Daha sonra memurluğa döndüm. 1979 yılında Ankara Yapı İşleri Bölge Müdürlüğü görevine başladım. Burası Ankara, Çankırı, Bolu, Kastamonu ve Zonguldak illerindeki okul, stadyum, kışlık, hastane, lojman, karakol gibi gibi devlet inşaatlarını yapan, büyük yatırımcı üniteydi. Bundan dolayı müteahhitlik yapanların yoğun ilgi gösterdikleri, birçok entrikanın da döndüğü kamu kuruluşuydu.
İşe başlar başlamaz birçok tanıdığım, bölgeyle ilgili bana önemli bilgiler verdiler, bazı konulara dikkatimi çektiler. Bölgenin ihaleye çıkardıkları inşaatların kimin tarafından yapılacağının bazı ofislerde karara bağlandığını, bölgedeki işlemlerin, bu kararları resmileştirmekten başka bir anlamı olmadığını söylediler. Keza, bazı firmaların sırf avanta almak için ihaleye iştirak belgesi aldıklarını, işi kabadayılığa döken bazı müteahhitlerin iş yapmadan büyük paralar kazandıklarını söylediler.
Müsteşar ve Genel Müdürün onayını alarak, kilit noktalardaki bazı yöneticileri görevden alarak işe başladım. Daha sona (ihalelerde etkin iki komisyonu) üyelerini değiştirdim.
İhaleye giriş belgesi veren komisyona, belge aldığı halde ihaleye girmeyen, aldığı işi bırakan, bölgeyi mahkemeye veren firmalara, giriş belgesi vermemelerini söyledim.
Bu uygulama sonucunda, avantayla geçinenler, ihaleyi bölge dışında karara bağlayanlar rahatsız olmaya başladılar. Bu yeni düzenlemenin emrini vermem sebebiyle şahsıma karşı bir kampanyanın oluşturulduğunu bir olay üzerin öğrendim.
Bir gün sekreterim, "Nabi İnciler sizi arıyor." Diyerek bana bir telefon bağladı. "Alo dememle birlikte, karşı taraftaki kişi beni tehdit etmeye başladı. Bana, "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?", "Sen kendini ne zannediyorsun?", "Benim ekmeğime el atanın elini kırarım." Diye bağırmaya başladı. Önce şaşırdım ama hemen toparlandım ve adama: "Bana bak aslanım, insanın eli lafla kırılmaz. Erkeksen gel buraya bakalım nasıl el kırılıyorsun?" deyip telefonu yüzüne kapadım.
Bu tavırım üzerine adam kim olduğumu araştırmış ve tanıdığı bir mühendisin kardeşi olduğumu öğrenmiş. Bir gün sonraki telefonunda ise farklı bir ses tonuyla "Affedersiniz müdür bey, ben seni tanımadım. Meğer sen İsmet Çamlıbel'in kardeşiymişsin. Ben de Kürt'üm. Urfalıyım. Sen bizim babamızsın…" der demez, ben yine sert bir şekilde, "Ben senin ananı tanımıyorum." Deyip yine telefonu yüzüne kapattım.
Daha sonra öğrendim ki, birçok insanın huzurunda cereyan eden bu diyalogumuz üzerine, adam fitil olmuş ve beni öldüreceğine yemin etmiş. Bunu söylediğinde, o cemaatte beni tanıyan birkaç kişide varmış.
Bu son telefon konuşmasında sonra ziyaretlerim birden bire artmaya başladı. Tedirgindiler, bana bir şeyi söylemekte tereddüt ediyorlardı. En sonunda birisi konuya girdi. Telefonda tartıştığım adamın, Türkiye'nin en azılı babalarından birisi olduğunu, etrafında vur deyince vuran birçok ülkücü komandonun bulunduğunu, bu adamın defalarca üst düzey bürokratları makamında dövdüğünü söyledi. Son telefon dolayısıyla bana mutlaka bir kötülük yapacağını söyleyip tedbirli olmamı önerdi.
Ben o zamana kadar İnci Baba adını hiç duymamıştım. Azılı bir kabadayıda olduğunu bilmiyordum. Hakkında bilgi sahibi oldukça, tehlikeli bir insan olduğunu ve bana zarar verebileceğini anladım.
Aldı mı beni bir korku ve tedirginlik. Kendimi sakinleştirmekte zorlandım. Öyle bir hale geldim ki, "Şu adam gelse, sövecek mi, dövecek mi, yoksa öldürecek mi? Ne yapacaksa yapsın. Bende bu stresten kurtulayım." Demeye başladım.
Ben bu psikoloji içinde debelenip dururken, meğer beni tanıyanlarda İnci Babayı sakinleştirmeye çalışıyormuş. Daha sonra öğrendim ki bu konuda en büyük çabayı gösteren ve İnci Babayı sakinleştiren, militan bir Adalet Partili olduğu için değiştirdiğim sekreterim olmuş. Bu hanım, milliyetçi muhafazakâr kesimde önemli insanlarla ahbap olan birisiydi.
Bu hanım, önce İnci Baba'ya gidip "Bu yeni bölge müdürü senin bildiğin sıradan memurlardan değil. Bu adam güçlü bir aşiret reisinin oğludur. Etrafında bir sürü silahlı adamı var. Ona dokunduğunda seni yaşatmazlar." Demiş.
Daha sonra İnci Baba'nın saygı duyduğu bir MHP'li mühendisi İstanbul'dan Ankara'ya getirtmiş ve onun aracılığıyla İnci Baba'yı sakinleştirmiş. Ben bu olanları daha sonra öğrenmiştim.
Ne olacaksa olsun tedirginliği içindeyken, bir gün sekreterim beklediğim haberi verdi. İnci Baba bölge müdürlüğüne gelmiş ve benimle görüşmek istiyormuş. Kendimi topladım, ayağa kalktım ve gergin bir şekilde kapıya yöneldim.
Sekreterim kapıyı açtı ve kısa boylu, şiş göbekli, tipsiz bir adam içeriye girdi. Elindeki çiçekle madlen çikolatayı sehpanın üzerine koydu. Ceketinin düğmesini ilikledi ve gelip bana sarılarak yanağımdan öptü.
Koltuğuna oturduktan sonra bana: "Müdür bey sana karşı bir saygısızlığımız oldu. Lütfen beni affet." Dedi. Bende kendisine, "Estağfurullah efendim. Benim de bir kusurum olmuşsa özür dilerim." Dedim. Tabir caizse benle İnci Baba, tıpkı Amerika ile Küba gibi, bir savaşın eşiğinden dönmüş olduk. O günden sonra İnci Baba ihalelerimize müracaat etmedi. Birbirimizi de bir daha görmedik.