Mustafa ÖZER
Mustafa Kemal çektiği telgraflarda, gönderdiği mektuplarda yada meclisteki konuşmalarında Kürt Kürdistan gibi terimleri sık sık kullanmıştır. Mustafa Kemal'in Kürt politikasına dair pek bilinmeyen yada bilmezden gelinen belge Amasya Protokolleri diye bilinen siyasi metindir. Sıklıkla Amasya Tamimi ile karıştırılan bu belge, İstanbul ile Milli Mücadele kadrolarının biz uzlaşma girişiminin sonucu olarak ülke meselelerini bu arada Kürt meselesini konuşmak için Amasya'da buluşarak 20-23 Ekim 1919 tarihlerinde hazırlandı.
Kürt meselesine değinen 22 Ekim 1919 tarihli ikinci protokolde günümüz Türkçesi ile Beyannamenin birinci maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırının Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı toplumundan ayrılmasının imkansızlığı izah edildikten sonra bu sınırın en asgari bir talep olarak kabul edilmesinin temini lüzumu müştereken kabul edildi. Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestliğini saylayacak şekilde ırk hukuku ve sosyal haklar bağlamından daha iyi duruma getirilmelerine izin verilmesine ve yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını güder gibi görünerek yapılmakta olunan karıştırıcılığın önüne geçmek için bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi hususu uygun görüldü. deniyordu.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kürt meselesine yaklaşımlarına dair bir başka ipucu, 22 Temmuz 1922 tarihli TMBB gizli celselerinde alınan karardır.
O sırada bağımsız bir Kürdistan kurmak üzere İngilizlere karşı isyan etmiş olan Mahmut Berzenci'yi kontrol altına almak isteyen TBMM, El Cezire Komutanlığına (Bugünkü Kuzey Irak) yazdığı yazının birinci maddesinde (günümüz Türkçesi ile) Kürtlerin oturduğu bölgelerde hem iç ve hem dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz. Derken, ikinci maddede ulusların kendi kaderini tayin hakkının tüm dünyada olduğu gibi, TBMM tarafından da kabul edildiğinden bahsediliyordu.
Nitekim Mustafa Kelam, Lozan görüşmeleri sırasında Kürtleri karşı tarafa itmemek için bir adım daha atıyor ve 16-17 Ocak 1923'te İzmit Kasrı'nda davet ettiği gazetecilerin soruları üzerine, bugüne bile ışık tutacak şu belirlemeleri yapmıştı.
Kürt sorunu; bizim yani Türklerin çıkarına da kesinlikle söz konusu olamaz. Çünkü bildiğimiz gibi bizim milli sınırlar içerisinde var olan Kürt unsurlar öylesine yerleşmişlerdir ki, pek az yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk unsurunun içine gire gire öylesine bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek, Türklüğü ve Türkiye'yi mahvetmek gerekir. Söz gelimi Erzurum'a, Erzincan'a, Sivas'a, Harput'a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Buradan başta Türkiye'nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade okumadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi TBMM, hem Kürtlerin hem de Türklerin sahibi vekillerinden oluşmuştur. Ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir.
Lozan görüşmeleri sırasında da, Kürtleri de temsil ettiğini söylemekte olan Ankara hükümeti Kürtlerin oturdukları bölgelerde iç-dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak yerel bir yönetimi gerekli görüyoruz. Diyordu.
Kürt sözcüğü tehlike arz ettiğinde ve bir sorun haline gelmeye başladığından itibaren bu konuşmalar, saptamalar Nutuk başta olmak üzere bütün dokümanlardan çıkarılmış, böyle bir konuşma yokmuş gibi davranılmıştır. Yani Kürt sorunu söz konusu olduğunda tarihin tarifin edilmesi bir yana Atatürk bile sansürlenmiştir.
Bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlara bakılınca, Mustafa Kemal'in Milli mücadeleye omuz veren Kürtlere ve diğer toplumsal kesimlere verdiği sözleri yerine getirmesi durumunda tarihin farklı gelişeceğini bugünkü sorunların da bu haliyle yaşanamayacağını kestirmek zor değil.
Arşivlerde keşfedilmeyi bekleyen daha çok belge var bilmiyoruz. Ama bu iki belgeden anlaşıldığı kadarıyla Mustafa Kemal bir Kürt Sorunu olduğunu kabul ediyor. Çözümü de Kürtlerin yoğun olduğu bölgelere özerklik vermekte görüyordu.
Ancak sonra ne oldu da 1924 Anayasasının 88. maddesiyle Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla (Türk) ıtlak olunur. Denilerek farklı bir yola girildi?
Bu dönemi Cumhuriyetin ilk 25 yılında yaşanan 16 Kürt ayaklanmasını ve devletin bunlara verdiği cevabın irdelemeden ortada 90 yıllık bir Kürt sorunumu yoksa 30 yıllık bir terör sorunumu var sorusuna cevap vermek doğru görünmüyor.
Eylül 1919'da Türk ve Kürtler kardeş olarak yaşamaya devam edeceklerdir diyen Mustafa Kemal, Ocak 1923 İzmit'te yaptığı bir konuşmasında bile Kürtler için özerklikten bahsetmiş; 1923'ün yazında ise yeni bir politikaya geçmiştir.
Kürt il ve ilçelerinde devlet görevlisi olan bütün Kürtlerin yerine Türkler atanmış, orduda Kürtlere yönelik bir ayrımcılık uygulamaları başlamış, 29 Ekim 1923'te Kürt lafı bir daha edilmemek üzere terk edilmiş Mart 1924'te eğitim ve hukuk sisteminde Kürtçe kullanılması yasaklanmıştır.
Bugün yaşananlara bakınca keşke Kürtlere verdiği sözü tutsaydı dememek elde değil.
Kaynak: Nutuk, Ayşe Hür, y.a.g.e., Ahmet Özer-Kürtler ve Türkler