Radikal yazarı Cengiz Çandar, Ankara saldırısına ilişkin iktidarın yaptığı açıklamaları ve Türkiye'nin Suriye politikaları için, "Yurtta iflas, cihanda iflas" dedi. Türkiye'nin PYD politikasına ilişkin PYD ve YPG ile mücadele, aslında, Washington'a karşı verilmiştir diyen Çandar, sözlerini şöyle sürdürdü: Türkiye, mevcut iktidarın akıl almaz yanlış politikaları sonucunda, Suriye'de siyasi planda PYD ve 'simgesel' olarak ise onun askeri kolu sayılan YPG karşısında yenik düşmüştür."
Çandar'ın Radikal'de, Yurtta iflas, cihanda iflas... başlığıyla bugün (21.02.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye, mevcut iktidarın akıl almaz yanlış politikaları sonucunda, Suriye'de siyasi planda PYD ve simgesel olarak ise onun askeri kolu sayılan YPG karşısında yenik düşmüştür.
PYD ve YPG ile mücadele, aslında, Washington'a karşı verilmiştir. Ya ben, ya o biçiminde siyasi-diplomatik arenada yürütülmüştür. Ve, o arenada Washington'a karşı kaybedilmiştir.
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı, bir süredir Washington'u muhatap alarak PYD, YPG, PKK'dır. Teröristtir. Ya ben, ya o diyor; Washington ise Dışişleri sözcüleri aracılığıyla Biz öyle görmüyoruz. Suriye'de müttefikimizdir. Desteklemeye devam edeceğiz açıklamalarıyla Ankara'ya karşı koyuyordu.
Washington ile PYD-YPG'ye ilişkin olarak sürdürülen polemik, Ankara'daki son büyük terör saldırısıyla sorumsuzca araçsallaştırılmak istendi. Olay yerinden yükselen dumanlar daha dağılmadan Ahmet Davutoğlu, dünyanın en acemi başbakanından beklenmeyecek bir aculluk ile, müthiş bir inandırıcılık zaafı sergileyerek Fail YPG'dir olarak açıklamasını yaptı.
Durumun ciddiyeti ve kaybedilen canların acısıyla yapılmış vakur bir konuşma ile hiçbir ilgisi olmayan, Washington'a dönük hadi artık ama, ya o ya ben konuşması sayılabilecek, acemice ve propaganda savaşı niteliğinde bir açıklama yaptı.
Cumhurbaşkanı ise Kim ne derse desin, YPG'dir diye kestirip atarak, inandırıcılık zaafını pekiştirdi.
Amerikalılar, arka arkaya Ulusal Güvenlik Başdanışman Yardımcısı, daha sonra Dışişleri Sözcüsü John Kirby, daha daha sonra diğer sözcü Mark Toner'in ağzından, Davutoğlu'nun verdiği bilgiye itibar etmediklerini, YPG'ye karşı tutumlarının değişmediğini açıklayarak, Ankara'nın tavrını paylaşmadıklarını ortaya koydular.
En son, Beyaz Saray, önceki gece gerçekleşen Obama-Erdoğan telefon konuşmasına dair notu, Türkiye'nin yayımlamadığı bir içerik ile yayımladı, Obama'nın Suriye'de IŞİD ile mücadelenin üzerinde durduğu özellikle ifade edilen notun Ankara tarafından es geçilen cümlesi şu:
Başkan Obama, YPG'nin bu bölgede (Halep'in kuzeyi) şartları istismar ederek ek toprak ele geçirmeye çalışmamasını vurgularken, Türkiye'yi de, bunun karşılığında itidal göstererek, bölgedeki top ateşlerine son vermeye davet etti.
Tabii bu notun Beyaz Saray sitesinde yayımlandığı sırada, YPG'nin Rakka-Musul karayolu üzerinde bulunan Şedade isimli, IŞİD'e karşı askeri harekat açısından değer taşıyan kenti Amerikan desteği altında ele geçirmiş olduğunun duyurulduğunu da bir yere kaydedelim.
Bu arada, dış basın, Ankara'daki terörist saldırıya ilişkin olarak Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun Batılı büyükelçilere sunduğu olayın arkasında YPG'nin olduğunu ispat amaçlı belgelerde YPG'ye ilişkin somut bir bulgu ortaya konmadığını, Sinirlioğlu ile görüşen büyükelçilere dayanarak yayımladı.
Güdümlü Türk medyasına, saldırının arka planına ilişkin verilerek yayımlatılan bilgiler ise tam bir şecaat arzederken... manzarası. Günlerdir hazırlanan saldırıyı önleyemeyen mekanizma, Ankara'nın orta yerinde 28 insan paramparça edildikten sonra saldırının arka planına ilişkin anında ve ayrıntılı bilgiler sunuyor; saldırganın her nasılsa üzerinde bulunan kimlik belgesi dahil!
Her şey, müthiş bir istihbarat ve güvenlik zaafının itirafı aslında.
Daha vahimi, böylesine bir istihbarat ve güvenlik zaafının sorumlularının, terörist saldırıya araçsallaştırarak, bundan sonra benzer saldırılara da ülkenin yakasını bağrını açmış görünmeleri.
Bu ülkenin muhalefeti, hiçbir şey yapamıyorsa, Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkında gensoru önergesi verebilir.
Öyle bir tuhaflık ki iktidarın fail olarak ilan ettiği YPG ve onun siyasi temsilcisi bilinen PYD, olayla ilişkisini reddetmekle kalmıyor; Amerika, Onlar olduğuna dair inandırıcı bir kanıt yok. Onlarla işbirliğimiz devam edecek diyor ve bu arada, ismi verilen failin ailesinin bulunduğu Rojava'nın Amude kentinden gelen haberde, o isimde bir aile ferdinin bulunmadığı, o isimde tek bir şahsın bulunduğu, onun da 60 yaşında olduğu başka bir şehirde yaşadığı bildiriliyor.
Bir de TAK çıktı. İsim, takma isim ve fotoğraf vererek (gerçi fotoğrafın photoshop olduğu iddiası var), terörist saldırının sorumluluğunu üstlendi.
Doğru mu? TAK yapmış olabilir mi?
Olabilir.
Bütün bunların yanı sıra, Ankara'daki terörist saldırının arkasında yeri, zamanlaması, hedefi, vs. itibarıyla- Rusya'nın ya da bir başka devlet istihbaratının bulunduğu akla gelebilir mi?
Elbette gelebilir. Çoluk çocuk işine pek benzemiyor. İster, Davutoğlu'nun iddia ettiği gibi, kim olduğuna dair üzerinde kuşkular bulunan 24 yaşında Suriye'li Kürt Salih Neccar olsun, ister TAK'ın iddia ettiği Zinar Raperin kod adlı 26 yaşındaki Van'lı Abdülbaki Sönmez olsun, ister bir başkası; uygulayıcı kim olursa olsun, terörist saldırının kararının ve planlamasının bir devlet gücü tarafından alınmış ve yapılmış olduğu, mantığa uygun.
Ankara terörist saldırısının Suriye'deki gelişmeler ve Ankara'nın politikasıyla birebir ilişkisi üzerinde ise neredeyse hiç kimsenin kuşkusu yok.
Bu konuda Prof. Savaş Genç'in, üzerinde düşünülmesi gereken bir değerlendirmesi var:
Neresinden bakarsak bakalım TSK'yı hedef alan ve doğrudan Suriye sorunu ile alakalı bir saldırı olduğu anlaşılıyor. Halbuki terör saldırısının sorumlusu istihbarat ve güvenlik güçleridir. Terörist dışarıdan gelmiş olsa bile sorun Türkiye'nin içindedir Bu kadar büyük güvenlik zaafları karşısında kimse istifa etmez ve suçu üzerine almazken TSK'yı Suriye'ye büyük bir maceraya sürme hesabı bu ülkenin yararına olabilir mi? TSK'nın üstünde kamuoyu baskısı oluşturmaya çalışan havuz medyası yazarlarının niyetleri beni büyük şüpheye sevk etmiş, patlamanın üstünden henüz birkaç saat geçmişken ordunun Suriye'ye girmesi gerektiğini savunmaları ülke adına kan dondurucu bir niyet beyanı olarak kayıtlara geçmiştir Ankara'dan intikam almayı planlayan, Türkiye'nin bölgesel güç olmasını ebediyen tarihe gömmek isteyen bütün aktörler Suriye'de savaşa giren Türkiye ile aynı anda hesaplaşmaya çalışacaktır
Yani, tıpkı 24 Kasım'da Rus savaş uçağının düşürülmesinin aslında Türkiye'ye kurulmuş bir tuzak olması gibi, 17 Şubat Ankara terör saldırısı da Türkiye'yi askeri olarak Suriye bataklığına çekmek için kurulmuş bir tuzak olabilir mi?
Suriye'de fiilen savaşa girmenin Türkiye'yi mahvedeceğini, galiba sadece bu niyete sahip olanlar görmüyorlar. Benden sonra tufan zihniyeti, tüm otokratların bünyesinde bulunan bir virüstür.
Birkaç ay içinde Rusya ile düşmanca, İran ile hasmane ilişkilere ulaşıldı.
Rusya ile Suriye'de savaş göze alınmazken, savaşa fiilen girmek için bayağı bir hevesin bulunuyor olması da bir başka paradoks.
Bu arada, fiilen savaşa girmeden sürdüğü bugünkü politikayı ise BM'nin Suriye Temsilcisi Staffan De Mistura, dayanamayıp Türkiye, Suriye'de işlerin karışmasına yol açıyor diyerek eleştirdi.
NATO, Türkiye'nin Rusya ile çatışmasında arkasında durmayacağını belirgin şekilde hissettirdi.
Bu iktidar tek başına iktidara geleli çeyrek yıl daha dolmadı.
Ve dış politika iflas. İçeride ise istihbarat ve güvenlik politikası iflas.
Geriye ne kaldı?