Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İrfan ASLAN, Türkmeneli TV'de 'Coğrafyamıza Akademik Bakış' programına katıldı.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İrfan ASLAN, üniversitelerin bulundukları ülkelerin gelişmişlik düzeyine en büyük katkı yapan kurumlar arasında yer aldığı gerçeğinden hareketle üniversitede öğrenim gören öğrencileri en donanımlı şekilde yetiştirmeyi hedeflediklerini söyledi.
Türkmeneli Televizyonunda Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Hikmet AZİZOĞLU'nun sunduğu 'Coğrafyamıza Akademik Bakış' programına Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İrfan ASLAN'ınyanısıra Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan ERDEM de katıldı.
Türkmeneli TV'de konuşan Prof. Dr. İrfan ASLAN, dünya konjonktürüne bakıldığı zaman hemen her yerde üniversitelerin farklı dillerin, dinlerin, ırkların, mezheplerin ve renklerin bir arada cümbüş olduğu, çalışmaların yapıldığı, bir şeylerin üretildiği ve üretilenin topluma sunulduğu yerler olduğunun görülebileceğini belirtti.
Üniversitelerin hiçbir zaman toplumdan ari yada beri yerler olmadığını ifade eden Prof. Dr. ASLAN, Üniversiteler, toplumun seviyesine inmeyen ama toplumdan da uzak olmayan, toplumu kendi seviyesine çıkaran yerlerdir. Bundan dolayı üniversiteler dünyada her zaman lokomotif güç olmuştur, böyle de olmakzorundadır. Hangi ülkeye bakarsanız bakın, bir ülkenin üniversiteleri gelişmiş ise o ülke geri kalmamıştır, üniversiteleri geri kalmış ülkelerin ise gelişmesinden söz edilemez. Çünkü üniversite kalkınma ile paralel giden, o ülkenin ana etmenleri olan yöneticilerini, idarecilerini çalışanlarını yetiştiren üst etmenlerdir dedi.
Prof. Dr. ASLAN,Ortadoğu bölgesinde bulunan üniversitelerin tarihi geçmişine baktığınız zaman çok ciddi bir arka plan görürsünüz. Ancak Ortaçağ dönemlerinden sonra bu bölgede içsel karışıklıklar, farklı çatışmalarlabirçok çalışma kesintiye uğramıştır.Ancak Rönenans ve Reform dönemleri ve Fransız İhtilali ile yeniden bir değişim yakalayıp bilginin o tarafa doğru akışı sağlanmıştır.Oysa İslam kültürü ile birlikte İslam coğrafyasında çok ciddi bilim yuvaları olan medreseler ve Enderun Mektebi kurulmuştur. Ama maalesef buradaki çalışmaların sonraki kuşaklara aktarılması gerçekleştirilememiştir.Bilginin kesintiye uğraması bu durumun en büyük nedenlerinden biridir. Yani geçmişe dayalı, kaynağı belli olmayan, geçmişten gelmeyen bilginin hazır bilgi olarak sunulmasından kaynaklanan bir problem olarak ortaya çıkmaktadır diye konuştu.
İslam kültürü ile birlikte sadece geleneğe bağlı yada insana dayalı bir bilim oluşmadığını kaydeden Prof. Dr. ASLAN, konuşmasına şöyle devam etti: Bu önemli bir parametre oluşturmuş ancak fenni yada modern ilimler dediğimiz ilimlerde çok ciddi seviyelere ulaşılmıştır. Örneğin kimyacıların babası olarak Cezeri kabul edilir. Cezeri, 900'lü yıllarda Cizre'de yaşamıştır. Yada Pascal üçgeni diye anlatılan üçgen, Ömer Hayyam'ın üçgenidir. Bizde, o dönemlere ait gelişme kırılmalarından dolayı, İslam kültürü ile geçmişe dayalı oluşan modern bilimin bağları kopmuştur. Örneğin İbn-i Sina, Tıp dalında çok önemli bir köşe taşıdır. Özellikle bu coğrafyadaki insanların sıkıntısı zaman zaman yaşanan kırılmalardan dolayı geçmiş ile bağları koparılmış. O geçmişe sahip çıkma, geçmişten gelen çalışmaların devam ettirilememe problemi ortaya çıkmıştır.
Türk yükseköğreniminde yaklaşık 5 milyon öğrencinin öğrenim gördüğünü,150 binin üzerinde de akademisyenin bulunduğunu vurgulayan Prof. Dr. ASLAN, şöyle konuştu:
Biraz önce yaptığımız sınıflandırmada ifade ettiğimiz gibi batı dünyasındaki ülkeler kendi geçmişi, kültürü, ananeleri, eğitimleri ve insanları ile çok ciddi irtibatlar kurarak yükselmeyi başardılar. Şöyle bir örnek vereyim. Oxford Üniversitesinde çok sayıda dini değerleri olan kiliseler, manastırlar içerisinde eğitim sürdürülür. Ve burada hocalık yapan yada okuyanlar
Shakespear'in kitabını okur ve anlar. Bizim üniversitemize gelen gençlerle derslerde sohbet ediyorum. Aramızda 25 yıl var ama beni anlamakta zorluk yaşıyorlar. Aramızda kopukluk oluşmuş. Bugün bizim üniversite gençliğimizin ve akademisyenlerimizin birçoğu Fuzuli'yi, Nef'i'yi, Neyzen Tevfik'i, Mehmet Akif Ersoy'u bilmez oldu. Biz modern üniversiteleşmeyle birlikte son 50 yılda geçmişe dair bağlarımızı çok ciddi bir şekilde kopardık. Bunun çeşitli nedenleri olabilir. Ancak burada ana problem,özellikle Ortaçağdan sonraki dönemde bu coğrafyadabilimsel altyapının ciddi bir şekilde kayması, savaş ve iç karışıklıklar gibi nedenlerden dolayı yeni insan yetiştirilememesidir. Avrupa'da Fransız İhtilali ile başlayan hızlı gelişim, bu coğrafyadaki insanlarımızın kurtuluşu tamamen orada aramalarına neden olmuştur.Allah, petrol, demir, bor ve altın gibi her türlü yer altı zenginliğini bu coğrafyaya vermesine rağmen, çıkan madenlerinişletilmesi Avrupa'da yapılır duruma gelmiştir. Hatta buradan çıkan petrolün parası yine petrol ürününden elde edilerek küçük çaplı eşyalarla yine batıya gitmiştir. Türkiye'de bulunan üniversitelerin en büyük misyonlarından biri, bu bölgede yetişen gençlerin lisansüstü eğitimlerini ciddi bir şekilde bu bölgeye çekmek olmalıdır.Bugün Türkiye'de 50 binin üzerinde yabancı öğrenci var. Halbuki Amerika Birleşik Devletlerinde sadece 50 binin üzerinde doktora öğrencisi bulunmaktadır. Bundan dolayı Türkiye, yükseköğretimde uluslararasılaşmayı çok iyi başarabilmeli, dünyanın değişik ülkelerinden özellikle de bu coğrafyadan gelen gençleri bu ülkede yetiştirmeli, bu insanları kendi ülke kaynaklarını değerlendirebilecek duruma getirecek şekilde ciddi eğitimler vererek gönderebilmelidir.
Prof. Dr. ASLAN, konuşmasını şöyle sürdürdü: Sosyal bilimler, Fen bilimleri ve Sağlık bilimleri şeklindeki ayrım,orta öğrenimde başlayıp, yükseköğrenimde doruğa ulaşır duruma geldi.Oysa dünyaya baktığınız zaman bu bilimlerin hiç birinin birbirinden ayrılmayacağını ve ayrılmadığını görürsünüz. Bana göre matematik bilmeyenden iyi bir edebiyatçı, iyi şiir yazamayan, estetik anlayışı olmayan insandan iyi bir doktor ve mühendis olamaz. Çünkü estetik anlayışı olması gerekiyor. Ama biz de sanki mühendis olacaksa ne gerek var edebiyata ve şiire, edebiyatçı olacaksa fiziğe yada matematiğe ne gerek var gibi anlayış oluşmaya başladı. Son dönemde Türkiye'de ortaya çıkan bir başka durum ise biyoloji, matematik, fizik ve kimya gibi temel bilimlerin tamamen kesintiye uğraması oldu. Bir ülkede temel bilimler bittiği zaman bilim de bitmiş olur. Temel bilimler olmadan tıp eğitimi yapamazsınız, mühendis de olamazsınız. Bu vesile ile ülkemizde yükseköğrenimde bu konuları çok ciddi bir şekilde ele alıp değerlendirmemiz lazım. Ama asıl olarak orta ve yükseköğrenimde özellikle bu bölgenin, coğrafyanın ve ülkenin kültürel değerlerini ve geçmiş dinamiklerini çok iyi toparlayıp bir arada değerlendirerek, kültür kopuşunu önleyerek bir birliktelik sağlamak zorundayız. Yoksa nesiller arasındaki kopma her dönemde kültürlerarası kesintiye neden olabilir.Bunu önlemek için orta öğrenimde belirli bir şekilde yetişmiş gençlerin daha donanımlı, daha efektif ve etkin, dijital ortama aktarılmış bir hayatı iyi benimsemiş ama o hayata kapılmayan, geleneklerinden kopmamış,geçmişine saygılı, kültürünü özümsemiş ama bir o kadar da geleceğine yönelik bütün bilimleri ve bilim dünyasını içerisine sindirmiş, onları anlamış ve kalkınma hamlesini geliştirebilecek gençler yetiştirmemiz gerekiyor. Bugün dünyada kalkınma hamlesinin ana parametresi, eğitilmiş insandır. Ülkenizde doğal kaynaklarınız çok zengin, araziniz çok büyük olabilir. Ama onu kullanabilecek yetişmiş insanlar yoksa hiçbir işe yaramaz. Bu anlamda yüksek öğrenimde geçmişini özümsemiş, sorumluluk alabilen, sorgulayan, çalışan, paylaşımcı, demokratik, insan hak ve hürriyetlerine saygı duyan, empatikurabilen, bir bilgiyi, nereden, nasıl ve niçin alacağını bilen ve nerede, nasıl ve niçin kullanacağını görebilen bir nesil yetiştirmekle yükümlüyüz. Bunu yaparken sadece modern eğitim kurumları kurmakla, kampüsler oluşturmakla değil aynı zamanda burada eğitim alacak öğrenci ve onlara ders verecek akademisyenlerin hızlı gelişen çağa ayak uydurabilecek bilimsel altyapıyı çok iyi özümseyerek anlatmakla yükümlüyüz. Son 10 yılda orta öğrenimdeki gelişmeler elbette yükseköğrenime de yansıyor. Ama burada ana kopukluk, sorumsuz, mutsuz ve doyumsuz bir neslin yetişmesi. Asıl korkulacak şey bu. Sorumluluk almayan, sorgulamayan, her şeyi olmasına rağmen doyumsuz ve mutsuz olan bir toplum yetiştirildi. Bunun değişmesi gerekiyor. Bu değişim ise kendi öz geçmişine dayalı, gelenek ve göreneklerine bağlı, yetişme kültürünü benimsemiş, insani ilişkilere önem veren, insan hak ve hürriyetlerine saygıyı ön planda tutan bir nesli eğitip, yetiştirmekle mümkün olacaktır.