Büyük bir altüst oluş yaşanmakta.
Çok tehlikeli bir süreç bu.
Hiç bu kadarına tanık olmamıştım.
Devlet ve toplumla birlikte hepimiz çalkanıp duruyoruz.
Dümen boşlukta, tutmuyor!
Evet öyle.
Fırtınalı sularda savruldukça savruluyoruz.
İstikamet neresi?
Kayalıklara mı?..
Güvenli, sakin sulara mı?..
Önümü göremiyorum.
O kadar çok cevapsız soru işareti var ki.
Karanlıktayız.
Travmatik bir durum bu.
Başımı nereye çevirsem, FETÖ'cülere ölüm çığlıkları...
Kökleri kazınacak sloganları...
Operasyonlar dipsiz bir kuyu gibi.
Askeri darbe dönemlerinde bile görülmemiş derinlikte bir 'cadı avı'nın tanıklarıyız.
Bir zamanlar komünist, solcu suçlamalarıyla yapılan cadı avları, şimdilerde çok daha büyük ölçeklerde FETÖ'cü diye yürütülüyor.
Çok da can yakılıyor.
Haksızlık, hukuksuzluk orasından burasından uç vermeye başlamış durumda.
Uygulamaları hukukun üstünlüğüaçısından sorgulamaya kalkıştığın zaman derhal sindirilmek isteniyorsun:
- Ne o, yoksa Fetöcü müsün?
Damgalanma korkusu vicdan sahibi insanları sindiriyor, dilsizleştiriyor.
Ve hukuk yara alırken, masumiyet karinesi güme gidiyor.
15 Temmuz darbe teşebbüsüne damgasını vurduğu artık açık olanFETÖ'cü öz elbette aydınlatılmalı.
Türkiye korkunç bir uçurumun kıyısına getiren o kanlı gecenin hesabı elbette yargı önünde sorulmalı.
Ama hukuk unutulmadan sorulmalı.
Hakkaniyet zedelenmeden sorulmalı.
Bu açılardan soru işaretleri gitgide büyüyor.
Türkiye böyle düzlüğe çıkamaz.
Fırtınalı sulardan kurtulamaz.
Güvenlikli bir limana demir atamaz.
Herkesin kafasını burgaç gibi oyan soru malum:
Yarın ne olacak?
Yanıt belirsiz.
Yanıtı en başta devlet büyükleri bilmiyor.
Ordusu, yargısı, polisi, idaresi hallaç pamuğu gibi atılmakta olanTürk devleti bugün belki de en büyük krizini yaşıyor.
Devlet krizi bu.
Devlet bir yarılma içinde.
Artık kimse kimseye güvenmiyor devlette.
15 Temmuz gecesinden beri öyle.
Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı'na güveniyor mu?
Kuvvet komutanlarına güveniyor mu?
Genel olarak 'asker'e güveniyor mu?
MİT Müsteşarı'na güveniyor mu?
İstihbarat örgütlerine güveniyor mu?
Cumhurbaşkanı, asker içinde, yargı içinde, istihbarat örgütlerinde, poliste kendini saklayan FETÖ'cü unsurlar olduğunu bilmiyor mu?
Ordudaki 'Kemalist unsurlar'dan tedirginliği devam etmiyor mu?
Devletin zirvelerindeki böyle bir güvensizlik havası ve belirsizliklerle yüklü böylesine bir karanlık ortam, bir an düşünün, Türkiye'yi nerelere sürükler?
Daha da otoriterleşen bir rejime mi?..
Demokratik hukuk devletine mi?..
Birinci ihtimal benim kafamda ağır basıyor.
Keşke yanılsam.
Benden farklı düşünmeyen çok kişi, bugünlerde 'iyimser senaryolar'dan yana.
Tersini, felaket tellallığı olarak niteliyorlar.
Olabilir.
Ama bugün hâlâ devletin tepelerinde, 15 Temmuz gecesine ilişkin cevapsız sorularla dolu bir dönem yaşanmakta.
Bugün hâlâ darbe tehditlerinin tam olarak ortadan kalkmadığı yazılıyor çiziliyor.
Bugün hâlâ suikast ve siyasal cinayetler yaşanabileceğini fısıldayan hayaletler dolaşıyor kulislerde...
Böyle bir ortamda istikrar olmaz.
Kimse kendini aldatmasın, hayal kurmasın.
Çünkü, bugün hâlâ iktidarla muhalefet arasında gerçek bir uzlaşma yok, lafta uzlaşma var.
Erdoğan, başkanlık takıntısından vazgeçiyor mu?
Erdoğan, demokratik parlamenter rejimin güçlendirilmesinden yana mı?
Güçler ayrılığı istiyor mu?
Yargı bağımsızlığı istiyor mu?
Devleti demokratikleştirmek, sivilleştirmek istiyor mu Erdoğan?
Acaba bu konularda iktidarla muhalefet arasında bir uzlaşma var mı, olabilir mi?
Bu soruları soruyorum, çünkü Türkiye bugünkü derin 'devlet krizi'nden ancak böyle bir 'büyük uzlaşma'yla kurtulabilir.
Lafla değil!