Kemalizm'in devlet pratiği hastalıklı bir hal idi. Dönemin sistem kurucuları her rengin mevcut olduğu imparatorluk bakiyesi yeni Cumhuriyet'te; bireyi, kimlikleri, kültürleri, inançları, farklı etnikleri yok sayan bir sistem inşasına girişti. İnsanı ve insani değerler yerine tüm renkleri aynı havanda döverek oluşturmaya çalıştığı 'ulus devleti' merkeze aldı. Kutsal olan ve korunması gereken tek bir şey vardı; o da devlet ve resmi ideolojiydi.
Bu hastalıklı devlet pratiği yüzünden çok büyük acılar yaşandı. Geçtiğimiz 90 küsur yıllık tarihin her sayfası ayrı bir dram ile yazıldı.
Küçük, mutlu bir azınlığın dışında insanlar mutlu olamadı, huzura kavuşmadı.
Sürgünler, tenkiller, kırımlar, soykırımlar...
Ret, inkar ve asimilasyon üzerinden yaşanan kanlı onca isyan, akan onca kan.
İnançlarından dolayı darağacına çekilen onca değer...
Hepsini tek tek saymaya, isimlendirmeye gerek var mı?
Şeyh Said, Seyit Rıza, İskilipli Atıf...
Dersim, Ağrı, Koçgiri... Maraş, Çorum...
Son 40 yıldır devletin yine Kürtlerle sonu gelmeyen savaşı...
Yok, daha saymayalım; bittik, tükendik, yorulduk dahası bıktık artık.
Dönüp dönüp aynı şeyleri hatırlamaktan, yazmaktan ve daha ötesi yaşamaktan...
Gelin görün ki, bizler her ne kadar hatırlamaktan, yazmaktan ve aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamaktan bıksak, değiştirmek istesek de değişmeyen bir şey var bu ülkede!
Aynı hastalıklı pratik, kah o renkte kah bu renkte, bir o şekilde bir bu şekilde sürekli kılık değiştirip karşımıza çıkıp duruyor.
O günün yenisi, dünün eskisi, bugünün yine yenisi ancak tıpa tıp yine ta kendisi; aynı pratik.
Mustafa Kemal pratiği tebdili kıyafet yaparak Gazi Kemal olarak karşımızda yine!
On küsur yıl önce zirve yapan toplumdaki değişim rüzgarını arkasına alarak hızla yükselişe geçen ve devletin başına geçen iktidar, birkaç arpa boyu yol aldıktan sonra sözüm ona 'yeni' adı altında gerisin geriye gitmekte ısrarlı!
Çürüyen duvarı yıkıp yeniden inşa edeceğine geçen on yılı duvarı sadece boyayarak heba eden iktidar sahipleri bugün yolun sonuna doğru geldiklerini görmüş olmalılar ki, iktidarı ellerinde tutmak için kendi moda tabirleriyle her türlü enstrümana dört bir yandan dört bir elle sarılıyorlar.
Öyle ki, en önemli değerleri, ilkeleri, prensipleri çiğnemekte bir beis görmüyorlar!
Öyle ki, en dokunulmaması en kullanılmaması gerekeni kullanmakta sakınca görmüyorlar!
Öyle ki, Yapma kesin emrine rağmen en kutsal olanı, kitabı, Kur'an-ı Kerim'i bile meydana taşımaya cüret edebiliyorlar!
İçi boş veya dolu, yerine getirilebilir veya getirilemez vaatler, belden aşağı vurmalar, yıpratma kampanyaları hatta iftiralar...
Hayır, olmamalı, olmaması gereken şeyler bunlar.
Ama, hepsi bir yere kadar bu toplumun on yıllardır meydanlarda duymaya alışık olduğu siyaset araçları bunlar.
Ancak! En kutsal olanı, kutsalın olsun ya da olmasın, inan ya da inanma- meydanlara bir enstrüman olarak taşınamaz, hiç kimse taşımamalı, taşıyamazsın.
Allah'ın kitabı, ayetleri siyasi bir enstrüman değildir, olamaz.
Yüce Allah, Kur'an'da direk insana seslenir. Sana, bana hepimize...
İbn Arabi'nin Hikmet-i Ferdiyye'nin temsilcisi olduğunu söylediği ilk ve son Nebi Hz. Muhammed'e Allah'ın ilk sözü, 'Oku'dur. Okuyalım, ferdiyetin yüceliğinin sırrına ermek ve Allah'ın sana, bana, hepimize ne dediğini anlamak için, okuyalım.
Allah, aziz kitabında ayetleriyle insanı sulha çağırır. Selamete, teslim olmaya çağırır. Sadece ve sadece kendisine kulluğa çağırır.
İyilik yapmayı emreder. Kötülük yapmayı ise men eder.
Allah, benim emirlerime uy, yalnızca bana itaat et, der.
İnsanlar -Müslümanlar arasında demez- arasında adaletle hükmetmeyi emreder. Akrabaya, komşuya yardım etmeyi emreder.
Yüce Allah, dürüst ol, doğruluktan ayrılma, haksızlık yapma, zulüm etme, yetimin, öksüzün, düşkünün hakkını koru, der.
Allah, öldürmeyeceksin, der. Zina yapmayacaksın, hırsızlık yapmayacaksın, haram yemeyeceksin, der.
Böbürlenme, kibirlenme çünkü böbürleneni, kibirli olanı sevmem, der.
İzzetli olmaya çağırır, zelil kıldığımı kimse izzetli kılamaz, der.
Allah, iftira atmayı, fitne ve fesadı, koğuculuk yapmayı yasaklar.
İsimleriniz, renkleriniz, dilleriniz benim ayetlerimdir, der.
Allah katında üstünlüğün ancak takva ile olduğunu söyler.
Emeğin karşılığının hakkınca ve anında verilmesini emreder.
Allah, mülk Allah'ındır, der. Yeryüzüne dağılın ve rızkınızı arayın, der.
...ve Allah, suni sınırlarda, mayınların arasında canları pahasına rızkının peşinde koşan gencecik kullarımın başına bomba yağdırın, demez.
Allah, kullarının yerin onlarca metre altında üç kuruş paraya taşerona peşkeş çekilmesine cevaz vermez.
Göz göre işlenen cinayete, katliama, 'işin fıtratında var' denilmesini kabul etmez.
Öksüz bıraktığı onca çocuğunun, eşinin, babasının, annesinin, kardeşinin, yakınının, komşusunun, dövülmesine, tekmelenmesine, tokatlanmasına asla cevaz vermez.
Yavrusundan koparılan annenin meydanlarda yuhalanmasına izin vermez.
İsmin ayetimdir dediği kulunun ismi üzerinden ihanetle suçlanmasına izin vermez.
Bırakın geçmişi daha dün, Roboski'den Soma'ya, Afyon'dan Ermenek'e ne çok tepindiniz canlarımızın üzerinde!
...ve Allah, kutsal kitabımız Kur'an Kerim'de biz kullarına seslenir.
Birçok ayetinde biz kullarına, Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın diye emreder.
7 Haziran seçimlerine şunun şurasında bir aydan az bir zaman kaldı.
Az buçuk demokrasi ile az buçuk hukuk devleti bir zamandır zaten askıda.
Olması ve olmaması gerekeni ile; devlet-iktidar omuz omuza vermiş meydanlarda, ekranlarda.
Hastalıklı devlet pratiğinde ezilen, yok sayılan inançlı toplumun omuzlarında Minareler süngü, kubbeler miğfer şiarıyla yükselen ve Türkü, Kürdü, Laz'ı, Çerkez'i, Ermeni'si, Süryani'si, Alevi'si ve Sünni'si ile her kesime ve her renge umut vadeden sözüm ona erdemliler hareketi, geçtiğimiz on yılda resmi ideolojinin Mustafa Kemal pratiğinden Gazi Kemal pratiğine terfi etti.
Dün minareler süngü, kubbeler miğferdi. Bugün ise Gazi Kemal'in pratiğinde Kur'an kalkan, öyle mi!
Bu mudur? Bu muydu gelip geleceğiniz yer!
Meydanlarda din bezirganlığı!..
Neymiş, Diyanet Kürtçe Kur'an-ı Kerim meali basmış da o gösteriliyormuş.
Ne büyük bir ihsan, ne büyük bir lütuf!
Önde din bezirganı peşinde şürekası. Başbakanı, bakanı, vekili, bürokratı, jandarması, polisi, savcısı, hakimi, televizyonları, gazeteleri, emir kulu gazete yöneticileri, profesörü, köşe yazarcığı, entelektüeli...
Yağ satanı, bal satanı... Sözüm ona insanlık onuru, erdemi satanı...
Eşitlik, kardeşlik satanı... Kürde, Kürtçe Kur'an ile çözüm satanı..
İlmihal bilgisinden bile yoksun olduğu her halinden belli 'Sünnetullah'a uygundur' diye topluma başkanlık satanı...
Söylemediği bir şeyi söyledi diye iftira atanı, Kabe satanı...
Patron abilerinin izinde, 'Weren em herin şeriete' (Gelin şeriata gidelim) diye, Kürde faşizm satanı...
Yok, hayır. Daha dün Diyanet'e Hıyanet diyordunuz, demeyeceğim.
Daha dün imamların peşinde namaz kılmadığınızı, Cuma namazına gitmediğiniz hatırlatmayacağım.
YÖK'e, şuna buna karşıydınız, geldiğinizde hemen kaldıracaktınız ama bugün en büyük savunucusu oldunuz, demeyeceğim.
Şunu diyeceğim: Allah biz kullarına diyor ki, din gününün, hesap gününün sahibi Allah'tır.
Allah, biz kullarına diyor ki, Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.
Şüphesiz ki Allah, hesabı çabuk ve en güzel olanıdır.
Çünkü Allah, adildir.