Biz Van’ın kışın kapanmayacak surette muvasalasını cenuptan düşündüğümüz için ve Van civarına demiryolu en çabuk olarak yine cenuptan geleceği için tersanenin henüz iptidaî halde iken Tatvan civarına naklolunması münasiptir. Münasip bir liman bulunacağını ümit ediyorum. Ben geçtiğim zaman, yani 11 Temmuz 935 günü bir Mülkiye Müfettişi Ernis’in hesaplarına bakıyordu. Müfettişin kanaati nereye varırsa varsın idarenin yeni bir zihniyetle, modern bir surette iktisat veya Nafıa Vekâleti tarafından işletilmesi icap edecektir.
Erciş Türk şehrinde bir kaç saat kaldım. Kürt isyanında şehri müdafaa eden halkın kahramanlık hikâyelerini heyecanla dinledim. Şehir içinde, sayılabilecek ciddi ve iki üç gün devam eden muharebeyi halk büyük bir cesaretle ve muzafferiyetle bitirmiştir.
Adilcevaz Nahiyesi bahçelik şirin bir Türk kasabasıdır.
Bu gece Ahlat’ta yattık. Ahlat çok işittiğim hatıralarına göre bana daha eksik bir tesir yaptı. Fakat bu havaliye göre yine şirin esaslı bir Türk şehridir.
Van etrafındaki Türk kasabaları hep mektep isterler. Erciş İlk Mektebi fena idi. Adilcevaz Mektebi ise daha fena idi. Eksikler hususî idarelerin yalnız eksiği görmesiyle giderilebilecek şeylerdi. Meselâ sıraları kâfi olmadığından çocukların gidememesi gibi sebepleri bana söylediler.
Bütün Türk kasabaları etraflarına Türk muhacirleri getirilmesini isterler. Umman içinde kalmış gibi, Türk sitelerinin boşluktan ve yalnızlıktan ürküntü hissettikleri sezilir. Dikkate değeri vardır ki halk Türk muhacirleri isterken yeni geleceklerin yeni ziraat usullerini kendilerine örnek vererek öğreteceklerinden ümitlidirler. Çiftçiliği fena yaptıklarını, hatta kâfi derecede çalışkan olmadıklarını sızlanarak anlatırlar. Altı aydan fazla karla kapalı, muvasalasız ve işsiz yaşayış, yaşayış olmadığını anlamışlardır.
Memurlarımızın sık değişmesi ve uzun müddet mühim vazifelerin münhal kalması, Van Vilâyeti’nde göze çarpan bir gerilik gösterir. Ben Van’da iken Erciş Kaymakamı vekâlet ediyordu. Cumhuriyetten beri bir sayıya göre 13. olan vali yeni gelmiş bulunuyordu. Van’da yaptığımız bütün iş bir cadde üzerinde bir kaç dükkândan ibarettir. 13 valinin her biri bir program gütmüş ve her birinin programı diğerinden ayrı olmuştur. Seyahatim esnasında Erciş ve Adilcevaz gibi şimal kasabalarında yirmi günden beri iskele yapıldığını söylediler.
Van Gölü balık noktai nazarından da alâkaya değerlidir.
Meyve yeri sayılan Erciş, Adilcevaz ve Ahlat’ta meyveler dejeneredir. Cevizler daha canlıdır. Hatta ceviz marangozluğunun oldukça iptidaî möblesi, sandalyesini gördük. Ahlat’ta bildiğimiz zahireden başka az miktarda patates yetişiyor. Burada ziraat malûmatını kaymakamın tavsiyesi ile Ziraat Odası Reisi’nden aldım. Göl vapurları Ahlat’ta hiç uğramazmış. Ahlat’tan sonra tekrar Rahova Düzü’nden geçerek Muş Ovası’na girdik. Geniş ve boş ovadan Muş’a vardık.
Muş
Üç dört bin nüfuslu ufak ve iptidaî bir kasaba. Hükümet Konağı yarım. Vilâyet merkezi olarak yeni canlanıyor ve ümitle bekliyor. Toprağı çok mümbit olmakla şöhretli olan bir buçuk milyon dönümlük Muş Ovası’nın Ermeni köyleri boş -tedricen Kürtlerle dolmakta- ovanın şurasında burasında sazlıklar artmakta.
Muş Ovası iskân ihtiyacını açık gösterir. Umumî mülâhazatım arasında iskân işlerinden bahsedeceğim. Ben bu ovada sulama usulü görmedim. Murat’ın bu bakımdan ne kadar işe yarayacağını tetkik etmek lâzımdır. Bu ova geniş mikyasta iyi cinsten hayvan yetiştirme çevresi olabilir. Herhalde uzun müddet boş kalmayacaktır. Kürtler yavaş yavaş dolduracaklardır. Misal olarak Ebülbahar yakınındaki Sironik Köyü’nde ( büyük, eski bir Ermeni köyü) Mutkilileri yerleşmiş buldum. Bunlar çıkarılacaklarından endişededirler. Yerleşmiş olanların çıkarılma teşebbüslerinde zarardan başka bir netice görmediğim için dokunulmaması fikrinde olduğumu Genel İnspektöre söyledim.
Muş şimdi şarkın büyük bir vilâyetidir. Bitlis, Mutki, Sason, Solhan, Çapakçur, Genç, Varto, Bulanık, Bingöl kazalarından mürekkeptir. Kendisinin bir tarafla kışın kapanmayan irtibatı yok. Ve kendisi ile kazaların irtibatları uzak ve fena. Kazaların zaten bir ihtiyaçlarını temin etmez.
Bitlis Vilâyeti’nin teşkili ve yeni muvasala plân ile Muş teşkilâtı yeniden değişikliklere uğrayacaktır.
Muş’tan sonra Ebülbahar Deresi’ne girecek Kösur Dağları eteğine geldik ve bunu aşarak Murat mailesine geçtik Bulanık’a vardık. Yol pek fena idi. Bulanık bir kaza merkezidir. Yeniden bir Türk şehri olarak kurulması düşünülmüş, her taraftan ele geçen muhacirler yerleştirilmeğe çalışılmış. Bu gün yaygara, sefalet ve şikâyet içinde bulunan 1500 kadar nüfus oldukça mümbit ve sulak bir arazide didinip durmaktadır. Birbirinden üç beş sene farkla gelmiş üç tabaka muhacir var. Çıldırlılar, Ahılkelekliler, Erivanlılar vs. hemen hepsi hallerinden ve hükümet memurlarından şikâyetçi. İki seneden beri orada bulunan kaymakam asabi, namuskârane iş gördüğünü anlatıyor. Ve kendisine gelen parayı muntazam ve nizama göre dağıtmaktan hesap vereceğini söylüyor. Halk düşkün, feryatlı. Henüz arazileri mâl olmamış. Çayırlıklar fena taksim edilmiş. Şikâyet ederler. Genç kaymakam da içinde hıçkırarak ağlar. İşte Bulanık için düşünülen yeni bir Türk şehri fikrinin bu günkü gerçek durumu budur. Genel İspekter Bulanık’la ciddi olarak meşgul olmak için daha ben orada iken tertip almağa başladı. Bulanık’tan sonra Malazgirt’ten geçtik. Bu kadar bitkin ve fena yer güçlükle tasavvur edilebilir. Hâlbuki buranın da yeni ve temiz bir Türk şehri olarak kurulması bizim için pek kıymetli olacaktır.
Malazgirt’ten sonra beş günden beri dört tarafımızda ufkumuzun başlıca haşmeti olan Süphan Dağı manzarasından ayrılıyoruz. Şimdi susuz katavin kütlesini can sıkacak kadar uzun müddet dolaşacağız. Yolda Patnos’tan, Kör Hüseyin Paşa’nın saltanat merkezinden geçtik. Karaköse’ye doğru vardık. Haydaranlıların Patnos etrafında Van Gölü’nün bütün şimalinde geniş mikyasta kurdukları Hamidiye saltanatı tarihlere karışmış. Şimdi bu havali bizim tedbirlerimize ve tasavvurlarımıza olgun ve balmumu kadar uysal bir hale gelmiştir. Tedbirlerimizi tayin ve ne kadar yavaş da olsa muntazam olarak tatbik etmek kâfidir.
İsmet İnönü’nün Şark Seyahati Raporu [1935]-2
Muş Vilâyeti’nden Karaköse yani Ağrı Vilâyeti’ne geçiş daha köylerin sahasında göze çarpıyor. Köyler daha çok ekilmiş;
Karaköse (Ağrı)
Muş Vilâyeti’nden Karaköse yani Ağrı Vilâyeti’ne geçiş daha köylerin sahasında göze çarpıyor. Köyler daha çok ekilmiş; her tarafta biçilmiş ot demetleri; muharebelerden daha az sarsılmış; adeta daha mütemadiyen Kürt halkı.
Karaköse Vilâyeti’ne girildiğinden itibaren Süvari Fırkası’nın heybeti ve prestiji hissedilir. Karaköse’nin kendisi insana harabe ortasında ilk mamure tesiri yapar. Son zamanlarda bu havalide inkişaf etmiş olan başlıca yerdir. Askerî binalar şehri toplamış gibidir. Fırka karargâhı Diyarbekir’den beri rast geldiğimiz ilk betonarme binadır ve güzel binadır. Söylediklerine göre yardımla ve 5.000 lira masrafla çıkmış olan bu bina ayni zamanda subay yurdu ve subay oteli gibidir. Arkadaşlar burada rahatça misafir kaldılar. Şehinşah’ın seyahatinden kalan karyolaların makbule geçtiği anlaşılıyor.
Karaköse hükümete yakın bir Kürt şehridir. Halk Türklüğe hevesli ve mutludur. Bazılarına göre zahiri ve hilekârane olan bu Türklük yakınlığı bence kazanılmış: mesafe ve teşvik olunacak bir durumdur. Karaköse’de hükümet daireleri fenadır. Subay ve işyarlara ev temin etmek lâzımdır. Bunlar inanılmayacak kadar az masrafla yapılabiliyor. Bütün subay ve işyarlar için 20.000 lira yetecek ve bununla galiba kırk ev yapacaklar. Bu parayı gelecek sene bulacağız. Bir süvari alayını kışlaya çıkarmak için 10.000 lira istediler. Bunu M. M. Vekâleti’nden temin ettik. Her ikisi için lâzım olan kereste ısmarlandı. Süvari Fırkası’nın Topçu Taburu için kışla yapılmış. Hülasa az masrafla Karaköse bu havaliye göre temiz bir devlet merkezi haline gelir ve bundan maddî ve manevî istifademiz büyük olur.
Fırka Kumandanı’nın sivil idare ile geçimsizliği hakkında bir iki seneden beri kulaklarımı dolduran vaziyet hakkında yerinde malûmat edinmeğe çalıştım. Fırkası ile çok meşgul muhitte nüfuzlu ve gösterişi sever olan Fırka Kumandanı hakkındaki haberler daha ziyade hasudane ve maatteessüf garazkâranedir. Kumandanın çalışması takdir ve teşvik olunacak mahiyettedir. Süvari spor ve talimleri ve askerî bakım için Karaköse’de bana gösterilen şeyleri İstanbul’da, Ankara’da ve İzmir’de her kıt’a gösteremez. Halkın gözü önünde yapılan bu talimler ve asker sporları yalnız manzarası ile devletin kudret ve hakimiyetini sağlamlaştırmağa çok tedbirden fazla yaramaktadır.
Dikkate değer ki erat yerli ve hatta Karaköse Vilâyeti halkıdır. Eleşkirtli veya Diyadinli neferin orta Anadolu neferi haline geldiğini görmek çok ümit verici bir şeydir. Bu neferlere Kürt köyleri içinde de rast geldim. Askerden geldikleri ve Türklüğe ısındıkları besbelli idi. Karaköse’de İran transit yolu işiyle meşgul olmağa başladım. Bunu bir bütün olarak ayrı bir fasılda anlatacağım.
İran Hududu
Karaköse’den Diyadin ve Bayazıt üzerinden Kızıldize’ye gittik. Yol bu günkü hali ile de istifadeye elverişlidir. Esaslı şose bir taraftan yapılırken yolun sert olan tabiatı işlemeğe müsaittir. Yalnız, Şeyhli Gölü ayaklarının ovası tarla yolu halindedir ki yağışlı havada otomobil geçemeyecek. Kızıldize’ye veya Gürcübulak’a kadar olan transit yolu en evvel yapılmak zaruridir. Kızıldize bizim bunca senelik başlıca gümrük merkezimiz. Pek iptidaî ve himmetsizdir. Kızıldize köylüleri maktu verginin ağırlığından ve ev adedi kaçtıkça bu verginin daha ziyade ağırlaştığından avaz avaz bağırıyorlar. Maktu vergi her vilâyette halkın mütemadi hicreti ve memleketin mütemadiyen harap olması için çok müessirdir.
Kızıldize’den sonra Bayazıt’a uğrayarak Gûrcübulak’a ve İran hududunun tam üstüne geldik. Ağrı dağlarının karşısındayız. 1930 Ağrı Harekâtı ve hudut tashihi vaziyetlerini görüyoruz. Bu gün öğleyi Gürcübulak gerisindeki Sürbahan’da Büyük Ağrı cümudiyelerinin karşısında geçirdik.
Sürbahan, dağ livasının bir alay garnizonudur. 5 ilâ 10 kümesli olan asıl Sürbahan’dan ayrı bir askerî şehir kurulmuş. Mektep yapılmaktadır. Subaylar aileleri ile beraber burada otururlar. Her ev 30 ila 50 liraya çıkarılarak bu havaliye göre temiz bir merkez kurulmuştur. Bir az daha esaslı yardım edersek hem subayların hali daha kolay olur, hem de havali için bir medeniyet merkezi meydana gelir. Subay çocuklarının neşeli gürültüleri ve oyunları içinde bir kaç saat geçirdik Zabitlerin küçük çocuklarından Gürcübulak, Bulakbaşı, Aybey dalları hakkında malûmat dinlemek insana heyecan veren bir şeydir. Subay çocukları altı yaşından itibaren devletin hudutlarını beklemeğe alışmaktadırlar.
Transit gümrük merkezinin nakli, hudut karakolları ve hudut kumandanlarının nakil vasıtaları hakkında ayrıca tafsilât yereceğim.
Sürbahan’ın gümrük merkezi, nahiye ve telgraf merkezi olması her maksada iyi gelecektir. Sürbahan’dan sonra Çengel Geçidi’nden geçerek Iğdır Ovası’na indik. Çengel geçidi sırtlarına tırmanmağa başlarken yol düzeliyor, Eski Rus yolu üzerinden Iğdır’a gidiliyor. Karaköse pilâtosu Türkiye’nin en soğuk ve bu gün en mahrum mıntıkasıdır, denilebilir. Sebze ve meyvenin Erzurum’dan geldiğini zikretmek kâfî fikir verir. Vasıtasızlıktan Iğdır’dan istifadeleri pek mahduttur. İran hududundan Karaköse’ye kadar Rusların yapmış olduğu 1,07 m. genişliğindeki demiryolunun bugün izleri görülüyor, Rayları kalkmış, istasyonları atılmış bir haldedir. Bunu kim yapmış ve niçin yapmış, anlamak mümkün olmadı. Bir iki sene sonra Erzurum’a varırsak bu demiryolunu tekrar yapmak mecburiyeti bize bir çok masrafı beyhude yaptıracaktır.
Buraya kadar. I. Genel İnspektörlük mıntıkası bitmiş olacaktır. Ağrı Vilâyeti İran transiti esasen I. Genel İnspektörlük’le alâkadar değildir. Bu mevzular Erzurum ve Trabzon işleri ile bütün teşkil eder. Onun için ilk fırsatta Ağrı Vilayeti’ni I. Genel İnspektörlük’ten ayırmak lâzımdır.
Hakkâri hakkında da bir iki söz söylemek isterim
Vilâyetin yeniden teşkili kendisini bize zorla ispat etmiştir, denilebilir. Şimdilik Vali Muavinliği şeklinde idare ediyoruz. Hakkâri’de eksiğimiz gerek Van’la ve bilhassa Siirt ile muvasalasızlıktır. Bunları yakın bir zamanda halletmemiz. Irak hududunda karakollar ve Hakkari’nin devlet merkezlerinde daireler ve meskenler beraber düşünülmelidir.
Kars
Iğdır’a geldiğimiz vakit Kars Vilâyeti’ne girmiş olduk. Teşkilâtın son değişmesinde Iğdır, Ağrı’dan alınarak Kars’a verildiği için.
Bulunduğumuz temmuz ortasında Iğdır, Diyarbekir’den sıcak, bilhassa çok sinekli idi. Çoktan beri görmediğim kalabalık, canlı ye gürültülü bir muhite girmiştim. Subaylar, aileleri ve çocukları çevrenin en yüksek dekorunu teşkil ediyorlardı. Her yerde, subay hem Cumhuriyet’in, hem Türk medeniyetinin en temiz örneğidir.
Iğdır geniş bir ovanın ortasında; ova bir buçuk milyon dönüm kadar tahmin olunuyor. Toprak bereketli. Halk denebilir ki esas olarak sulama ile tarım yapar.
Iğdır Ovası her çeşit zahireden başka pirinç ve pamuk yetiştirir. Pamuğu Adana’nın kozasından daha iyi cinste ve daha ağır pahadadır. Herkes bilhassa subay ve işyarlarımız sıtmadan pek muzdariptirler.
Iğdır’ın dertleri iskân ve sulama işleridir. Iğdır’da üç tabaka halkla görüştüm. Yerlileri su istiyorlar. Bunlardan bir kısmı arazilerinin henüz tapusu olmamasından veya arazilerinin değiştirilmesi ihtimalinden korkudadırlar.
Muhacir denilen bir tabaka var ki bunlar geleli seneler olduğu halde arazileri kat’î olarak kendilerine verilmemiştir.
Bir de Ağrı Harekâtı esnasında o mıntıkadan sürülen Kürt köylüleri vardır. Yerli halkın ve Türk muhacirlerin iskân tezebzübü arasında bu Kürtler en verimli boş ermeni köylerine yerleşmişler. Ovaya ve bol mahsule alışmışlar. Şimdi yerlerinden çıkarılmamak ve oturdukları yerlerin tapusunu almaktan başka istekleri yoktur.
Iğdır’da kimsenin yerinden oynatılmasına ne lüzum, ne de imkân var. Türkleri verimli topraktan nereye göndereceğiz? Hudut üzerinde bulunan yerleri derhal Kürtlerle dolacak. Ağrı’dan muvakkaten gelen Kürtleri de bir yere gönderemeyiz. Temeddün edip sükûnet bulmuş olmaları kâfi bir kârdır.
Iğdır Ovası’nda çalışan halkın iskân işlerinin türlü mevzuları ile bihuzur olmasına acele nihayet vermeliyiz. Bu, ancak doğru, salahiyetli bir heyetin çalışmasiyle mümkün olacaktır.
Iğdır Ovası’nın diğer büyük meselesi de Aras Nehri’nden sulama işidir. Aras Nehri’nin yarı suyu ahden bize aittir. Biz bu yarı sudan iptidaî harklarla istifade etmeğe çalışıyoruz. Ruslar Aras üzerindeki bentten büyük bir kanala su alıyorlar Ve bu kanaldan ovayı suluyorlar. Aynı tertip bizim tarafta olmadığı için halk pek sızlanıyor.
Karakale’deki Serdarabad Barajı’nı Türkiye ve Rusya toprağında Ermeni Başvekil Muavini ve Ziraat Nazırı ve işletme mühendisleri ile beraber tetkik ettik. Bent, her iki memleket hesabına yapılmış; kendi hesabımızı borçlu bulunuyoruz. Bendin Rus tarafında su alacak ve boşaltacak kapaklar yapılmıştır. Bu kapak tertibatı ve bir ana kanal bizim tarafta yoktur. Bunları yapmak ne kadar para demek olduğunu tahmin edecek bir istinat malûmatı bulamadım. Kapaklar için yetmiş; seksen bin liradan bahsettiler. Kanalla beraber hepsi bir iki yüz bin lira içindedir. Bu masrafları dönüm başına bir sulama ücreti alarak halka ödetmek mümkündür. Bu halde iş, Ziraat Bankası ile bir malî ve taahhüt tertibine taallûk ediyor denebilir. Asıl mesele inşayı hangi mühendisin, hangi malzeme ile yapabileceğidir. Suyun doğru taksim olunması gibi nazik bir hudut meselesini Ruslarla beraber halletmekte isabet ederiz zannederim. Zaten çimento, demir malzemesi ancak Rusya’dan alınabilir. Aras Kanalı’nın yapılması bizim yalnız iktisadî menfaatimiz değil, halka karşı siyasî vazifemizdir. Meseleye acele temas etmek zorundayız.
Hudut üzerinde her yerde karşı tarafla müsavi şeraitte olmak devletimiz için mühim bir siyasî mevzudur. Ufak masraflar ve dikkatlerle bunun temini müşkül değildir. Fakat çok ihmal vardır. Bu mülâhazayı kanal için değil, her şey için söylüyorum.
Iğdır’da sıtma mücadelesi yapabilsek, prestijimiz ve kuvvetimiz çok artacaktır.
Iğdır’ın mahsulünü değerlendirmek mütalâa olunacak bir mevzudur. Sebze ve meyve için bu, bilhassa irtibat yolları meselesidir. Iğdır’ın yolları şimale doğrudur. Kağızman üzerinden ve Kağızman’la beraber Erzurum yoluna kışın kapanmayan bir irtibat aramak lâzımdır.
Şarktaki ev tezgâhlarına malzeme yetiştirmek üzere Iğdır’da bir küçük iplik fabrikası da düşünülebilir. Bu tedbir pamuğu Rus fiyatından kurtarır ve çok değerlendirebilir. Iğdır’da yeni muhacirleri iskân edecek devlete ait arazi çıkarılabilir.
Iğdır’dan sonra hâlâ işe yarar halde bulunan eski Rus yollarını takip ederek Tuzluca kaza merkezinden geçtik ve Kağızman’a geldik.
Bir süvari livamız güzel garnizonlarına yerleşmiş Kağızman bahçelik ve meyvelik bir yer. Bunların da istediği Erzurum yoluyla bağlanmaktır.
Kağızman’dan sonra geç vakit Sarıkamış’a geldik Mamurluğu şöhretli olan Selim Köyü harap ve berbat bir halde. Buradan da iskân belâsının geçtiği anlaşıldı.
Sarıkamış bir Avrupa şehri manzarasıyla bizi karşıladı Dünyanın her tarafında nadir bulunan garnizon binaları yavaş yavaş çökmek yolundadır. Çift camlar artık tek kanat olmuş; döşeme ve kaplamalar yerinden oynamağa başlamış. Damlar her taraftan akıntı vermektedir. Sarıkamış Ormanları bir görüşte anlaşılacak kadar küçülmüştür. Hâlbuki Sarıkamış’ı, bayındırlığını koruyarak ana vatan şimendiferlerine bağladığımız gün burası bütün memleket için değeri bulunmaz bir toplanma yeri olacaktır. Bundan, on sene sonra Sarıkamış Ordugâhı’na askerî olar