Size de olur mu? Ben bazen dalarım. Yıllar geçip gittikçe sıklaşıyor.
Hafızanın o acımasız yanı galiba... Anılar birden dipsiz bir kuyuya dönüşüyor.
Dün sabah da öyle oldu.
3 Suikast 3 Gazeteci...
Abdi İpekçi...
Uğur Mumcu...
Hrant Dink...
Kitabın sayfaları arasında gezinirken, DVD'yi* izlerken yine dalıp gittim.
İçim acıdı.
Bu topraklarda devletin bitmek bilmez hoyratlığını, acımasızlığını bir kez daha düşündüm.
Özgürlük için, insan hakları için, demokrasi için ne büyük bedeller ödendiği bir film şeridi gibi gözümün önünden geçip gitti.
1970'ler...
1990'lar...
2000'ler...
Faili meçhuller hâlâ bitmedi.
Ne yazık.
Daha güzel bir dünyada yaşamak için bedel ödemek...
Evet öyle ama o acılar da insanın içine çok fena oturuyor.
İsyan ediyorsun.
Fotoğraflara bakıyorum.
Birçoğu yok şimdi.
Bir başka diyara göç ederken, benden de artık yerine koyamayacağım bir parçayı koparıp gitmişler.
Yakın tarihimizden devletin hoyratlığına dair çarpıcı bir örneğin daha sayfalarını karıştırıyorum.
Bir Nazım Hikmet kitabı bu.**
1938'den itibaren ömrünün tam on üç yılını hapiste geçirmiş büyük şair, 1950 yılının başında açlıkgrevine başlar.
Mayıs ayında CHP seçimleri kaybeder, DP iktidara gelir.
Aydınlar kampanya başlatır, Nazım Hikmet'in açlık grevine son vermesi için.
Broşürler yayımlanır:
Nazım öldürülmek isteniyor.
Susanlar... Bu tarihi sorumluluktan korkunuz.
Kanunsuzluk saltanatının yıkılmasından sonra...
Adalet, hürriyet ve demokrasi!
Altında Halide Edip'in, Sait Faik'in, Sabahattin Eyüboğlu'nun, Mina Urgan'ın, Oktay Rıfat'ın, Cahit Sıtkı'nın, Bedri Rahmi'nin, Melih Cevdet'in imzalarının bulunduğu mektuplar yazılır Nazım Hikmet'e 1950'nin Mayıs ayında:
Sizi haksız yere hapiste tutan idare, halkın oyu ile iktidardan uzaklaştırılmış bulunuyor. Yeni iktidar kuruluncaya kadar açlık grevinize fasıla vermenizi ısrarla rica ediyoruz.
1940'lardan bugüne çekin çizgiyi.
Dünkü Taraf'ta bir makale.
İmza:
Ragıp Zarakolu,
Kandıra 2 No.lu F tipi cezaevi.
Ragıp Zarakolu, 1971'in 12 Mart askeri yönetimi sırasında hayatının ilk gözaltını yaşadığı Sirkeci'deki eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün bulunduğu Sansaryan Hanı'nı anlatıyor.
Kapıda çift ay... Emniyet Amirliği'nin en gizemli, en korkulan kapısı:
Siyasi Şube!
Bu kapıdan girerken, 'Vay be, gerçekten varmış böyle bir yer' diyorum ürpererek.
Babamın öğretmen arkadaşı Hasan Basri Alp, 1945 yılında burada ölmüş işkencede ve sonra 'Kaçarken damdan düştü' denilmiş.
Bu ölüm olayıyla ilgili ilk suç duyurusu, şanlı devletimizin ve ordumuzun 1 No.lu SıkıyönetimMahkemesi'ne yapılmış.
Tarih, 26.11.1945.
Suç duyurusunu yapan zat:
Sabahattin Ali.
Tam sekiz gün sonra da 'milliyetçi gençlik', Sabahattin Ali'nin çıkardığı Yeni Dünya gazetesini, Tan gazetesiyle birlikte tarumar, yerle bir edecekti.
Devletin 65 yıldır hâlâ yanıt vermediği işkence suç duyurusunda büyük yazarımız Sabahattin Ali şöyle diyor:
'Huzurunuzda yargılanmakta olan bizler, birçok defalar İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde işkence ve hakaretlerden bahsettik. Türkiye Cumhuriyeti'nin İstanbul şehrinde Bastille Zindanı'nı bile gölgede bırakan bir Emniyet Müdürlüğü var.'
Evet, 1971 Temmuzu'nda benim ifademi de, kalın gözlüklü, zayıf, 1951 tutuklamalarında görev yapmış yaşlıca bir komiser aldı ve 'Kimler geçmedi ki elimizden' dedi.
Sene 2012.
Aylardan ocak.
Dün kar yağdı Kandıra Cezaevi'nde.
Ve ben yine geçmişe daldım.
Sabahattin Ali'nin bugün hâlâ yanıtlanmamış dilekçesini düşündüm.
Canını sıkma Ragıp Zarakolu.
İyi pazarlar!
-------------------------------------
* Faili Meşhur, 3 Suikast 3 Gazeteci, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant Dink. Proje sorumlusu: Derya Sazak, Boyut Yayınları.
** Nazım Hikmet'in Açlık Grevi, Millete verdiğim açık istidaya canımı pul yerine kullanıyorum. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.