Bir gün basın emekçilerinin örgütlendiğini; cesaretin, hakikate sadakatin ve mertliğin önemini kavradıklarını da göreceğiz.
Hiçbir şey değişmiyor. Gürültü çıkmıyor. Her gün aramızdan birinin kalemini elinden alabilirler. Alıyorlar da. Arkasında büyük bir sessizlik bırakıyor, sözüne ket vurulan.
Birileri kör kör parmağım gözüne bir yaftayla parmaklıkların arkasına tıkıldığında sokaklara çıkıp ‘Özgür basın susturulamaz’ diye bağırıyoruz. Özgür basın derken kastettiğimiz şey bir an olsun yüzümüzü kızartmadan.
Atılacak olan, önce bir süreliğine kirli tırnaklar tarafından işaret ediliyor. Günahları, sinsiliği, hükümet düşmanlığı, Kürt dostluğu bir bir dökülüyor salyalı kalemlerden. Öncelikle ahlakı, siyasi ilişkileri, attığı her adım imalarla, iddialarla kara alayın en kirlisiyle peçeleniyor. Bunu yapan tırnaklar kâğıt üstünde öyle edepsizce cızırdıyor ki başka kimsenin sesi duyulmuyor bir süre. Bize, atılacak olanın atılmayı hak ettiğini daha atılmadan kabul etmemiz dayatılıyor.
Bildiğimiz, tanıdığımız, güvendiğimiz, kendisinden çok şey öğrendiğimiz kişinin hayatı, gizli, gizemli bir entrika ocağıymış gibi tüttürülüyor okurun gözleri önünde. Kim bilir, dememiz bekleniyor. Kim bilir, belki hak etmiştir. Bu sürece girildikten sonra hiçbir gazete yazarının, muhabirinin işten çıkarılması artık şaşırtıcı değil.
Son olarak Nuray Mert’in başına gelenler karşısında ana akım Türk medyası olarak işte başımızı çevirmiş, çok daha önemli şeylerle ilgilenirmiş gibi yapıyoruz. Nuray’ın arkasında kalanların sağır edici suskunluğu ile birlikte her şey doğal akışındaymış gibi geliyor. Rahatlatıcı. Adeta hak yerini buldu duygusu. Zaten daha Başbakan Efendi meydanlardan istese harekete geçirebileceğini ilan etmiş olduğu seçmenlerine ve tabii patronlara Nuray’ı işaret ettiğinde, biliyorduk bu günün geleceğini. Oldu bitti. Kurtulduk.
Zaten epeyidir televizyon kanallarında da göremiyorduk kendisini. Pek dobra, pek lafı dolandırmadan konuşuyordu. Kimselere borcu yoktu besbelli. Oysa strateji uzmanları, eski MİT’çiler, Nazlı Ilıcak ve genç klonu nemize yetmiyor.
Hasan Cemal bile çaresizliğini itiraf eden bir yazıyla boynunu büktü. Milliyet’ten başka hiçbir yazar konuya bulaşmadı. İşte bu kadar. Kurtuluverdik o cazgır kadından. Ne kadar kolaymış, değil mi? Başbakan söylememiş miydi?
Memleketin iktidarı, kendine yaraşır işadamlarını da besliyor elbet. Onlardan da karşılık olarak küçük jestler geliyor. İtişe kakışa gazeteleri satın alıyorlar. ‘Özgür’ basına bekçi olacaklar. Daha büyük ihaleler, daha büyük başkanlıklar için son derece kârlı bir adım. Masraf ettik ama değdi, diyecekler. İlk işleri, kendilerine işaret edilenleri basından silmek.
Nuray diyor ki: “Söylemeye gerek yok, siyasal görüşlerimin tek sorumlusu benim, bağlı bulunduğum medya kuruluşunun benim yüzümden bedel ödemesini hiçbir zaman beklemedim. Bu konuda mesele, bu ülkede siyasi görüşlerin ifadesinin bedelinin, bu görüşleri ifade etme imkânının elinizden alınmasıdır. Bu ne ilk kez benim başıma geliyor ne de benim başıma ilk kez geliyor. Türkiye’de özgürlükler ortamının geldiği nokta hepimizin malumudur. Siyasi görüşlerimi beğenen veya beğenmeyenler olabilir ancak beğenmeyenlerin tuttuğu yol susturmak veya susturulunca sevinmek değil, tartışmak veya hiç dikkate almamak olmalıydı, olmadı.
Bu noktada, en acıklısı, bu tür durumlarda, meslektaşlarımızdan pek çoğunun mağdur olanı itham yolu ile mağduriyetlere meşruiyet kazandırma davranışıdır. Şimdiye kadar olan budur, benim başıma aynısı gelirse hiç şaşırmam. Bunun ötesinde değerlendirmeyi takdirlerinize bırakıyorum.”
Bizim takdirimize fazla güvenme Nuray.
Ama tarihe güven. İnsan hayatı sanıldığı kadar kısa değil. Bugün seni kirli tırnaklarıyla işaret edenleri, kanlı arena ahalisi gibi coşkuyla gidişini kutlayanları da, basını şahsi ‘bodyguard’ı gibi kullananları da bir gün yine bu meydanlarda bize demokrasi dersi verirken göreceğiz mutlaka. Bu kez başka bir güçlünün kirli koltukaltından ses verecekler bir ihtimal. Ama bir gün basın emekçilerinin örgütlendiğini; cesaretin, hakikate sadakatin ve mertliğin önemini kavradıklarını da göreceğiz.
Görmezsek de ne gam!
En azından hiçbir zaman sevdiklerini mahcup etmemiş olacaksın. Seni sevenler de seninle hep gurur duyacak.