Dil, yaşayan canlı bir varlıktır, bir kişiliktir. Bunun için bir dil bilen bir insan, iki dil bilen iki insandır. Dil, çağlar boyunca kuşaktan kuşağa aktarılan ulusal bir mirastır. Hergün beslenerek, gelişerek, serpilerek ve zenginleşerek yaşamasını sürdürür. Dilin üç önemli görevi var.
1-Genel anlamda dil, duygu, düşünce, istem ve beklentilerimizi, bir birimize aktardığımız bir iletişim aracıdır.
2-Dil, kültüre depoluk yapar. Milyonlarca insanın tarih boyunca yarattığı tüm değerler, dil aracılığıyla depolanır ve gelecek nesillere aktarılır. Sözlü depoda bazı şeyler zamanla değişir, veya unutulur. Ama yazılı depoda hiç bir şey kaybolmaz. İşte bu nedenlerledir ki, kolonyalist devletler, sömürge halklarının dilinin yazılı hale gelmesini engellemeye çalışıyorlar. Böylece baskı altına alıp sömürdükleri halkların, değer yaratmalarına, yaratılan değerlerin korunmasına ve gelecek kuşaklara aktarılmasına engel olmaya çalışırlar.
3-Dil, milyonlarca insanı aynı duygu ve düşüncede birleştirir, onları bir birine yapıştırır, onları sürü olmaktan çıkarır, ortak bir karektere sokarak, ulus haline getirir.
Her dilin kendine özgü bir düzeni, gramatik yapısı, armonisi, düşünüş ve anlatım özelliği vardır. Dil, onu konuşan insanları öylesine sarıp sarmalarki, onları aynı şeye gülen, aynı şeye üzülen, aynı çekilde düşünen bir yapıya sokar.
Bir toplumu sürü olmaktan çıkarıp ulus yapan ögelerin başında dil gelir. Bu bakımdan, bir dili baskı altına almak ve yasaklamak, o dili konuşan ulusun maddi ve manevi kişiliğine yönelik bir saldırıdır, katliamdır, soykırımdır.
Bu gün 280 civarındaki ülkede, 4 bin cıvarında dil konuşuluyor. Yani, her ülkede birden fazla dil konuşuluyor. Bir çok ülkenin de, birden fazla resmi dili var.
Dünyanın tüm ülkelerinde dile, anadil diyorlar. Çünkü, çocuklar daha ana rahmindeyken öğrenmeye başlıyorlar. Bir çocuk 4. aydan sonra, ana karnındayken sesleri algılamaya başlar. Çocuk ana rahminde, anasının kalp atışlarını dinlemek için, hep başı hafif sola eğik biçimde durur. Annesinin bedensel, zihinsel ve ruhsal durumundan aynı şekilde etkilenir.
Doğumdan sonra da çocuk, en çok anne ile beraberdir. Annenin konuştuğu dilin ses dizisi, vurgusu, tonlaması ve melodisi, çocuğa aynı şekilde intikal eder. İşte bu nedenlerle her millet, kendi diline, anadil diyor.
Çocuk dili nasıl öğrenir? Yapılan bilimsel araştırmalara göre, bir yaşında bir çocuk 3 sözcükle konuşur. 2 yaşında yaklaşık 230, 3 yaşında 900, 4 yaşında 1500, 5 yaşında 2000, 6 yaşındaki çocuk ise 2500 sözcükle konuşur.
Eğer çocuk donanımlı, entellektüel bir çevrede dünyaya gelirse veya anne ile babası ayrı dillerle konuşursa, sözcük dağırcığı 500 kelimeye kadar yükselir. Her çocuk zorlanmadan birden fazla dili rahatça öğrenebilir. Anadilini iyi öğrenen bir çocuk, başka dilleri daha rahat bir şekilde öğrenir.
Bir çocuğun kişiliği, 0-6 yaş arasında şekillenir. Çocuk 6 yaşına geldiğinde, artık anadilinin ayrıntılarını, inceliklerini, kurallarını, armonisini ve düşünce sistematiğini kavramış olur. Artık her şeyi bu programa göre öğrenir. Dünyaya, anadilinin penceresinden bakar. Kendini en iyi bu dille anlatır. Kendine söylenenleri en iyi bu dille kavrar.
Eğer bir çocuğu yabancı bir dille eğitmeye kalkarsak, çocuk sıfır yaşındaki bir bebeğe dönüşür. Kompütüre girin bir virüs, nasıl kompütürü alalk bullak ederse, çocuğun beyni de aynı şekilde alt üst olur. Düşünme sistematiği bozulur. Beyin fonksiyonu sekteye uğrar. Bir kaos içine düşer. Zihinsel, düşünsel ve ruhsal dengesi bozulur, tüm yaratıcılığını yitirir. En basit bir şeyi bile kavramakta zorlanmaya başlar.
Her dilin kendine özgü bir düzeni, gramatik yapısı, armonisi, düşünüş ve anlatım özelliği vardır. Kendine özgü mantığı, anlatım biçimi, kurgusu ve psikolojisi vardır. Her insan konuştuğu dilin mantığına ve düşünce sistematiğine uygun bir davranış içine girer. Yani Kürtçe konuşan birisi Kürt gibi, Türkçe konuşan birisi de Türk gibi davranır.
Anadilimiz biyolojik yapımızı bile şekillendirir. Örneğin, konuşma ve duymayla ilgili organlarımız anadilin armonisine göre şekillenir. Kulağımızdaki örs-çekiç kemiği, ses telleri, diş ve dudak gibi organlarımız, anadilimizin vurgu, tonlama ve armonisine uygun bir şekil alır. İşte bu yüzden hepimiz, yabancı dillerdeki bazı sesleri çıkarmada zorlanırız, başka bir dili aksanlı konuşuruz.
Şimdi size, anadilin toplum yaşamındaki önemini gösteren, muhtemelen inanmada zorlanacağınız, dikkat çekici bir araştırmadan bahsetmek istiyorum.
2010 yılında 500 Alman ile 500 Fransız bebeğin denek olarak kullanıldığı bir araştırma yapıldı. Bu çocukların ağlamaları günlerce kayda alındı. Bir çok müzisyen, kompozitör ve ses bilimci uzmanlar, bu sesleri dinleyip, onları notalandırdılar. Sonuçta, Alman çocuklarıyla Fransız çocuklarının, bir birinden farklı şekilde ağladıkları tesbit edildi. Yani çocukların anadillerinin armonisi gereği, bir birinden farklı şekillerde ağladıkları ortaya çıktı.
Tüm bu araştırmalar gösteriyor ki anadilimiz, toplumsal yapımızı şekillendiren çok önemli bir konudur. Ve vurgulandığı gibi, bir ulusun anadilini yasaklamak, eğenim ve eğitimini yasaklamak, o ulusun varlığına yönelik bir jenosittir.
TC. çok halklı, çok dinli, çok kültürlü, çok dilli olan Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntısı üzerine kuruldu. O dönemde Türkiye’de 40 civarında dil konuşuluyordu.
Bu rejimi kuranlar ve yönetenler, bu çoğulcu yapıyı koruyacağına, onu yok saydılar ve yok etmeye kalktılar. Bu nedenle, günümüzde Türkiye’de konuşulan dil sayısı 10 cıvarına inmiş bulunuyor.
Eğer bu inkar ve yasak politikaları olmasaydı, bunca dilin yaratacağı, sanat, bilim, edebiyat, kültür ve teknoloji sayesinde Türkiye, dünyanın en renkli ve en gelişmiş bir ülkesi haline gelirdi.
Bu nedenlerle, ülkede inatla sürdürülen anadilde eğitim yasağı, Kürt ulusal varlığına yönelik bir saldırıdır, katliamdır, jenosittir. Ve doloyısiyle bir insanlık suçudur.