SON DAKİKA

'Ayakların baş olduğu demokrasi'den notlar!

'Ayakların baş olduğu demokrasi'den notlar! 27 Haziran, 2013 02:30 Güncelleme: 27 Haziran, 2013 02:30 'Ayakların baş olduğu demokrasi'den notlar!

Sosyal medya sanıldığı gibi demokrasilerde başıboş ve serbest değil. Ancak baskıcı özel bir düzenleme de yok.

'Ayakların baş olduğu demokrasi'den notlar!

İngiltere'de hafta içi her gün evden işe yürüyerek gidip geldim. Bu yürüyüş sırasında üç parkın içinden ve kraliçenin hâlâ yaşadığı meşhur Buckingham Sarayı'nın önünden geçiyordum. Dün ilk kez sarayın önünden geçerken polis beni durdurdu. Sarayın arka kapısı açıktı, karşıdaki yolda kırmızı ışıkta araçlar bekliyordu. Ne olduğunu anlamadım. Yeşil ışık yanınca bir cip usulca kapıdan içeri girdi. Önde bir şoför, yanında bir koruma, arka koltukta ise Kraliçe Elizabeth oturuyordu. Cipin arka camları siyahla kapatılmadığı için gayet net gözüküyordu. Baktım, arkasında korumaların olduğu bir cip daha vardı, o kadar. Valisinden emniyet müdürüne, bakanından başbakanına kadar bizim resmi araç konvoylarını bir gözümüzde canlandıralım. Siz hiç kırmızı ışıkta duran bir devlet büyüğü konvoyu gördünüz mü? Gerçek demokrasilerin aslında çok basit göstergeleri var!

Türkiye'de siyasetin dili -ister iktidar olsun isterse muhalefet- çok kişisel. Prensipler, ilkeler üzerinden değil günlük hatta anlık gelişmeler üzerinden oldukça kırıcı bir üslupta seyrediyor. Zekâ, espri, nükte çoğu zaman yerini kaba hakarete bırakıyor. İngiltere'de siyasetin apayrı bir dili var. Bu dil ile Türkiye politikasını kıyaslamak yanlış olur. Yine de küçük bir anekdotu muhalefetin işlevi anlamında hatırlatmakta fayda var. Şu anda muhalefette bulunan İşçi Partisi'nin başında genç bir isim olan Ed Miliband var. Geçen aylarda aynı partiden 10 yıl başbakanlık yapan Tony Blair ile bir araya geldiklerinde tecrübeli politikacı genç lidere önemli bir tavsiyede bulundu. 'İktidara laf yetiştirmenin yanı sıra iktidar olmak istiyorsa muhalefet partisi olarak topluma umut vaat eden yeni projeler sunmasının gerekliliğini' kamuoyu önünde hatırlattı. Gelin isterseniz CHP, MHP ve BDP'ye genel olarak bakalım. Başbakan ile birebir polemiğe girseler de hemen hiçbiri yeni projeler sunamıyor. Toplumları yönlendirecek, ilham verecek, umutlandıracak hayalleri yok. Negatif algı üzerinden bir muhalefet yapılıyor. Pozitif iletişim küçümseniyor, yok sayılıyor. Boşluğu yine AK Parti yeni projeler, hayaller, vaatlerle doldurmaya devam ediyor.

Türkiye'deki ekonomik krizler dünya ile paralel gelişiyor. Londra'da bulunduğum dönem içinde pek çok siyasi analistin yanı sıra dünyanın önde gelen finans şirketlerinde çalışan ekonomistler ve analistler ile de görüşme imkânı buldum. Bu görüşlerimi zaman zaman sizlerle paylaştım. Genel olarak AK Parti'nin ekonomi politikalarına olumlu baktıklarını gördüm. Türkiye'deki havanın tersine İngiltere'de en azından yakın zamana kadar Türkiye ekonomisine bakış, Türkiye'nin içindeki muhalif olarak tanımlayacağımız ekonomistlerle karşılaştırıldığında çok daha iyimserdi. Bunda en büyük faktör Ali Babacan'dı. Aldığı kararlar kadar iletişim dili de farklı kesimlerde Türkiye'nin bir bakanına yakışır ve örnek olacak düzeyde bir hayranlık oluşturmuştu. Gezi olayları sonrasında görüştüğüm ekonomi analistleri beni şaşırttı. Hemen hiçbirinin, sanıldığı gibi Gezi eylemleri çok umurlarında gözükmüyordu. Onlar dünyada başlayan yeni daralmadan ve bu daralmayı başta Türkiye olmak üzere nasıl etkileyeceğinden endişe duyuyorlardı. Elbette Gezi olaylarının başta turizm ve Türkiye imajına olumsuz etkileri inkâr edilemez ama doğruyu söylemek gerekirse daha bu olaylar başlamadan birkaç hafta önce bütün dünya borsalarını bekleyen bir ekonomik krizin Türkiye'yi de etkileyebileceği konuşulmaya başlanmıştı. Yani şu son yaşanılan ekonomik krizde bir fatura çıkarılacaksa Gezi eylemcilerinden çok (cari açık meselesi gibi) Türkiye'nin ekonomi politikalarına, faiz lobisi denilen ne idüğü belirsiz gölgelerdense ABD Merkez Bankası'nın aldığı son kararlara bakmakta fayda var.

Günlük yaşantımın ortasında beni en çok etkileyen, bireye verilen önem oldu. Bireyin özgürlükleri, bireyin yaşam hakkı, kimlik tercihlerine saygı, eğitim kalitesi, yaşam standardı, inanç hürriyeti bireyden başlayıp halka halka büyüyerek demokrasilerin içeriğini ve kalitesini belirliyor. Devletin kırmızı sınır çizgisi, 'birey'in özgürlüklerinin tam önüne çizilmiş durumda. Birey, devleti değil; devlet, bireyi koruyor. Ne yazık ki Türkiye'nin en önemli problemlerinden biri, bu bakış açısındaki farklılık sanırım.

Sosyal medya sanıldığı gibi demokrasilerde başıboş ve serbest değil. Ancak baskıcı özel bir düzenleme de yok. Yasalar normal hayatta nasıl işliyorsa sosyal medyada da aynen öyle işliyor. Asıl üzerinde durulması gereken, bugün milyonlarca kişinin kullandığı sosyal medya şirketlerinin hiçbirinin Türkiye'de şubeleri ya da yetkili görevlilerinin olmaması. Facebook'tan Twitter'a kadar bu şirketler Türkiye'ye sorumlu atamıyorlar. Böyle olunca Türk yasalarında kullanıcılara ulaşamıyor ve hesap soramıyorsunuz. Londra'da görüştüğüm üst düzey yetkililere “Peki neden yetkili atamıyorsunuz?” diye sorduğumda, Türkiye'deki demokrasi şartlarından duydukları endişeyi anlatıyorlar.

Soralım: Haksızlar mı?

Önümüzdeki yazımda sizlere Aleviler, Kürtler ve Türkler ile diyasporadaki Türkiye'den bahsedeceğim...

 

Yorum Ekle