MUSTAFA ÖZER Yazıyor...
Aydın, aklını ve enerjisini kullanırken bencil davranmayan, kendisi dışındaki insanları da düşünen kişidir. Yanlış giden bir durum oluştuğunda sadece onu eleştirmek ve yorumlamakla kalmaz aynı zamanda ona müdahalede de bulunur. Bu müdahale aydın için bir etik sorundur. Çünkü bilmek sorumluluk, sorumluluk ise paylaşmayı gerektirir.
Bilgin sahibi aydın gerçeği anlayıp ve açıkladığı, paylaştığı zaman risk almaya başlar. Yanlış durumlar veya tavırlar karşısında müdahalede bulunduğunda egemenlerin gazabına uğrayabilir. Bu durumda aydın ile düzen arasında çatışma başlayacaktır.
Aydın olan kişi olabilecek çatışmada hiçbir zaman egemen güçlerin, düzenin yanında yer almaz. Tersine egemen düzene muhalefet eder. Güçlü güçsüz mücadelesinde güçsüzlerin yanında yer alır, kimsesizlerin kimsesi güçsüzlerin sesi olur. Bu durum ister istemez kendisi için zor aşama olan aydını risk altına sokar.
Aydın ve diğer kesimleri ayırmak için şöyle bir saptama yapılabilinir; salt zihinsel etkinlik gösteren kişinin entelektüel, belli bir oranda diploma sahibi olanın uzman, sadece kariyer sahibi ve üst düzeyde bir büro memuru olanın bürokrat olduğu yada kimlikleri ve statüleri temsil ettikleri söylenebilir.
Oysa aydın bütün bu sıfatlardan biraz daha farklıdır. Toplumun genelinden, bürokrattan, uzmandan hatta entelektüelden ayıran temel özellik onun inandığı doğruyu söyleme, söyleyebilme etiğine, eyleme geçebilme cesaretine sahip olmasıdır.
İktidar tarafından halkın suskunluğa itildiği dönemlerde bile sesini yükseltebilme sorumluluğudur. Bu sorumluluk kendisine bir iş bölümü sonucu verilmiş değildir. Aydın bildiklerinden dolayı diğer insanlara karşı kendisini sorumlu hisseden, bazen anlaşılmama pahasına bile mücadele eden kişidir.
Sadece dünyayı yorumlayan değil, aynı zamanda onu değiştirmek için çaba sarf eden kişidir. Aydın olmanın namusu sadece bilmeyi yeterli görmez, mücadele de bulunmayı da görev sayar. Bu yanıyla aydın entelektüel'den, bürokrattan ve akademisyenden ayrılır.
Aydın olmanın koşullarını yerine getirdiği taktirde bir inşaat ustası bir esnaftan aydın olabilir, koşulları yerine getirmediği taktirde bir üniversite profesörü bile aydın olamaz. Demek ki diploma veya akademik kariyer aydın olabilmek için yeterli bir koşul değildir.
Üstün bilgi, yetenek, diploma ve kariyer sahibi olduğu halde çağının ve toplumunun sorunlarından kaçan, sorumsuz ve ödlek bir yapıya karşılık, gerçek aydın, yeryüzünden işlenen her kötülük kendisine dokunuyormuşçasına, evrensel bir sorumluluk duygusuyla tutum olan, kendisinin iyilik ve doğruluğunun, insanlığın iyilik ve doğruluğuyla yakından ilişkili olduğunun bilincinden olan kişidir.
O halde sormak gerekir; legal siyaset yapan on bin'den fazla Kürt siyasetçisi KCK operasyonları adı altından tutuklandı; demokratik yasal hak kapsamından olan miting basın açıklamaları,8 mart-Nevroz gibi özel gün etkinliklerinde kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk darp edildi, hakarete uğradı, Kürt şehirlerinde gazı, suyu, boyası, copuna maruz kaldı; Kürtlerin cenazelerine saldırıldı; F-16savaş uçaklarıyla 17'si çocuk 34 sivil Kürt insanı Roboski'de katledildi; kısacası devlet kendini vatandaşı saydığı Kürtleri hep bir iç düşman ve eriteceği bir güç olarak ele aldı; son günlerde de Kürt sorunu ve İmralı görüşmeleri ile ilgili tamamen dezenformasyon ve manipülasyon'a dayalı Psikolojik savaş amaçlı basında çıkan haberler karşısında Ben aydınım diyen kimlerin sesi çıktı? Kim hangi demokratik tepkide bulundu? Yada bütün bu ve benzeri olayları kınayan DTK, BDP, TUHAYD-DER gibi legal kurumlarımızın etkinliklerinde, yanlarında yer aldı?
Aydın olmak sadece sözde olabilecek şey değildir aynı zamanda pratikte de gösterilmesi gerekir. Eğer kişi sözüyle, bilgi üretimiyle tutarlı bir şekilde yaşamıyorsa o kişiye aydın diyebilir miyiz? Bilgi sahibi olabilir, bilgi üretebilir, bu özelliğiyle akademisyen, memur, bilim adamı, entelektüel, avukat, doktor olabilir ama aydın olamaz.
Nitekim Kürt sorunu başta olmak üzere ülkemizde birçok sorunun bu kadar çözülmeden büyümesinde yeterince bir aydın direncinin olmamasının payı büyüktür. Bu toplumda yaşayan ve bu toplumun sağladığı olanaklar sayesinde bilme erdemine sahip hale gelmiş aydın, bu coğrafyanın sıkıntılarıyla büyüdüğü ve yaşadığı topluma karşı borçludur, sorumludur. Ayrıca insani nedenlerle de sorumludur. Bilmek aynı zaman da hümanistleşmedir. İşte bu hümanizma insanı insandan sorumlu kılar.
Hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilen anadilde eğitim, Kürt kimliğinin yasal düzeyde tanınması, özgürce örgütlenip demokratik siyaset yapma, statü talebinde bulunan insanlarımız katledilip öldürülürken, göçe zorlanırken, hapislerde esir tutulurken, aydın üç maymunu oynayabilir mi? Hiç bir şey olmamış gibi davranabilir mi?
Türkiye'deki bilginlerin, yazarların, sanatçıların bir bölümü ''ülkemiz yanlış tavır takınıyorlar. Ulusal çıkarlar denilince hiçbir ahlaki ilke aramamaktalar ve aydın olmanın gerektirdiği koşulları ayaklar altına almaktadırlar. Hatta bazı kendilerine aydın sıfatı takanlar bununla da kalmayıp kendi ülkeleriyle ilgili düşünce ve söz özgürlüğü taşıyanları ''vatan haini''ilan ediyorlar.
Şu an etkili konumda olan herkesin ciddi bir şekilde anlama ve öz eleştiriye ihtiyacı vardır. Eğer tarafını tutuğunuz kesimi eleştirmezseniz, aslında ona iyilik yapmış olmazsınız aksine kutsal saydığınız devlete zarar verirsiniz, onun daha fazla yanlış yapmasına, zulümlere, katliamlara, adaletsizliğe çözümsüzlük politikalarının sürmesine katkıda bulunmuş olursunuz.
Fransız askerleri, Cezayirli yurtseverlere kan kusturup, işkence ederlerken Paris'te bir hukuk profesörü özgürlüklerini isteyen Cezayirlilere işkence eden böyle bir yönetim altında profesörlük cübbemi giymekten utanıyorum diyerek cübbesini çıkarıp atmış, bir daha ders vermeyerek tarih önünde Fransa'nın namusunu kurtarmıştır.
Kimi ülkelerde öyle durumlar olur ki bir profesör, bir sanatçı, bir yazar bütün bir ülkenin, bir halkın onurunu tarih önünde tek başına yüceltebilir.
Peki ya bizim aydınlarımız, onlar ne yapıyorlar?
Dinimiz bir, dilimiz bir kendi halkımız küçük kardeş Rojawe Kürtlerine yardım elimizi uzatalım.